30 Haziran 2011 Perşembe

Kaybedenler Kulübünün Başkanı:Hector Cuper


Bildiğiniz üzere Hector Cuper gelecek sezon için Racing Santander'le anlaştı.4 yıl aradana sonra tekrar La Liga'ya geri dönen Hector Cuper bir döneme damgasını vurmuş  teknik adamlardan biridir.Hector Cuper'i yorumlarken çok yetenekli bir teknik adam mı yoksa herşeyi eline yüzüne bulaştıran bir becereksiz mi olduğuna kara veremiyorsunuz.Kariyer geçmişinde hep finalleri oynamış lakin oynadığı her finali de kaybetmiş bir insan olan Hector Cuper'i tarih başarılı mı yoksa başarısız mı yorumunu bizlere bırakmış durumda.Gelin isterseniz Hector Cuper'in ''bahtsız bedevi'' tadındaki kariyerine şöyle bir göz atalım.

1997 yılında ilk avrupa macerasına Mallorca ile başlayan Cuper ilk sezonunda İspanya Kral Kupası final oynama başarısı gösterir.İşte belkide kariyerinin ilk final kaybetme acısını burada yaşar.Mallorca finalde Barcelona'ya yenilir.

Mallorca'da oturttuğu sistem ile büyük çıkış yakayan Cuper 1999 yılında Uefa Kupa Galipleri Kupası finaline çıkar.Rakip Lazio'dur.Lakin Cuper'in final laneti tekrar ortaya çıkar ve finalde Lazio'ya 2-1'lik skorla yenilerek ikinci kez final acısını yaşar.


Artık yeni bir sayfa açmak isteyen Hector Cuper Valencia'nın başına geçiş yapar.Lakin bu geçiş sırasında final laneti de onunla birliktedir.Valencia ile önce 2000 yılında şampiyonlar ligi finalinde Real Madrid ile karşılaşır.Cuper yine bir finalden boynu bükük ayrılır.Fakat pes etmez.2001 yılında Valencia ile tekrar şampiyonlar ligi finaline yükselir.Bu sefer rakip Bayern Münich'tir.Yine malum olduğu üzere finalde Bayern Münich'e penaltılarda boyun eğer Cuper'in takımı.

Bütün bu travmatik olaylardan sonra çareyi ülke değiştirmekte gören Cuper İnter'in başına geçer.2002 yılında İnter ile bomba bir sezon geçirmektedir.Ligin son haftasına lider giren İnter şampiyonluğa çok yakındır.Cuper'de şanssızlığını kırmaya.Fakat son hafta Lazio karşısında aldıkları 4-2'lik mağlubiyet şampiyonluk kupasının Juventus'a gitmesine neden olur.Anlayacağınız yine bir final,yine Hector Cuper,yine bir hayal kırıklığı.

Her daim bir şekilde loser olmayı başaran Hector Cuper'in kariyer geçmişi bu şekildedir.Bütün bu kaybettiği kupaları kazansa belkide tarihin en başarılı teknik adamlarından biri olabilirdi.Hector Cuper'in şu halini görünce aklıma Bill Shankly'nin efsanevi sözü geliyor:''Birinciysen birincisindir,ikinciysen hiçbir şey.''Ha şunuda belirteyim Hector Cuper'in son iki sezonunu geçirdiği Aris takımında  Yunanistan Kupası finali kaybetmişliği de vardır.Hector Cuper'in bütün bu yaşadığı final travmalarının ardından hala akıl sağlığını korumayı başarması ise büyük bir başarıdır bence.

Yolun Açık Olsun...


Zaman her zamanki gibi yine seni haklı çıkardı.Zamanında seni cahillikle suçlayanlar,bugün kendi cahilliklerini gözler önüne sermiş oldular.Kendi pislikleriyle seni de boğmaya çalıştılar.Bizler o pislikleri  çok çabuk unuturuzda,seni asla unutmayız.Şimdi yeni durağın Suudi Arabistan.En azından karşında senden birşeyler öğrenmek için heyacanla bekleyen bir toplum var.Bizler gibi arkandan kuyunu kazmaya çalışanlar olmaz orada.Yolun açık olsun Rijkaard Reis,hemde çok açık olsun...

29 Haziran 2011 Çarşamba

Legends Never Die! #13


Yaşı otuzu geçmiş bütün Beşiktaşlılar için bu fotoğraf  karesi geride kalmış çocukluğu ifade eder.Sadece Beşiktaşlıların değil bir çoklarının çocukluk kahramanıdır bu güzel insanlar.Uğurlarına marşlar bestelenmiş,futbolculuklarının yanında duruşlarıylada  insanlara örnek olmuş bir nevi  halk kahramanlarıdır.Süleyman Seba'nın yönetmen koltuğunda oturduğu;Beşiktaş efsanesinin başrol oyuncularıdır.Bugün sebepsiz yere aklıma geldi bu güzel insanlar.Çocukluğumuzun kahramanları Metin-Ali-Feyyaz.Selam olsun Üç Silahşörlere.

28 Haziran 2011 Salı

Keşfedilmeyi Bekleyen Bir Maden:Asya Futbolu


Günümüzn endüstriyel futbolu sürekli değişim ve gelişim halinde.Günümüzün futbol konjuktüründe başarılı olmak için bu değişim ve gelişime ayak uydurmanın yanı sıra futbol dünyasında fark yaratan hamleler yapmanız lazım.İşte bu farklılığı yaratabilmeniz içinde futbol piyasasında farklı pazarlara yönelmeniz lazım.

Eskiden avrupa futbolu özellikle Bosman Kanunundan sonra kendi kabuğundan çıkıp,başka piyasalara yöneldi.Bunda ise başı çeken kıta Güney Amerika oldu.Arjantin ve Brezilya başta olmak üzere diğer G.Amerika ülkelerinin yetiştirdiği yetenekli isimler avrupa futbolunu besleyen bir can damarı oldular.Bugün bile önemini yitirmemiş bir kıta olan  G.Amerika,günümüz avrupa futboluınun en çok beslendiği pazarlardan biridir.

Daha sonra avrupa futbolu çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olan Afrika kıtasına yöneldi.Burada yapılan yatırımlar zamanla meyvesini verdi ve bu coğrafyadan çıkan farklı prototipte futbolcular zamanla avrupaya ihraç edilmeye başlandı.Avrupaya kısa sürede adaptasyonları ve günümüz futbolunun fizik gücüne yatkınlıkları Afrikalı futbolcuları tercih edilenler listesinde en tepelere çıkardı.



Değişen ve gelişen futbolda artık bu pazarlar yetersiz kalmaya başladı.Avrupa yeni pazarını arıyor.Aradığı bu pazarların içerisinde ise gerek taraftar potansiyeli gerekse  futbolcu potansiyeli ile Asya futbolu hemen dikkatleri çekiyor.

Dünya üzerinde birçok konuda  söz sahibi olan Asya kıtası futbolda da atılım yapmaya karar verdi.Ve atılımın ilk adımını 2002 Dünya Kupasına Güney Kore/Japonya ev sahipliği ile adımını atmış oldu.Ülke genelinde yeniden yapılan statlar ve projeler,futbola uzak bu ülke insanının dikkatini futbola çekiyordu.Hiddink'in Güney Kore'nin başına geçmesiyle  ciddi şekilde yapılanmaya başladılar.Bu hamle sadece saha dışında değil saha içinde de yapılandıklarını gösteriyor.Bugün asya futbolunu temellerini 2002 yılında Hiddink atmıştır.Bugün bile hala o yapının üzerine yeni eklemeler yapılmaktadır.

2002'de G.Kore'nin yarı final başarısı futbola uzak bir ülkenin futbolla içli dışlı olmasına sebep olmuştur.Bu başarı futbola aç bir ülkenin futbola attıkları adımların daha bir şevkle atılmasını sağlamıştır.Ve bugün dünya futboluna sundukları isimlerle bu yatırımların karşılığını almaktalar.



Ji Sung Park'ın Mnachester United'da yıllardır gösterdiği istikrarlı performans,Shinji Kagawa'nın Borussia Dortmund'da ilk sezonunda gösterdiği performansla Bundesliga'ya damga vurması,Keisuke Honda'nın CSKA Moskova ve Japonya forması ile 2010 dünya kupasındaki müthiş çıkışı,Shunsuke Nakamura'nın Celtic'de geçirdiği efsanevi sezonlar avrupanın gözünü bu çok uzak kıtaya çevirdi.Belkide Hulk'u da bu kategoriye alabiliriz.Her ne kadar kendisi brezilyalı olsada Japonya 2. liginden gelip,bugün üstünde 45-50 milyon avroların konuşulduğu bir oyuncu olmuştur.

Asya pazarına sadece futbolcu gözüyle bakmamak gerekir.Asayada müthiş bir taraftar potansiyelide mevcut.Dünyanın dev küşüplerinin her yaz dönemi kamplarını Uzak Doğu'da yapmaları tesadüf değil.Asyadan alınacak bir oyuncu beraberindeçok büyük bir taraftar kitlesi ve büyük bir ticari kazanç anlamına geliyor.


Manchester United'ın J.Park'ı almasını sadece bir transfer olarak algılayamayız.Bu transferden öte global bir yatırımdır.M.United'ın resmi dergisinin sadece  Asya'da 35.000 üyesi vardır.Ayrıca M.United'ın Asya'daki resmi forma satışları Manchester şehrindeki mağazalardan daha fazladır.Bütün bu göstergeler Asya futbolunun futbolcu potansiyelinin yanı sıra müthişte bir taraftar potansiyeline sahip olduğunu gösteriyor.

Avrupa artık bu yeni madeni keşfetti.Ve bu madeni sonuna kadar kullanmaya karalı.Sahip oldukarı yeteneği disiplin ve çalışkanlıkla harmanlayan bu adamlar kolay öğrenebilme ve çabucak uyum sağlama becerileri ile hemen farklarını ortaya koyuyorlar.Asya futbolundan avrupa futboluna geçiş yapan son isim ise Bayern Münich'e transfer olan Takashi Usami.19 yaşındaki yeteneğin stilinin Robben'e benzediği söyleniyor.Takashi Usame'nin avrupa futboluna Robben gibi iz bırakıp bırakamayacağını ilerleyen yıllarda göreceğiz fakat emin olduğum bir nokta varki o da  Asya futbolunun avrupa futboluna gelecekte çok büyük izler bırakacağıdır.

26 Haziran 2011 Pazar

Fransa'nın Yeşil Yakalıları


Saint-Etienne futbol kulübü yeşil sempatik formasıyla hafızalarımızda yer etmiştir.Fransa liginde son yıllarda hep kümede kalma savaşı verir.Fakat bunların hiçbiri fransa futbolunun en görkemli geçmişe sahip kulübü olmalarını değiştirmez.Onlar geçmişte fransa futboluna yön veren bir kulüptü.Armalarındaki yıldız fransa futbol tarihinda en fazla şampiyon olan(10) kulüp oldukarını gösterir.Ve bu yıldıza bir tek onlar sahip.Fakat Yeşiller artık bu sezon gösterdikleri performansla yeniden eski günlerine dönme sinyalleri veriyorlar.

Fransa futbolu geçmişte çıkarmış olduğu çok farklı şampiyonlarla ünlüdür.Fransa tarihinin en fazla şampiyon olan takımının şampiyonluk sayısının 10 olması bunu gösteriyor.Ve Saint-Etienne fransa futboluna sunduğu yıldızlarla bir döneme damgasını vurmuş efsane bir takımdır.1973-1977 arasında yakaladıkları jenerasyonla  fransa futbolunun geleceğine ışık tuttular.Öyleki Platini'li,Santini'li o kadro,2006'da L'equipe tarafından ''Gelmiş Geçmiş En Başarılı Kadro'' seçildi.Ve bu kadro o zamanlar fransa ligini sürklase ediyordu.


En son 1981 yılında şampiyonluk yaşayan kulüp daha sonra yaşadığı birçok skandalla düşüşe geçti.Yanlış yönetilme,yanlış kuküp politikası fransanın en güçlü takımını çok zayıf düşürdü.Saint-Etienne 1981 yılından beri şampiyon olamıyor.Bu fransa liginin eski kralı için kabul edilebilir bir durum değil.

Saint-Etinne'nin düşüşü bölgenin diğer takımı yani Beyaz Yakalıları Lyon için yükseliş anlamına gelir.Sanıldığının eksine Lyon mazisi şampiyonluklarla dolu bir külüp değildir.Jean Michel Aulas'ın kulübün başkanlığına geçip,özkaynak düzenine dönük yatırmlarıyla baştan yarattığı Lyon tarihinde kazandiği 7 şampiyonluğu üstüste olmak üzere 2000'li yıllardan sonra kazanmıştır(2002'den 2008'e kadar).Ve Saint-Etienne Lyon maçları bir derbidir.Fakat Lyon'un zirvede yer alması Saint-Etienne'inde dipte yer almasından dolayı aralarındaki maçlarda derbi havası geçmez.Bu geçmiştede böyleydi.Saint-Etienne zamanında zirvedeyken Lyon da dipte yer alıyordu.


Fakat bu sezon durumlar değişti.Saint-Etienne artık yeniden yükselmeye hazırlanıyor.Sahip oldukarı genç ve yetenkeli isimler ile tekrardan fransa futbolunda dümene geçmek istiyorlar.Belki bu şu an için çok zor ama bu sezon gösterdikleri performans yakın gelecekte tekrardan eski günlerine dönebileceklerini gösteriyor.Bu sezon 26 yıl aradan sonra ezeli rakipleri Lyon'u yenmeyi başardılar.Ve ligin ilk yarısında çok uzun bir süre aradan sonra liderliğe yükselmeyi başardılar.Her ne kadar sezonu 10. sırada tamamlasalarda bu bile Saint-Etienne taraftarını ateşlemeye yetti.

Statları Geoffroy Guichard Stadı'nın anlamı Küçük Yeşil Kazan.Çünkü stadın görünümü küçük bir kazanı andırıyor.Ve o küçük yeşil kazan artık kaynamaya başladı.Taraftarlar maziye dönmek istiyorlar.Tüm dünyanın renklerinden dolayı sempati beslediği bu kulüp küllerinden doğmak için çok sabırsızlanıyor.Tabiki Lyon buna izin verirse...

Downfall:Çöküş


Aslında bu filmi bu kadar geç izlediğim üzüldüm.Zira film 2004 yapımı.Bugüne kadar Nazi Almanyası ve Hitler üzerine izlediğim en şahane film Piyanist idi.Fakat Piyanist'de Hit'lerden daha ziyade Yahudi katliamı konu alınmıştı.Çöküş'te ise tam anlamıyle Hit'ler anlatılıyor.Hitler ve yakın çevresinin son günlerini onun son özel sekreteri Traudi Jungle'nın gözlerinden anlatan bir film.Aslında bir filmden ziyade belgesel tadından bir yapıt.Yeryüzünün gördüğü en acımasız katliamcı olan Adolf  Hit'leri kurmuş olduğu düzenin yıkılmak üzereyken yaşadıklarına şahit olmak adına çok güzel bir film.

''Eğer savaş kaybedilmişse,bu benim umurumda bile değil.İnsanlar perişan olurlarsa olsunlar,tek bir gözyaşı bile dökmem onlar için;Onlar hiçbir şeyi hak etmediler.''        Adolf Hitler,1945

25 Haziran 2011 Cumartesi

Money,Money,Money...


Futbola yabancı sermayenin girmesine premier ligden çok alışmıştık.Özellikle Abramoviç'in yarattığı etki çok büyük oldu.Ve daha sonra yabancı sermayederlerin arasında arap yatırımcılarda olmaya başladı.Özellikle M. City'i adeta baştan yaratan Şeyh Sülayman El Fehim dünya futbol piyasasını ters yüz etti desek yanlış olmaz.İyice endüstriyel bir hal almış premier ligin yabancı sermayederler tarafından işgaline alışmıştıkta ispanya ve fransa gibi tutucu ülkelerinde yabancı sermaye yavaş yavaşteslim olmaya başladığını görüyoruz.

Önce Malaga geçen sezonun başında arapların eline geçti şimdide PSG.Ama özellikle Malaga'nın durumu çok daha ilginç.



Geçen sezon adeta mucize bir performansla küme düşmekten kurtulan Malaga'da bu sezon Şeyh Al Tani işleri çok sıkı tutuyor.Endülüs kesiminin bu küçük takımı artık büyük oynamaya karar verdi.Aldığı oyuncular ise öyle böyle adamlar değil.Avrupa futbolunun elit diyebileceğimiz oyuncularını kadrolarına katıyorlar.Van Nistelrooy,Toulalan,Mathijsen ile devam eden transfer zincirine son olarakta Valencia'lı Joaqin eklendi.Zaten hali hazırda ellerine Baptista,Maresca,Demichelis gibi var olan  kalbur üstü futbolcularla çok enteresan bir takım olma yolunda ilerliyorlar.

Dünya futbolunda paranın el değdiği yerde çiçekler açıyor adeta.İki sene önce kümede kalma hayalleri kuran bu mütevazi ekip artık ciddi ciddi şampiyonlar ligi hayali kuruyor.Boşuna dememişler arkadaş para var,huzur var diye.Fakat sorun şu ki acaba Şeyh El Tani'nin açtığı bu yoldan başka arap sermeyederlerde La Liga'yı fethedebilecekler mi?Geleneklerine bağlı bir yapı sergileyen ispanyada bu şu an için imkansız.Fakat unutulmamalıki yıllar öncede ingilterede işler bu şekilde işlemişti.Biri gelip kulübü satın almış,oluk oluk para akıtmıştı.Ve daha sonra gelen başarıların ardından diğer kulüplerde buna kayıtsız kalamamışlardı.O yüzden gelecek sezon Malaga'nın La Liga'daki performansı ispanyanın futbol geleceği adına çok önemli bir yer teşkil edecek.

Yalnız bütün bu yaşananları gördükçe aklıma hep Abba geliyor...

Kazım Koyuncu'yu Unutmadık...


"..devrimi düşünebiliriz, düşleyebiliriz. hatta yetmez bir sistem bile kurabiliriz, vay sistemimiz şöyle olsun vesaire... bunu ne zaman yaparız? devrim yaptıktan sonra... bok devrimden sonra yaparız. şu anda bunu düşünüyorsan yaparsın. yapmaya başlarsın ve hep öyle yaşarsın. bu böyle böyle çoğalır. hayatla da böyle anlamlı bir ilişki kurarsın. yolda yürürken bile yürüyüşün ona göredir, adımların öyle gider. insanlara baktığın göz değişir. herkes der, ulan bu adam ya da insan niye böyle bakıyor diye, elbette ki seni sorgulayıp anlamaz belki ama bilir, anlar, bir şey bulur yani. birisi farklı yürüyordur orada. sana bir puan yazmaz da bir şey verirsin hayata yani. bakkala bir şey davranırsın, manavdan bir şey alırken tuhaf bir ilişki kurarsın ister istemez, hoş bir ilişki kurarsın. yani, işte, hikaye bu..."

şarkılarla geçti aramızdan...






24 Haziran 2011 Cuma

Fernando Alonso Yeni Schumacher Olabilir Mi?




Yazar olarak ilk yazıma benim için futbol ve basketbol kadar önemli olan Formula 1den ve benim için fenerbahçe taraftarlığından sonra gelen Fernando Alonso'dan başlamak istedim. Bugün Formula 1 dünyasında en çok tartışılan isim olan ve pilotlar dahil birçok insanın yarışan en iyi pilot olarak gördüğü isim olan Alonso, Schumi'nin rekorlarını kırmaya belki de en yakın isim(kariyerinin gidişatı açısından) ve onun Vettel ve Hamilton gibilerle mücadelesi bugün Formula 1'in tv ratinglerinin en yüksek seviyeye ulaşmasındaki ana etkendir.

Formula 1'i çok uzun yıllardır takip ederim, çok anlamasamda TV karşısına geçip Hakkinen-Schumi mücadelesini takip ettiğim zamanları hatırlıyorum. Daha sonraki süreçte bilinçli olarak takip etmeye başladığım Formula 1 dönemi, Schumi'nin hegemonyasını kurduğu döneme denk gelmişti. Birçok izleyen aksine ben Schumi taraftarı olmak istemiyordum, onu devirecek bir pilotun bir gün çıkabileceği umuduyla izledim genellikle yarışları. Bir pilot sivrilmişti benim için bunların arasında: daha önce grid'in en kötü takımı Minardi'de fena yarışlar çıkarmayan(doğum günündeki yarışta 10. olmuştu), bunun neticesinde de Renault takımının pilotu olan genç İspanyol Fernando Alonso. Nitekim daha 2. yarışında griddeki büyük takımlardan olmayan Renault ile pole pozisyonunu kazanması, o sene kendi evindeki İspanya grand prix'inde Schumi'nin peşinden hiç ayrılmadan yarışı 2. bitirmesi(otomobiller arasındaki çok büyük farka rağmen) ve nihayetinde Macaristan'da yarış kazanan en genç pilot olarak finişi geçmesi ve o yarış esnasında Schumi'ye tur bindirmesi benim formula 1 fanımı çoktan belli etmişti.O günden itibaren sarı-mavi Renault takımı ve Fernando Alonso benim Formula 1 izleme amacım oldular. İtiraf etmeliyim ki Alonso yarış dışı kaldığı zaman kanal değiştirdiğim çok olurdu. Neyse ki müthiş istikrar sahibi Alonso bu kötü anları bana çok az yaşattı ve o günden sonra elindeki arabanın sınırlarını da aşan performanslarla sürüşüne devam etti. Pistte düzlükte belki de en yavaş ama inanılmaz bir viraj sonrası hızlanma yeteneği olan Renault ile birçok farklı ve sınırları zorlayan yarışa imza attı 2003 ve 2004 senesi boyunca ve kişisel yetenekleri bir anlamda Renault'un da gelişmesine büyük katkı sağladı.




Nitekim 2005 yılına geldiğimizde kendini tamamen takımına adamış olan Alonso'nun ve takım sahibi Briatore'nin katkılarıyla Renault sonunda belki de Ferrari ve Mclaren kadar güçlü olmasa da onlarla yarışacak bir otomobil üretti:Renault r25 ve Alonso bu araç ile sezona başladı. İlk yarışı takım arkadaşı Fisichella ve sonraki 3 yarışı kendisi kazanarak sezona 4'te 4 ile başladı. Bütün yıl çekiştiği Raikkonen'in aksine istikrarlı ve otomobilin limitini bilen performansı ile -ki Mclaren o sezon birkaç gömlek üstün ancak dayanıklılık problemi olan bir otomobil üretti ve Raikkonen çoğu yarışta otomobilini finişe ulaştıramadı ve Alonso ile aynı galibiyet sayısına ulaşmasına rağmen şampiyon olamadı- 11. olduğu Macaristan yarışı(ki en favori başladığı fakat mekanik arızanın izin vermediği yarış idi- hariç ve yarış dışı kaldığı Kanada grand prixi dışında en kötü dereceyi 4.lükle elde ederek(7 birincilik 5 ikincilik 3 üçüncülük) ile tarihin en genç dünya şampiyonu olmayı başardı. Sonunda Schumi'yi birisi devirmişti.

Takip eden 2006 sezonunda yine rakiplerine kıyasla üstün bir otomobile sahip olmamasına rağmen ilk 9 yarışta elde ettiği 6 birincilik ve 3 ikincilik ile daha sonra olağanüstü Michael Schumacher baskısına rağmen sonraki yarışlardaki istikrarlı ve genellikle podyumla neticelenen finişleriyle Schumi'nin önünde bir kez daha şampiyon oldu. Bu kez ilgi çekici olan bir önceki senenin aksine Ferrari'nin ve Schumi'nin başa güreşmesiydi ve Schumi efsanesinin başlamasından sonra ilk kez en iyi otomobile sahip olmasına rağmen birisine geçilmişti. Artık meydanın Alonso'nun başını çektiği genç pilotlara kaydığını gören efsanenin kariyerine son vermesinin en büyük nedeni de belki de buydu.

Renault ile üst üste 2 şampiyonluk yaşayan ve bunu yapan en genç isim olmasıyla artık efsane sınıfına gelen Alonso Renault'un ertesi sene için fazla yatırım yapmayacağı ve her büyük pilot gibi 2 büyük takımdan birisine geçmek istediği için-ki bunun Ferrari olmayacağını defalarca dile getirmişti- Mclaren'e transfer oldu ve orda dünya şampiyonluklarına devam edeceğine inanıyordu. Ancak dünya şampiyonu sıfatı ile geldiği Mclaren'de büyük bir egonun da beraberinde getireceği gibi takımda birinci pilot muamelesi görmek istedi- tıpkı Renault'taki gibi- ancak çocukluktan beri Mclaren himayesinde yetişen Hamilton'a daha çok ilgi gösterilmesi nedeniyle bunu kaldıramadı ve sezonu belki de çok yüksek ihtimalle alabileceği dünya şampiyonluğuna rağmen 3.lük ile tamamladı. Aylardır takım mühendisi ile konuşmamış bile olan bir pilotun yapacağı iş olarak takımdan ayrılma kararı aldı ve diğer büyük takım olan Ferrari'ye geçmek adına adeta Renault'ta iki sene daha zaman geçirmeye başladı.

Tüm hedefi Ferrari'ye geçip yeniden dünya şampiyonu olmak olsa da artık eskisi gibi başarılı olmayan Renault'ta yine de büyük denilebilecek başarılı yarışlara imza attı-2008 sezonunun son 6 yarışında en çok puan toplamak ve 2 yarış kazanmak gibi- ve sonunda Raikkonen'in ayrılmasıyla Ferrari'nin koltuğuna oturdu. Herkes Ferrari'de onun yeni Schumi hanedanlığını yaratmasını bekledi ancak otomobil o döneme nazaran son derece silik bir otomobildi Red Bull ve Mclaren'e oranla ancak Fernando yılmayan kişiliği ile 49 puan geri düşmesine rağmen son 9 yarışta kimsenin şans vermediği müthiş bir geri dönüşle son yarışa lider girdi ancak son yarışta taktik hatası dünya şampiyonluğunu genç Alman Vettel'e götürdü. Büyük bir hayal kırıklığı olmasına rağmen özellikle Mclaren günlerinden sonra büyük bir olgunluk ve tecrübe kazanmış olan Alonso hatalardan ders almak gerektiğini gördü ve sezonun onun için en büyük artısı olan pes etmemenin verdiği fayda düşüncesinin ne kadar önemli olduğunu izleyicilere ve fanlara aktardı. Bu yıl da yine kötü bir otomobile sahip olmasına ve Vettel'in oldukça gerisinde olmasına rağmen bütün açıklamalarında şampiyonluktan büyük bir inatla vazgeçmeyeğini söylüyor ve bunu adeta takımına aşılıyor. Bunun içindir ki Formula 1'in ne olursa olsun en büyük takımı ve Vettel dahil bütün pilotların bir gün yarışmak rüyasını süsleyen Ferrari ona 2016 yılına kadar senelik 25 milyon sterlin gibi bir ücreti ve takımın birinci pilotluğunu layık gördü.

Burda tartışılan nokta Alonso'nun grid'in en iyi pilotu olup olmadığı ve Schumi'nin rekorunu kırıp kıramayacağı. Bakıldığı zaman 93-94 yıllarında Benetton(Renault'un önceki hali) ile şampiyon olup 7 sene bekledikten sonra Ferrari ile üst üste 5 şampiyonluk kazanan Schumi'nin kariyerine çok benziyor kariyeri. Ve bir diğer nokta Alonso'nun bugüne kadar bu başarıları sağlarken hiç bir zaman pist içindeki en iyi otomobile sahip olmaması. Şu an ki Red Bull pilotu Vettel'in otomobilinin diğerlerine nazaran ne kadar üstün olduğu aşikar tıpkı geçen yıldaki gibi ancak buna rağmen Vettel Alonso'dan şampiyonluğu ancak son yarışta Alonso'nun elinde olmayan nedenlerle kazanabildi. Ferrari her zaman gecikmeli de olsa gridin en iyi otomobilini üretmekte usta ve uzmandır ve Alonso'nun Renault'a yaptığı katkılar gibi kendilerine de katkı yapacaklarının farkındalar ve belki de hepimiz kısa bir süre sonra Michael Schumacher'in domine ettiği dönem misali Alonso'nun dönemini de izleyebiliriz; kim bilir? Ama şimdilik pistte Vettel, Webber, Hamilton, Button ve Alonso gibi büyük sınıfına girmiş ve efsane olma çabasındaki pilotları izlemek bizler için oldukça keyifli.

Böyle Kurumsallaşma Olmaz!!!


Ünal Aysal'ın NTV Spor internet sitesindeki açıklamalarını okudum bugün.Cümlelerden biri aynen şöyleydi:''Taraftar ve medyanın isteği üzerine Drogba'yı transfer listemize aldık''.Acaba dedim site mi yanlışlık yaptı diye birçok siteye göz gezdirdim.Sonuç aynı.Ünal başkan ciddi ciddi bu cümleyi kurmuş.

Öncelikle şunu söylemeliyim.Geleceğin galatasarayında benim en çok güvendiğim isim Ünal Aysal'dır.Bunun sebebi ise flaş transfer söylentileri yada sahip olduğu servet değil.Bu adama çok güvenme sebebim söylemlerinin daha önce hiç kimse tarafından söylenmemiş,söylenmeye cesaret dahi edilmemiş şeyleri söylemesidir.Ortaya çıkarmak istediği sistemin bugün elit avrupa kulüplerinin sahip olduğu sistemdir.Duygusal ve anlık hezeyanların yerine akıl ve mantık yetilerini ön planda tutmasıdır.İşte ben bu yüzden geleceğin galatasarayında bu adama çok güveniyorum.Lakin her sözünde kurumsallaşmadan ve profesyonal yapıdan bahseden ve bunu kulübe uygulamaya çalışanÜnal Aysal'a güveniyorum ben;taraftar ve medya istediği için Drogba'yı transfer listemize aldık diyen Ünal Aysal'a değil.

Eğerki bir kurumsallaşmadan bahsediyorsak o kurumsallaşma dediğimiz olgu bu değildir.Bir kulübün bir transfer aklı olmalıdır.Ve bu akıl asla medya,taraftar veya menajer istekleriyle bulandırılmamalıdır.Tarftar istedi diye hiç palnlarınızda olmayan bir oyuncuyu kulübe transfer etmek takımın içine bir bomba bırakmaktır.İsimlerin bir önemi yok.Amacım Drogba transferini eleştirmek değil.Amacım yöntem yanlışlığından bahsetmek.Transfer edilecek isim Drogba olmuş X isim olmuş farketmez.

Eğerki transfer listesini medya yönetiyorsa bittik o zaman!Buradan yola çıkarsak fotogol gazetesi bildiğin transfer listesi gibi.Birgünde 50 oyuncu yazıyorlar.Eğerki hepsini almaya kalkarsak yandık!!!

Umarım başkan bu saçma yolu sadece Drogba isminin ağırlığından dolayı izlemiştir.Ve umarım bu yöntemi bir daha kullanmaya kalkmaz.Çünkü bu bir yöntem bile değil!

Oyuncu Danışmanı Ve Yeni Transferlerin Uyumu


''Bir oyuncuyu almak için 20 milyon dolar harcamak ama onu evinde hissetirecek hiçbir şey yapmamak dünyanın en tuhaf işlerinden biri.Yapmanız gereken ilk işin ona bir cep telefonu ve bir ev ayarlamak olduğunu düşünüyorum.Çocukları için bir okul bulun,karısı için birşeyler yapın,ikisi için hemen bir öğretmen bulun.Çünkü herşey dille yürüyor.Diğer aile üyelerinin bir şeye ihtiyacı var mı,ehliyet,kredi kartı,yeni bir pasaport?Kimi zaman en büyük kulüplerde bile herşey çok kötü organize ediliyor.''

Bu sözler dört ayrı ülkede top koşturmuş(aralarında Barcelona ve Liverpool gibi kulüplerde buluınan) olan Boudewijn Zenden'e ait.Bu sözler aslında yapılan transferlere çok sığ bir şekilde bakıldığının göstergesi.Simon Kuper'in Futbolun Şifreleri adlı kitabında da dediği gibi yapılan transferlere bir oyuncu danışmanı atansa transferden alınan verim çok artar.Çünkü bir transferin taşıdığı en büyük risk o oyuncunun transfer olduğu ülkeye ve takıma uyum sürecidir.Bu süreç çok uzarsa o yuncudan istenilen ve beklenen verim alınamaz.İşte bu noktada bir oyuncuya yerleşim danışmanı veya  oyuncu danışmanı atanması hem bu transferlerin uyumunu ve ülkeye adaptasyonunu arttırır hemde oyuncudan alacağınız performasnı maksimum seviyeye çıkarır.

Her transfer olunan oyuncudan beklenen şey çok basittir.Hemen sahaya çık ve şovunu yap.Taraftar yeni tarnsfer olmuş bir oyuncudan hemen harikalar yaratmasını bekler.Hadi taraftar işin çok derin boyutuna inmediği için böyle düşenebilir.Peki ya yöneticilere ne demeli?Onlar bir oyuncunun bonservisini öderler,maaş ve kontrat konusunda anlaşırlar ve daha sonra ona bir uçak bileti göndererek ülkelerine gelmesini sağlar.Ve daha sonra hiçbir şey yapmazlar.Yöneticilerde tıpkı taraftar gibi transfer ettikleri bir oyuncunun sahaya çıkıp bir an önce şovunu yapmasını bekler.Sonuçta onlar için oyuncuya bir meblağ ödenmiştir ve onlar bunun karşılığını isterler.Peki herşey bu kadar basit mi?


Transfer dediğimiz olgu insan üzerine yapılan bir yatırımdır.Bu yüzden alınan oyuncunun bir insan olduğu asla unutulmamalı.Onlar birer robot değilki başka ülkeden gelip iki günde şahaneler yaratsınlar.Düşününki yıllardır yaşadığınız yerden bir anda başka bir yere göçüyorsunuz.İşiniz değişiyor,arkadaşlarınız değişiyor,yaşadığınız iklim,çevre değişiyor,sosyal yaşantınız değişiyor...Bunlar sizin için kolay şeyler mi?Bir futbolcunun transfer öyküsününde bu değişimlerden hiçbir farkı yok.Üstelik birçok yabancı oyuncu farklı kültürden gelerek geldiği ülkenin kültürüne adapte olmaya çalışıyor.Ve bu bir süreç gerektiriyor.Ha tabiki bazı futbolcular için bu süreç çok kısa sürüyor.Ve geldikleri ülkelere hemen uyum sağlıyorlar.Ama dünya üzerinde yapılan transferlerin çok büyük bir yüzdesinda oyuncunun ülkeye adapte olmakta çok zorlandığı görülüyor.Bununla beraberde de bir performansında bir hayal kırıklığı yaratıyor.İşte bu  sorunu ortadan kaldırabilecek en zahmetsiz ve en başarılı yöntem o futbolcuya bir oyuncu danışmanı tutmak.

Futbolcularda bizim gib insanlardır.Aileleri vardır,kişisel sıkıntılar vardır,okul çağındaki çocukları vardır...Bir ülkeye transfer olan futbolcudan bütün bu sorunları kendisinin halletmesini bekleyemezsiniz.Çünkü bir futbolcu kafasını futbol dışındaki şeylere fazlaca yorduğu vakit ondan istenilen verimi alamazsınız.İşte burada eğerki devreye oyuncu danışmanı girerse herşey çok daha iyi olur.Ev tutma,çocukların okulu,ülkeyi tanıma,dil öğrenimi gib konulara bakan bir danışman bir futbolcunun kariyer performansına direkt katkı sağlar.Bonsevisine milyon dolarlar ödenerek yapılan bu yatırımların olası risklerini minimize etmek adına o futbolcunun bonsrvisinin %0.1'i kadar para harcayarak  bir oyuncu danışmanı tutabilirsiniz.Ve bu hamle sizin için çok hayati olabilir.


Bu tür yapılanma sadece bizim ülkemizde değil tüm dünya kulüplerinde rağbet görmeyen bir uygulama.Çünkü bu uygulama birçoklarına göre sokağa para saçmak.Halbuki bonservisine 30 milyon avro verilerek başarısız olunan bir transfer zannederim daha büyük bir müsriflik olur.Yaptığınız milyon avroluk yatırımların riskini minimilize etmek adına kendisi küçük ama etkisi büyük bir önlem daha mantıklı.Zaten artık dünya kulüpleride bu yoldan gitmeye başladı.Daha önceleri birçok kulüpte insan kaynakları departmanı yokken artık kişisel psikologlar kulüp bünyesine dahil edilmeye başlanıldı.

Chelsea'ya 44 milyon avro karşılığı Marsilya'dan tarnsfer olan Drogba'da aynı sıkıntıyı yaşayanlardan.Transferini anlatan Drogba:''Ülke değiştirmiş olmaktan kaynaklanan sorunlarla boğuşuyordum.Chelsea bana hiç yardımcı olmadı.'' diyor.Drogba transfer olduktan sonra ona bir ev bulumasına bile yardımcı olunmadı.Çat pat ingilizcesiyle haftalar boyu kapı kapı ev aramak zorunda kaldı Drogba ve ailesi.''Chelsea'nin yüksek ücretlerle getirdiği tüm yabancı transferlerde az çok aynı deneyimi yaşadılar.Gallas,Makalele,Kezman ve Geremi ile çoğu zaman bunun geyiğini yapardık.'sen de hala otelde mi kalıorsun?' diyerek.Tüm bu endişeleri yaşarken Chelsea'ye adapte oluyormuş ya da performansımı arttırıyormuş gibi hissetmiyordum.'' diyerek devam ediyor Drogba.İşte üst düzey bir oyuncunun üst düzey bir kulüpte yaşadığı sıkıntılar.Drogba'nın transfer olduğu ilk dönemlerde sönük kalmasını da açıklamak adına güzel bir örnek.

Artık bizde ülkemizde bu uygulamaya geçmeliyiz.Bu ülkeye çok kaliteli oyuncu getirmekle bu işler bitmiyor.Bu tarnsferleri yaptıktan sonra onların bu topraklara adaptasyonunu hızlandırmalıyız.Mesela Anelka örneği.Bu ülkeye alışamayıp kendi kalitesini sahaya yansıtamadan ayrıldı.Keza Ricardinho'da.Elano'da.Ve birçok isim sayılabilir.Bu adamlarının başarısızlıklarını altında yatan tek bir sebep var: mutsuzluk.Bu adamların isteklerine ve ihtiyaçlarına cevap verecek birileri olmadığı sürecede bu hep böyle devam edecek.Yapılacak olan profesyonel bir oyuncu danışmanı ataması milyon dolarlık yatırımların çöpe gitmesine engel olabilir.

23 Haziran 2011 Perşembe

İkinci Bombayı Patlattık!!!


Hazır transfer sezonundayız boş durmayalım dedik ve bloğumuza ikinci bir transferi an itibariyle bitirdik.Alpay Alpaydın bunda böyle güzel yazılarıyla bu blog sütunlarında yer alacak.Gerçi kendisi bu bloğa pek uzak değil.Daha öncede yazmış olduğu müthiş NBA yazıları ile konuk yazarımız olmuştu.Ve artık daimi yazarımız oldu,çokta iyioldu.Bundan sonra Alpay'ın yazılarını sabırsızlıkla bekliyorum ve bu transfer başarısını galatasaraymızdan da beklediğimi belirtmek istiyorum.

22 Haziran 2011 Çarşamba

Bir Zamanlar Wimbledon










Biraz Beni Biraz Seni;Aslında Hayatı İçinde Barındıran Bir Dizi:Behzat Ç.



Çok çok çok farklı bir dizi.Zaten televizyon dünyasında izlediğim iki dizi var:biri Leyla ile Mecnun diğeri de Behzat Ç..Bu diziyi ne zaman izlesem ya kendimden birşey buluyorum yada hayattan.Dizi çöplüğüne dönmüş bu ülkede böyle takdir edilesi işlerin hakkını vermek lazım.O yüzden takipteyiz Behzat amirim...

Villas Boas'ın Seyir Defteri


Öncelikle şunu söylemek lazım Porto kendisini resmen aştı.Oyunculardan tonlarca para kazanmasının yanına teknik direktöründen dahi para kazanmaya başladı.Chelsea Boas için Porto'ya yaklaşık 15 milyon avro ödeyecek.Porto her şartta bu işten en karlı çıkan takım.

Boas'ın Chelsea'ye geçişi ise biraz sürpriz oldu.Porto'nun başında bir sene daha kalacağını söylemişti.Fakat görünen o ki Abramoviç kapısını ciddi şekilde çalınca bu fırsatı tepmek istememiş.Bencede en doğrusunu yapmış.Porto'da zirveyi görmüşken bir basamak yukarı çıkması onun için daha hayırlı oldu.

Boas'ın başarısını incelerken Porto felsefesini atlamamakta fayda var.Bundan 9 yıl önce avrupa futbolunda Porto efsanesini Mourinho yarattı.Bugün ise Porto Boas efsanesini yaratmış durumda.O yüzden Boas=Yeni Mourinho derken biraz düşünmek lazım.Yıllarca Mourinho'nun yanında piştiği için ondan çok fazla izler taşıması çok doğal.Ve mutlaka ondan çok şey öğrenmiştir.Tıpkı Mourinho'nun Van Gaal'den çok şey öğrendiği gibi.Fakat Boas'ın kendisini kanıtlamak için önünde çok uzun bir yol var.

Chelsea bu uzun yolda bana göre en çetrefilli seçeneklerden biri.Çünkü Chelsea kulüp olarak başarıya endekslenmiş sabırsız bir kulüp.Geçen sene rekor golle şampiyon olan teknik adam bugün kovulmuş durumda.Yada şöyle söylemekte fayda var bu takımdan Mourinho başarısız adledilerek kovuldu.O yüzden Boas'ı çok zorlu bir süreç bekliyor.Kendisini kanıtlamak adına kısa vadede başarıya ulaşmak zorunda.

Gelecek sezon bu 33 yaşındaki genç teknik adam bu ligin ustaları ile kapışacak.Yıllar önce Mourinho tecrübesiz ve acemisi olarak geldiği bu ligin tozunu attırmıştı.Bakalım Boas ustasının izinden gidebilecek mi?

21 Haziran 2011 Salı

Herşey Bu Kadar Basit Aslında!!!


''İşin sırrı futbolunu büyütürken egonu küçültmekte!''  
                                                                                          Andres İniesta

20 Haziran 2011 Pazartesi

Sanat Tadındaki İlk Dokunuşlar


Bir futbolcunun yeteneğinin en önemli göstergesi top kontrolüdür.Menajerlik oyunlarının diliyle first touch.Bazen topa karşı yapılan bu ilk dokunuşlar öyle sihirli oluyorki insan gözlerine inanamıyor.Bazen bir golü topu kontrol edişinizle atarsınız.Yada bazen oyunun kaderini topa karşı yaptığınız yumuşak bir dokunuşla değiştirirsiniz.Gelin tarihin en güzel top kontrollerini izleyip,bu blog sütunlarında futbola biraz ara verip sanata giriş yapalım.

Meğer Taraftarı Kandırmak Bu Kadar Kolaymış


Adnan Polat'ın en iğrenç icraatlar yaptığı dönemde kendisini savunduğu tek bir nokta vardı:Finans.Kendisini hep bu şekilde savundu.Ben bu takımın finansını düzlüğe çıkardım,yıldız oyuncuları getirdim diyerek.Ve bizde bunlara zamanında inanmıştık.Ama görünen o ki Adanan Polat arkasında enkaz gibi bir spor kulübü
bırakmakla kalmamış aynı zamanda da kulübü iflasa götürebilecek düzeyde  bir finans bırakmış.

Dün Ünal Aysal kulübün üylerine hitaben bir rapor sundu.Ve bu raporda kulübün ekonomik yapısını çok açık ve net bir şekilde gözler önüne serdi.Bu raporu aynen yayınlıyorum:


Değerli Galatasaraylılar,
27 Mart 2011 tarihinde başlayan süreç ile 14 Mayıs 2011 tarihinde gerçekleştirdiğimiz Olağanüstü Seçim Toplantısı sonrası ilk 100 günlük çalışmalarımızın yaklaşık yarısını tamamlamış bulunuyoruz.
Seçildiğimiz ilk günden itibaren önceliğimiz;

Profesyonel Futbol Takımımızın yeniden yapılandırılması, Mali durumumuzun tespiti, Önümüzdeki asgari 3 yılın programının hazırlanması, olmuştur.
Yaptığımız ön çalışmaların önemli bir bölümünü tamamlamış durumdayız.
Profesyonel Futbol Takımımız ile ilgili olarak;
Camiamızı iyi tanıyan, Dünya Futbol Sektörü'nde bilinen ve Futbol işini bilen, bize yabancılık çekmeyecek ve hızla başarıya tırmandıracak Fatih Terim'i Teknik Direktör olarak görevlendirdik.

Teknik Direktörümüz Galatasaray Sportif A.Ş. Yönetim Kurulu'na bağlı olarak çalışmalarını sürdürecektir.

Teknik Direktör Yardımcıları olarak UEFA şampiyonu Takımımızın unutulmaz isimlerinden Ümit Davala ve Hasan Şaş'ı Kaleci Antrenörü olarak da Claudio Taffarel'i görevlendirmiş bulunuyoruz.

Bunun akabinde Profesyonel Futbolun transfer çalışmaları da başlamıştır. Öncelikle; sağlam, ayağı yere basan karakterli, Galatasaray için ter dökecek, aldığı paranın hakkını verecek futbolcuları listemize aldık.

Yaptığımız görüşmelerin olumlu sonuçlanması nedeniyle İsveç Milli Takımı'nın santraforu Johan Elmander ile, herhangi bir bonservis bedeli ödemeden, anlaştık. Ardından, hücuma dönük oynayan Milli Takım futbolcularından 26 yaşındaki Selçuk İnan'ı ve 23 yaşındaki Ceyhun Gülselam'ı yine bonservis bedeli ödemeden, transfer ettik. Club Atletico de Madrid ile görüşmelerimizin olumlu neticelenmesi üzerine; Diego Forlan, Tomas Ujfalusi ve Jose Antonio Reyes'in transferleri için görüşmelere başladık.
Transfer çalışmalarımız süratle devam etmektedir. Teknik Direktörümüzün alternatif önerilerini göz önünde bulundurarak yerli ve yabancı en az maliyetli, ancak, en fazla verimi alacağımız futbolcu, menajer ve kulüpler ile görüşme halindeyiz. Hedefimiz, hazırlık kampına yeni kadromuz ile gitmektir.

Mali durumun tespiti için Dünyanın en vasıflı mali müşavirlik şirketlerinden Ernst & Young ile çalışmalarımıza devam etmekteyiz.

18 Mayıs 2011 tarihi itibariyle, Bağımsız Denetçi raporuna vabeste, devir aldığımız hesapların incelenmesi neticesinde hazırlanan raporlara göre konsolide muaccel (vadesi gelmiş ancak ödenmemiş) borç stoğumuzun 73.6 milyon USD mertebesinde olduğunu tespit ettik.

Bu rakamın içerisinde gelir paylaşımı dolayısıyla Sermaye Piyasası Kurulu tarafından hazırlanan rapor neticesinde doğabilecek mali külfet ile Kulübümüz aleyhine açılmış;

o Kare İnşaat'ın 7.5 milyon Euro tutarındaki tazminat talebi,


o Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'nün gelir mahrumiyeti tazminatı davası tutarı 5.0 milyon TL,


o Kulübümüz ve şirketlerimiz aleyhine açılmış iş hukuku davalarından doğacak tazminat tutarları,

bulunmamaktadır.

Yine tespit ettiğimiz ön bilgilere göre konsolide toplam borcumuz 328 milyon USD mertebesinde olup, Mayıs 2011 itibariyle faizleri dahil 149.6 milyon USD'ı banka kredilerinden oluşmaktadır.

Mayıs 2011 itibariyle faizleri dahil yaklaşık 150 milyon USD'lık banka kredilerine karşılık verdiğimiz teminat toplamı 850.5 milyon USD tutarında olup, bankacılık teamüllerinin çok üzerindedir.

Banka kredilerimizin %75'inin; 5 yıl vadeli değil 2 yıl vadeli olduğunu tespit etmiş bulunuyoruz.

Süper lig Yayın Hakkı, Türk Telekom Arena İsim Hakkı, Forma Sponsorluğu, Forma Reklam Hakları ve yaklaşık 3 Sezonluk Bilet gelirlerimiz dahil hemen hemen tüm gelirlerimiz bankalara temlik edilmiş durumdadır.

Yeterince karanlık bir mali tablonun daha fazla detaylarına girmek istemiyorum. Ancak, özetlediğim şekliyle dahi esaslı bir mali yapılanma ihtiyacı içerisinde olduğumuz izahtan varestedir.

Görüşüme göre; mevcut kredilerimize teminat olarak verilmiş alacaklarımızın temlikli olması ve devir aldığımız borç stoğu ile herhangi bir hareket imkanımız bulunmamaktadır.
Dolayısıyla, bugün gerçekleştirdiğimiz Olağanüstü Mali Genel Kurul Toplantısı'nda bu gerçekleri sizlerle paylaşmak istedik.
Bu toplantıda kesinlikle kısa vade çözüm alternatifleri üretmeyeceğiz.
Önerilerimiz ve taleplerimiz aşağıdaki başlıklarda olacaktır:

2011 yılı Mali ve Yatırım Bütçelerinin revizyonu,

Mevcut kredilerimizin yeniden yapılandırılması:

Hedefimiz, Mayıs 2011 itibariyle faizleri dahil, 149.6 Milyon USD tutarındaki kredilerimizi 1 yılı ödemesiz 5 yıla yaymaya çalışmak ve karşılığında verilmiş teminatları asgari düzeye indirmek ve gelir akışımızı sağlıklı yapıya oturtmak,
Bu konudaki çalışmalarımızda önceliği mevcut kreditörlerimize vermek üzere, tek bir çatı altında çok daha az maliyetle gerçekleştirme aşamasına gelmiş ve Genel Kurulumuz'un onayına sunabilecek durumdayız.

Yaklaşık 73.6 milyon USD tutarındaki mevcut muaccel borç stoğumuzun yeniden yapılandırılması için borçlanma yetkisi istemek,

Daha önce birkaç kez Yönetim Kurulları'na verilmiş olan Riva Arazisi ile ilgili yetkilerin yenilenmesi ve Proje'nin nihai şeklini vereceğimiz kararların alınması,

Bu arada şunu önemle belirtmek isterim ki, amacımız hepimiz için çok değerli olan ve sevgili Başkanımız Sayın Selahattin Beyazıt'ın unutulmaz katkıları ile Camiamıza mal ettiği Riva Arazimizi değerlendirip, buradan elde edeceğimiz gelirler ile borçlarımızı ödeyip bakiyesi ile futbolcu transferi yapmak değildir.
Kulübümüzün menfaatleri doğrultusunda, bir önceki Yönetim Kurulu'nun yapmış olduğu ihaleye sadık kalarak potansiyel yatırımcı ile sözleşme imzalamaktır. Bu süreç zarfında yeni yatırımcıların projemize ilgi göstermeleri halinde, kendileriyle de görüşülecektir.
Bir başka hedefimiz; elimizden çıkacak değerli bir aktifin yerine en az onun kadar değerli bir aktifi koymaktır.
Bu konu ile ilgili olarak da çalışmalarımızı başlatmış ve iki farklı gayrimenkul üzerinde yoğunlaşmış bulunmaktayız.

Mevcut borç ve kredilerimizin yeniden yapılandırılması ile ilgili olarak; halihazırda bankalara rehinli olan yaklaşık % 38 oranındaki hisselerimizin satılması ve/veya yeniden teminat olarak verilmesi yetkilerine de ihtiyacımız olduğu düşüncesindeyim.

Malumunuz üzere; Gençlik ve Spor şenel Müdürlüğü ile 7 Ağustos 1997 tarihinde imzalanan Ali Sami Yen Stadı 49 yıllık daimi ve müstakil nitelikli irtifak hakkı niteliğindeydi. İrtifak Hakkı'nın mülkiyete eşit olduğu izahtan varestedir.

Halbuki, bir önceki Yönetim Kurulumuzun 3 Mayıs 2011 tarihinde Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ile imzaladığı Seyrantepe Stadı sözleşmesi düz bir intifa hakkı (kullanım)'ndan ibarettir.
Ayrıca, bir önceki sözleşmemizden çok daha fazla ve altından kalkamayacağımız yükümlülükleri ihtiva etmektedir.
Sadece iki örnek vermek gerekirse;

- İl Müdürlüğü kullanımına verdiğimiz 300 adet koltuktan doğan 1 sezonluk gelir kaybımız asgari 3.0 milyon Dolar,

- % 10'unu İl Müdürlüğü'ne vermeyi taahhüt ettiğimiz stad reklam gelirlerinden doğan 1 sezonluk gelir kaybımız yaklaşık 4.0 milyon Dolardır.

Örnekleri çoğaltabilirim.
Genel Kurulumuzun onayına sunmayı planladığımız diğer konuları da aşağıdaki şekilde özetlemek istiyorum:

Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena'nın üstünün kapatılması için gerekli yatırım bütçesi,

Pamukspor Kulübü'ne ait Maltepe'deki Tesislerin Kulübümüze katılması için sözleşme imzalanması.

Tüm bu özetlediğim konulara ilaveten, halihazırda acilen yapılması ve çözülmesi gereken birçok konumuz bulunmaktadır.
Daha önce belirttiğim üzere yapacağımız işlerin kalıcı olması ve Kulübümüzü düzlüğe çıkaracak daimi başarıyı getirecek kurumsal çözümleri ihtiva etmesi temel ilkelerimizi teşkil edecektir.
En Değerli Saygı ve Sevgilerimle
Ünal Aysal
Başkan

Günümüzün endüstriyel futbolunda finans gücünün önemini anlatmama gerek bile yok.Bugünün futbolunda olmazsa olmaz güç ekonomik güçtür


Kulübün şu anda bırakın herhangi bir transferi kulübe en ufak bir katkının sağlanması için bile nakit parası yok.Çünkü şu anda galatasarayın bütün gelirlerine el konmuş durumda.Demekki sayın Adnan Polat'ın bahsettiği ekonomi düzeltme başarısı buymuş.O kadar başarılı bir başkanki gittiği zaman bile arkasında temizlenmesi çok güç pislikler bırakmış.Acaba diyorum yeni stadı açmamış olsa ve oradan gelen gelirler gelmemiş olsa acaba sonumuz ne olurdu diye düşünüyorum.Acaba tarihimizin en başarılı ve en sevilen başkanı  kulübün hangi gelirlerine temlik koyduracaktı?

Gelinen durum çok net.Galatasaray çok ciddi bir nakit sıkıntısıyla uğraşıyor.Ve şu anda yapılan ve yapılması gündemde olan transferlerin gerçekleşebilmesi için iki yöntem mevcut.Ya banka kredisi alınacak yada Ünal Aysal kendi cebinden nakit verecek.İlk ihtimalin olması çok muhtemel.Zaten en doğrusuda bu.

Doğru atılan adımlarla bu zor durumdan çıkmak mümün.Yeterki birazcık aklı selim olmakta fayda var.Bu özellikte yeni yönetimde şimdilik mevcut gibi gözüküyor.

19 Haziran 2011 Pazar

Hani Herkes Messi'ciydi!!!


Ronaldo dün Yıldırım Demirören!in devetlisi olarak İstanbul'a geldi.Yoğun izdiham sebebiylede yapılması planlanan imza organizasyonu iptal edildi.Hayır anlayamadığım kime sorsan Ronaldo'nun bir seveni çıkmaz,herkes Messi der başka birşey demez.Lakin adamın imza organizasyonuna miting konuşması gibi kalabalık gelmiş.Allah'tan izdihamdan ölen falan yok!

Bu Takımda Sen Ve Senin Gibiler Olduğu Sürece Bir Arpa Boyu Yol Alamayız!!!!


Geçen gün Lig Rdyoyu dinlerken Servet Çetin ile tatildeyken yapılmış bir röportaja denk geldim.Ve inanın bana bu  takımın neden bugün bu durmlarda olduğunu anlamak için çok fazla kafa patlatmaya gerek yok.Sadece bu röportajı iyice irdelemeniz bile bütün herşeyi açıklıyor.

Röportajı yapan arkadaş servet'e güneşte çok kaldığını belirtip bayağı bir esmerleşmişsin diyor.Servet'in ise cevabı şu oluyor ''yapacak birşey yok.Bu ülkede yabancılar çok seviliyor bizde onlar gibi olalım dedik'' deyip gülüyor.Arkasından röportajı yapan arkadaş bu sezonki başarısızlığa rağmen milli takımda galatasaraydan çok fazla oyuncu olduğunu soruyor ona verilen cevapta aynen şöyle: ''biz türk oyuncular bu sezon gayet iyi oynadık,elimizden geleni yaptık fakat yabancı arkadaşlarımızdan istediğimiz verimi alamadık.gerek sakatlıklar gerekde kart cezaları sebebiyle.ama daha çok gereksiz kartlar sebebiyle(burada alenen Baros ve Kewell'a laf sokuyor) başarısız bir sezon geçirdik''.

Al işte lafa bak.Servet efendi tarihin en başarısız sezonun sorumluluğunu Baros ve Kewell gibi bilimum yabancıların üzerine atıp işin içinden sıyrılıyor.Ama şunu hiç söylemiyorki ben Rijkard'ı takımdan kovdurmak için elimden geleni arkama koymadım.Ama şunu hiç söylemiyorki Baros Rijkard'ın takımdan gönderilmesini engellemek adına sakatlığı tam iyileşmeden oynadı.Sırf hocasına yararlı olabilmek adına.Onun bu fedakarlığı uzun bir süre oynayamamasına neden oldu.

Baros'un bu sezon gördüğü çoğu kartın bende çok gereksiz olduğunu düşünüyorum.Ama görülen o kartların çoğunda kazanmaya alışmış bir adamın kaybetmeye karşı isyanın izleri var

Bu ülkede yıllardan beri kullanılan klişe bir söz vardır.Türkiyede herkes yabancı hayranı.Hayır efendim.Bu ülkede çoğu kişi işi ırkçılık boyutuna getirecek kadar yabancı düşmanı.Gazetecesinden tutunda futbolcusuna kadar.Yabancıların aldığı parayı sorgulamaktan tutunda maç içerisinde gördüğü karta kadar.

Yıllar önce Hakan Şükür'ün bir kanser gibi bu takıma bıraktığı cemaatçi tarzındaki hiyerarşik düzen görülüyorki hala devam ediyor.Üç kuruşluk adamlar bizlere Metin Oktay'lardan Ali Samiyen'lerden miras kalmış bu takımın sahipleri oldukarını zannediyorlar.Öyleki canları isteyince hoca kovduruyorlar,canları isteyince takımdan oyuncu kovduruyorlar.

Bugün Baros'a,Kewell'a,Cana'ya arkasını dönen,dışlayan bu zihniyet yarın gelirlerse şayet Forlan'a,Reyes'e de aynısını yapmaz mı?

Bu takım bu sene şampiyon olabilir.Ama takımınızın içinde bu ve buna benzer karakter yoksunu adamlar olduğu sürece bu karaktersizlerin başarılarından hayır gelir mi?Biz 3 sene öncede şampiyonduk.Üstelik o şampiyonluğun başrolünde de bu adam vardı.Ve şu an geldiğimiz nokta ortada.Seneyede şampiyon olsak ne olacak?Bu adamlarla iki sene sonra yine küme düşmemeye oynarız.Niye biliyor musunz?Çünkü yine Servet Beyimiz herhangi bi teknik adamla anlaşamaz onu kovdurur.Yada bilemediniz herhangi bir yabancı futbolcunun yıılık maaşını çok bulur onu takımdan gönderir.Sonuçta bu takımın alenen sahibi odur.Onun lafının üstüne laf söylenmez.

Gelinen noktada niye biz bu kadar başarısız olduk demeye gerek yok.Alın işte sebebi o kadar açık ve netki.Eee ne demişler bir lafa bakarım laf mı diye,birde söyleyene bakarım adam mı diye........

18 Haziran 2011 Cumartesi

Hırslı,Asi Ve Biraz Deli:Marcelo Bielsa


Dünya üzerinde çok sevdiğim teknik adamlardan biridir.Hatırlayanlar bilir 2010 dünya kupasında Şili milli takımını çalıştırıyordu.Şili'nin turnuva boyunca oynattığı heyacan verici hücum futbolunun teknik patronu.Lakabı El Loco.Yani deli.Lakabı bile bu adamın çok farklı olduğunu anlatmaya yetiyor.

Bielsa yeryüzünde üçlü savunmayı en iyi uygulayan teknik adamlardan biridir.Her daim şartlar ne olursa olsun hücum futbolu felsefesinden asla taviz verneyen bir isimdir.Bu adamın başında olduğu takım yensede yenilsede inanılmaz keyif verir.Bilmeyeler geçen yaz Şili'nin maçlarını hatırlasın.Şili ile 2015 yılına kadar sözleşme imzalamıştı dünya kupası sonrası lakin fedarasyon başkanı değişince istifa etti.Deli işte naparsınız.

Şu son günlerde adı İnter ile anılıyor.Eğerki olurda İnter'in başına geçerse itlayanın sönmüş heyacanını yeniden körükleyebilir.Tek başına bile italya seri a'yı takip etme nedenidir bu adam.Kariyerinde pek başarıları olmasada elinde İnter gibi bir takımı şaha kaldırabilir.Heyacanla bekliyorum Bielsa'yı tekrar sahalarda görmeyi..

Biraz Soğukkanlı Olmakta Fayda Var


Atletico Madrid'den yapılması gündümde olan paket transferler hakkında biraz bekleyip öyle yazmak istedim.Çünkü bu blog sütunlarında transfer konusunda iki kez köşeye yattık.İş biraz daha resmiyete binince yazmakta fayda gördüm.Herkesi oldukça heyacanlandıran bu transferlere ise ben birazcık daha sakin yaklaşmayı tercih ediyorum.Çünkü isim isim baktığımızda bizi çok heyacanlandıran bu transferler işin detayına inince biraz kafa karıştırıyor.

Öncelikle şuradan başlamak isterim yeni bir takım kuruyorsanız amacınız ilk olarak takım olabilmektir.Bu takım olgusunu oluşturabilmek içinde bu olguyu yaratan oyunculara ihtiyacınız var.Bir nevi sistemi işleten oyunculara.Kimdir bunlar?Kalström gibi,Selçuk gibi,Cana gibi...Bu açıdan Selçuk İnan ve Elmander transferleri çok gösterişli olmayan ama on numara transferlerdi.Lakin bunların devamı gelmeliydi.Takım olgusunu yıldız isimlerle kurmaya çalışmak bu ülkede çoğu zaman hüsrana yol açtı.En yakın örnek bu sezonki Beşiktaş.Onlarda bu hataya düştüler ve sonuç ortada.O yüzden önce takım oyununu yaratacak isimleri almalıydık.Sonra bu isimlerin üstüne Forlan'ları,Reyes'leri eklemeliydik.


Öncelikle Forlan transferine bu ülkede herhangi biri laf ederse allah taş eder.Geçen yaz dünya kupasında ağzı açık izlediğimiz ve oyununa hayran kaldığımız bu adamın artık bu takımda forma gitme ihtimali herkes gibi benide çok heyacanlandırıyor.Burada şimdi Forlan'ın teknik meziyetlerini saymak gibi bir gereksiz bir olaya girmicem.Az buçuk futbolla ilgilenen bir adam Forlan kimdir,necidir bilir.Ama şunu söyleyebilrimki kişisel yeteneklerini,çalışma ve hırsla bezendirmiş bir yıldızdır.Birde Drogba gelecekti deyip Forlan'ı beğenmemezlikte çok büyük hata olur.Drogba ve Forlan arasında çok büyük bir kalite farkı yok.Tek farkları biri Chelsea'de biri A.Madrid'de oynuyor.


Reyes ise genel kesimin görüşüne göre gereksiz bir transfer.Bana göre ise oldukça elzem bir transferdi.Bundan 10-15 gün önce tüm basında kaleci,orta saha,forvet isimleri yazılıp,çizilirken bu takıma acil bir açık oyunucusu alınması gerektiğinin düşünüyordum.İlk olarak Arda'nın çok pis bir sakatlığı var.Ve bu sakatlığı atlatabilmesi için uzun bir dönem gerekiyor.Yani gelecek sezon 3-4 maç oynayıp 1-2 maç dinlenmek zorunda olan bir Arda'ya şimdiden alışmalıyız.Kimse seneye Arda 34 maçın 34'ünde de oynar diyemiyor.İkinci olarak eğer siz çok üst düzey bir takım olduğunuzu var saymak istiyor ve ilk on biriniz sağ açığına Kazım'ı yazıyorsanız ortada bir mantık hatası var demektir.Kazım ilk on sekiz için çok iyi bir oyuncu lakin sizi bütün sezon götürebilecek bir kaliteye sahip değil.Pino ise saf kan bir açık değil.Daha çok ikinci forvet oynamaya yada gizli forvet oynamaya  yatkın bir oyuncu.Kaldıki onunda ciddi bir istikrar sorunu var.Tüm bunların ışığında önemli bir açık oyuncusu gerekliydi buda Reyes oldu.Üstelik Reyes'i sadece bir açık olarak değerlendirmekte yanlış olur.Hücumun her noktasında başarı ile oynayabilen bir isim.O açıdan yararlı bir transfer olacağını düşünüyorum.


Ama bu transfer çok mantıksız geldi bana.Elinizde Neil gibi bir adamı gönderiyorsanız bize verdiğiniz mesaj şudur.Neil'den daha iyi bir oyuncu alınacak.Neil'i gönderip Ujfaluji'yi transfer etmek oldukça mantıksız bir hamle oldu.Yanlış anlaşılmasın Ujfaluji'nin kötü bir oyuncu olduğunu söylemiyorum.Transferin mantık mekanizmasının yanlış olduğundan bahsediyorum.Kaldıki ben her türlü Neil'ın Ujfaluji'den oyuncu kalitesi bakımından üstün olduğunu düşünüyorum.Tabiki bilemeyiz belkide sağ bek için alınmış bir adamdır.Bekleyip göreceğiz.

Sonuç olarak transferler isim bakımından iyi olsada eldeki kadroda şöyle birşey ortaya çıkıyor.İşin daha teknik bir boyutuna indiğimiz vakit ister 4-4-2 oynayalım ister 4-3-3 veyahut 4-2-3-1.Oynadığımız herhangi bir sistem eldeki oyuncu topluluğunun hepsinden tam verim almayı düşürüyor.İşte beni düşündüren temel nokta bu.Yinede bu takımda daha bir çok değişimin yaşanacağını düşnüyorum.Gelenlerin yanında gidicek isimlerinde olması çok muhtemel.Şu anda galatasaray alınacak bir oyuncu alınacak diğer bir oyuncunun alınmasın engelleyebilir.En iyisimi yeni hamleleride görüp ona göre konuşmak.Fakat yinede isimlere bakıp havalara uçmak yerine birazcık daha mantık çerçevesinde yaklaşmak gerek yapılan transferlere.

17 Haziran 2011 Cuma

Son Topa Kadar!!!!


İşte bir spor kulümü olmanın en güzel yanı.Ligler bitmiş,futbola ara verilmiş ama içimiz kıpır kıpır.Haziran ayının ortasında böyle bir heyacana can kurban.Gözümüz,kulağımız bu maçta.

Fenerbahçe-Galatasaray isminin geçtiği her yerde heyacanda vardır.Basketbol ligimizin final serisininde bu iki takımın arasında oynanması doğal olarak tüm ülkenin dikkateni basketbola çevirdi.Haziran ayınn ortasındayız ve manşetlerde transfer haberi yerine basketbol haberleri var.Demekki bu gözler bunuda görecekmiş.Bu iki takımın serisi kabul edelimki türk basketboluna çok farklı bir soluk getirdi.Buda çok güzel oldu.

Gelelim bize,depresif bir sezonun ardından Galatasaray isminin ne olduğunu hatırlatan bu aslan parçası takıma.Ben bu takıma ne kadar methiyeler düzsem boş.Rakibiniz sizden bütçe olarak çok yukarıda,sizden çok daha kaliteli bir oyuncu topluluğu var,takımınınzda dar rotasyonun üstüne birde can sıkıcı sakatlıklar var ve siz hala pes etmiyorsunuz.Yanlış anlaşılmasın seride durum 3-2 fenerbahçe lehine.Avantaj onlarda.Lakin son maçta son saniyede gelen o basket neyin nesiydi öyle?Söylermisiniz biz son 5 senede fenerbahçeyi herhangi bir spor dalında deplesmanda kaç kere yenmiştik?Dikkat edin herhangi bir spor dalında diyorum.Ben hatırlamıyorum.

Sözün özü avantaj fenerbahçede olsada bu maçı kendi evimizde oynayacağız.Alırsak son maçta şampiyon belli olacak.Sonuç ne olursa olsun Kewell'ında dediği gibi ''Galatasaraylı olmanın ne büyük bir ayrıcalık olduğunu'' bizlere bir kez daha gösteren bu aslan parçalarına sonsuz teşekürler.Sonuç ne olursa olsun siz gönüllerin değil yüreklerin şampiyonusunuz.Hadi beyler son topa kadar devam!!!!!!!

16 Haziran 2011 Perşembe

Tüm Zamanların En Başarılı Alman Sporcusu


NBA şampiyonluğunu Dallas'ın kazanması ve finalin en değerli oyuncusunun Dirk Nowitzki seçilmesi Amreika'daki Dallas halkını mutlu ettiği kadar Alman halkınıda mutlu etti.Çünkü Dallas'ın başarısında en büyük pay kendi vatandaşları Dirk Nowitzki'ye aitti.Nowitzki'nin kariyerinin sonlarına taktığı şampiyonluk yüzüğünün ardından almanyada şu soru ayyuka çıktı :''Tarihin en iyi alman sporcusu kim acaba?''

Almanyanın en çok okunan gazetelerinden Bild bunu bir anket haline getirdi ve tüm almanyaya sordu.Birçok sporcunu yer aldığı ankette formula 1 efsanesi Schumacher,tenisin alman yıldız Steffi Graf,elinin ayarı olmayan yıldız Dirk Nowitzki,alman futbol imparatoru Franz Beckenbauer gibi çok ünlü isimler vardı.

Ve anketin galibi 7 kez formula 1 şampiyonluğu yaşamış Shumacher oldu.Schumi oyların %28'ini aldı.İkinci sırayı  Kaiser Franz Beckhanbauer aldı.Onu üçüncü sıradan Dirk Nowitzki takip etti.

Sonuçlar ortada.Bende oy verseydim hiç düşünmeden Schumi derdim.Efsaneye yakışan bir sonuç olmuş.Yalnız farketmişsinizdir almanlar her spor dalında bir yıldıza sahipler.El attıkları her işi layıkıyla yerine getirmişler.

15 Haziran 2011 Çarşamba

Legends Never Die! #12


Lüle lüle sarı saçları ile sol kanadın otoban şefiydi.Müthiş hızı,sahip olduğu patlayıcı gücü,soldan içe kat ettiği kıvrak diriblingleri ile unutulmaz bir Torino efsanesiydi.Messi yokken zamanın Messi'ydi.2001 yılında girdiği Juventus kapısından 2009 yılında futbolu bırakana kadar çıkmadı.Juventus küme düştüğü vakit gemisini terketmedi.Zaten bizim gönlümüzü de bu hareketiyle fethetti.Takımı uğruna ikinci ligde de mücadele etti.Huzurlarınızda ''Sarı Fırtına'' Pavel Nedved.

Şampiyonluğun Olmazsa Olmazı:Savunma


''Hücumlar maç kazandırır,savunmalar şampiyon yapar''.Bu söz genel anlamda basketbol için kullanılsada futbol içinde hayli geçerli bir sözdür.Bugün avrupanın beş büyük liginde şampiyon olmuş takımları incelersek ligi şampiyon bitiren takımların ligin en az gol yiyen takımı hadi bilemediniz ikinci takımı olduğunu görürsünüz.Bu da günümüz futbolunda savunmanın ne kadar önemli olduğunu gösteren bir nokta.Yukarıdaki şema ise zamanında italyanların dünyayı kasıp kavurduğu catenaccio sisteminin basit bir şeması.İtalyanların bu eşsiz savunma sistemiyle geçmişte futbolun zirve noktası olmuştu.Tıpkı günümüzün barcelonası gibi.

Savunma yapmak ya da defans yapmak aslında sandığımız kadar nefret edici birşey değil.Tabiki tüm kurgunuzu ve oyun anlayışınızı gol yememe ve müdaafa yapma üzerine kurarsanız(misal Euro 2004 şampiyonu Yunanistan gibi) işte o zaman savunma çok çirkin bir hal alır.Bir nevi insanı futboldan  soğutur desek yeridir.Bu yüzden her takımın başarılı olabilmek adına dengeli bir futbol oynaması şarttır.Çok iyi hücum edip kötü bir savunma sahipseniz başarılı olmanız imkansızdır.Veya çok iyi savunma yapıp kötü hücum varyasyonları kullanırsanızda başarılı olmazsınız.Amacınız bu iki olgu arasında dengeyi yakalamaktır.


Aslında savunma olgusunuda hücum gibi algılayabiliriz.Nasılki hücum yapmak bir sanatsa savunma yapmakta bir sanattır.Bahsettiğim savunma salt topun arkasına geçmek değil,sistemli bir savunma anlayışı.Mesela geçen sene Mourinho'nun İnter'inin Nou Camp'ta Barcelona'ya karşı yaptığı savunmayı ders niteliğinde futbol okullarında okutabilirsiniz.Saha içerisinde kusursuz yerleşim,kademeli yardımlaşma,pas kanallarını tıkama gibi muazzam bir taktikle Barcelona'yı en son çaresiz bırakan adamdır Mourinho.

Avrupa liglerindeki şampiyonları ve yedikleri golleri şöyle bir incelersek.Premier ligde Manu sezon boyunca 37 gol yemiş.Onu bu noktada Chelsea ve M.City 33 gol yiyerek geçmişler.İtalya Seria A ise Milan sezon boyunca yediği 24 gol ile açık ara ligin en az gol yiyen takımı.La Liga'da Barcelona yediği 21 golle ligin en az gol yiyen takımı.Fransa'da Lille  36 gol yiyerek 35 gol yemiş Rennes'den sonra geliyor.Almanyada ise Dortmund yediği 22 golle  liginin en az gol yiyerek şampiyonu olmuş.Bizim ligimizde ise durum biraz farklı.Şampiyon fenerbahçe 34 gol yemiş.Takipçisi trabzonspor ise 23 gol gibi çok az bir rakam tutturmuş.Gerçi her iki takımında ligi aynı puanda bitirdiğini düşünsek bile bu durum biraz ezberleri bozmuş.Zaten fenerbahçenin bu sezonki şampiyonluğıda ezber bozan cinsten değil miydi?


Dünyanın açık ara en iyi takımı barcelonanın avrupanın en az gol yiyen şampiyonu olduğunu farketmişsinizdir.Ayrıca bu takım dünyanın en iyi hücum varyasyonları düzenleyen ekibi.İşte dediğimiz dengeli futbol bu.En iyi olmak istiyorsanız savunma ve hücum arasındaki dengeyi kurmalısınız.Ama yinede bu denge içerisinde can alıcı nokta savunmadır.Misal bu sezon Bayern Münich attığı 81 golle ligin şampiyonunda 12 gol fazla atmıştır.Lakin yediği 40 gol onu ancak üçüncü sırada tutmuştur.Keza Real Madrid'inde sezonu 103 golle tamaladığını hatırlatnak isterim.

En basitinden halı sahada bile savunma belirleyici unsurdur.Ben ne zaman halı sahada maç yapmaya kalksam önce savunmamı belirlerim.Savunma yoksa maçı asla kazamazsınız.

Tüm bunların ışığında galatasarayın da artık çok kaliteli bir savunma taviyeleri yapması gerektiğini söylemeden geçemicem.Gündemde sürekli hücum oyuncularının transferi var.Lakin ileriye Drogba'yı,kaleye Muslera'yı alsanız bile iyi bir savunma tandemi olmadan başarı gelmez.O yüzden bu takımın en elzem transfer bölgesi savunmadır.Belirtmekte fayda var.

Wimbledon 2011 Başlıyor!


Şu aralar futbol yok belki ama en az onun kadar zevkli spor dallarıyla şahane vakit geçiyor.Önce NBA serisini noktalandırdık şimdi gözler bizim basketbol finalimizde.Bir yandan formula 1'i de zevkle takip ediyoruz.Sabırla Copa America'yı beklesekte ben Wimbledon tenis turnuvasını daha bi heyacanla bekliyorum.

20 haziranda tenis dünyasının en eski ve en prestijli turnuvası başlıyor.Benimde Roland Garros'tan daha çok sevdiğim bir turnuvadır.Hazır Wimbledon'ın başlamasına 5 gün kalmışken Wimbledon tarihini çok kısa özetleyelim.

İngiltere'nin başkenti Londra'da her yıl haziran ayının son haftasında başlayan turnuva iki hafta sürmektedir.Turnavının ilk pazar günü geleneksel olarak maç yapılmaz.İlk olarak 1877 yılında oynanmaya başlanan turnuvada yazılı olmayan bazı kurallar mevcuttur.Tenisçilerin beyaz giyme zorunluluğu,korta giriş ve çıkış protokolü gibi kurallar bunlardan bazılarıdır.Wimbledon tenis turnuvası çim kortta oynanan tek grand slam tenis turnuvasıdır.Bu turnuvanın tarihine baktığımızda  erkeklerde Federer 5'i üstüste olmak üzere 6 kez turnuvayı kazanmıştır.Efsane tenisçi Pete Sampras'ın ise bu turnuvada 7 şampiyonluğu vardır.Kadınlarda son on yılda Wiliams kardedeşler bu turnuvayı domine etmişlerdir.Erkeklerde son şampiyon Nadal,kadınlarda ise  Serene Wiliams'tır.

Wimbledon sahip olduğu gelenekçi yapısıyla farklı bir turnuva.Roland Garros'taki finali gördükten sonra bu turnuvanın çok daha heyacanlı geçeceğini kestirmek zor olmasa gerek.Yaz aylarında heyacanla beklediğim bir turnuva.Wimbledon 2011 20 haziran günü NTVSPOR'da başlıyor.İzlemekte fayda var.

14 Haziran 2011 Salı

Algıda Seçici Olmak Lazım


Bugün Barcelona'nın futbol olarak geldiği nokta ortada.Tarihin en iyi takımı diyoruz bu futbol ilahlarına.Ve bütün dünya şu an onların oynadığı futbolu oynamaya çalışıyor.Gerek basit gerekse karmaşık anlamda.Fakat görünen şuki futbolun tek bir doğrusu yoktur.Bugünkü düzende herkes barcelona gibi olmak istiyor.Elbette kim onlar gibi oynamak istemezki?Fakat sorun şuki bu takım gökten inmedi.Günümüzün futbolunun zirve noktası olan bu takım çok kolay buralara gelmedi.Uzun yıllar kupada kazanamadı.Yeri geldi küme düşme noktalarında gezindi.Fakat 30 yıllık bir felsefe gelişimini sabırla uygulayarak bu noktaya geldiler.

Rijkaard galatasarayın başına ilk geldiği zaman hayatımın en mutlu günlerinden birini yaşadım.Üstüne birde Neeskens reisi duyunca çıldırdım desem yeridir.O günden sonra hayata daha farklı bi gözle bakmaya başladım.Hani yeni birine aşık olurda her gün kendinizi sebepsiz yere sırıtırken ve mutlu olurken bulursunuz yaa.İşte benim durumda böyleydi.Kolay mı bee barcelona ile duble yapmış,Messi'yi piyasaya sürmüş,bugünün barcelonasının temellerini atmış güzel insan Rijkaard galatasaraya gelmişti.


Tabiki bende herkes gibi hayallere daldım.Bizimde barcelona gibi oynayacağımızı hayal ettim.Kendi kafamdan kadro kurarken Ayhan'dan Xavi!!!!!!,Barış'tan İniesta!!!!,Sarp'tan Toure!!!!!,Arda'dan Messi,Baros'tan İbrahimoviç yaptım.Kafamda takımı bu rollerde kurguluyordum.Çift yönlü orta saha bekledim bende tıpkı Rijkaard'ın beklediği gibi.Olmayınca yine daldım hayallere Emre Çolak'tan bekledim bu görevi yapmasını.Sezonu üçüncü bitirince alışma evresidir dedik.Bak barcelona 30 yılda bu noktaya geldi dedik,sabır dedik,transfer şart dedik.Dedikte kime dedik.Yine hayallerle girdik sezona yine hüsran.Hayır o değilde akşam barcelona maçını izleyip ardından galatasaray maçını izleyince insan takımdan soğuyordu.İki saat önce İniesta'yı seyreden bu gözler aynısını Barış'tanda bekliyordu!!!!Anlayacağınız  öyle bir noktada olduğumu farkettim ki algıda seçici olmak gerek.Ben sürekli iyimser olma peşinde koşarken bu noktayı ıskalamışım.Naparsanız umut taraftarın ekmeğidir.

Rijkaard'ın eline verdik pizza yapımı için gereken malzemeleri,bunlardan bize çiğ köfte yap dedik.Olmadı olamazdı da.Rijkaard ilk senesinin sonunda üçüncü olmamız başarıdır dediği zaman futbol ulemaları çullandılar Rijkaard'ın üzerine.Zaman yine onu haklı çıkardı.Barışlarla,ayhanlarla,saplarla üçüncü olmak gerçekten büyük başarıydı..Bu konuda Bayern Münich sportif direktörü Hönees'in çok güzel bir görüşü var verdiği röportajda.Kendisine Barcelona gibi oynanılmaya çalışıldığının sorulması üzerine:

Barcelonayı kopya etmenin bir getirisi yok.Biz kendimize ait olan başarı yolumuzu çizmeliyiz.Bizim Messi'miz  Xavi yada İniesta'mız yok ve onlar bu tarzı çok uzun süre çalışarak oluşturdular.İkinci bir Barca olma çabası bizim geçmiş yıllarda yapmış olduğumuz en büyük hatalardan birisiydi.Onlara bakıp örnek almamız gereken tek şey yetenekler konusunda sabır göstermek olabilir.... diyerek devam ediyor.

İşte en mükemmel tespit.Demem o ki algıda seçici olmakta çok büyük fayda var.Her takımın barcelona tarzı futbolu oynamaya çalışması doğaldır.Bunu iyi becerenlerde var.Villareal gibi.Lakin her takımın bu şekilde oynama zorunluluğu yoktur.Bazen başarıya Dortmund'un izlediği yollada gidersiniz yada Porto'nun izlediği yollada.Önemli olan ortaya koyduğunuz felsefeye sıkı sıkıya sarılıp onu sabırlı bir şekilde devam ettirmektir.


Bundan iki sene önce çok hayal alemine dalmış olduğumu farkettim.Tabiki bizde pekala bu oyunu iyi oynayabilirdik.Fakat müthiş vizyona sahip yöneticilerimiz buna müsade etmedi.Pardon suç onlarda değildi dimi?Suç bu müthiş potansiyelli kadroyu kullanamayan Rijkaard'daydı.

Eminimki bu ülkede barcelona maçını izleyip,İniesta'ya hayran kaldıktan sonra kendi takımının maçını izlerken kendi oyuncusunun iniesta gibi oynayamadığını görünce çok küfür eden insan vardır.Algımızı bu kadar yükseğe çıkarınca bu ülkede gayet iyi oynayan birçok isim göze kötü gelmeye başlar.Beğenilmez.Demem o ki futbolun tek bir doğrusuna kilitlenmemek lazım.Her takım sahip olduğu potansiyeli en iyi şekilde işleyebilmeli.Porto başka bir doğruyla başarıya giderken,Dortmund başka bir doğruyla başarıya gidiyor.Biz ise yanlışlarla bezenmiş futbolumuzda hep bir yere gittiğimizi zannediyorsunuz ama aslında hiçbir yere gidemiyoruz.Çünkü biz gözümüzü barcelona gibi olmaya,real madrid gibi olmaya dikmişiz.İşte bütün yanlışlar bu algı hatasıyla başlıyor.

Bu arada çok dikkatle takip ettiğim,almanya konusunda bilgilerine ve görüşlerine çok güvendiğim Orhan Uluca'nın  borges bloğundaki Uli Hönees röportajını okumanınızı tavsiye ederim.Futbol üzerine çok zihin açıcı bir röportaj olmuş.

Almanya'nın Önlenemez Yükselişi


Almanlar ile bildiğimiz yegane söz Garry Lineeker'in sözüdür.''Futbol 90 dakika oynanan,sahada 22 kişinin mücadele ettiği ve sonunda hep almanların kazandığı bir oyundur''.Lineeker'in bu sözü almanların her daim,her şartta kazanmasına ithafen söylenmiş bir sözdür.Ama artık devir değişti.Almanlar artık hem kazanıyor hem de çok iyi oynuyorlar.Bununda en güzel örneğini 2010 dünya kupasında gösterdiler.Almanlar her dünya kupasının sevimsiz takımı olurken son dünya kupasında gönüllerin şampiyonu oluverdiler.Hemde tarihlerinin en genç kadrosu ile.2012 avrupa şampiyonası elemelerinde de bizim grubumuzda yer alıyorlar.Oynadıkları 7 maçtan 21 puan çıkararak 2012 biletini en erken alan takım oldular.Peki nedir bu almanların önlenemez yükselişi?Dünya kupalarında 12 kez yarı final,7 kezde final oynamış ve 3 kez şampiyon olmuş bir ülke kazanma alışkanlığının yanına nasıl güzel oynama alışkanlığınıda getirdi?Bu sorunun cevabını bulmak için biraz daha derinlere inmek lazım.

Almanya Euro 2000'de gruplardan bile çıkamayınca artık futbol anlamında bir değişime gitme kararı aldılar.Tabiki bu kararın altında sadece bir turnuvada alınmış başarısızlık yoktu.Almanların hep tartıştığı konu ''neden bizimde dünya çapında bir yıldızımız yok'' oluyordu.Dünya futbol sahnesine hiçbir zaman çok büyük bir yıldız veremediler.Brezilyalıların Pele'yi,Arjantinlilerin Maradona'yı verdiği gibi.Bu sorular üzerine ülke olarak büyük bir değişime gitme kararı aldılar.O gün aldıkları bu değişim kararı bugün bir devrim olarak karşımıza çıkıyor.


2000 yılında başatılan bu değişim sürecinde ülkenin dört bir yanında 300'ün üzerinde futbol okulu açıldı.Ve bu okulların başınada lisanslı ve profesyonel alt yapı eğitmenleri getirildi.Bu okulların görevi ülke genelindeki genç yetenekleri bulup,eğiterek alman futboluna sunmaktı.Tabiki bu oluşumun koordinatörlüğünü almanya futbol federasyonun yapıyor olması olayı çok ciddi bir şekilde organize ettiklerini gösteriyor.Ülke genelinde açılan bu okullar 11 ile 14 yaş arası 14 bin yeteneği eğitime tabi tutulmak amacıyla okullara alındı.Amaç sadece yetenekleri keşfetmek değil bu küçük çoculara küçük yaştan itibaren kazanma alışkanlığı,kaybetmeme hırsı gibi almanların vazgeçilmez özellikleri yüklemekti.

Almanya futbol federasyonu bu oluşumun yanında alman kulüplere yabancı futbol sınırlamasıda koydu.Ve her takımında en az 12 alman oyuncu bulundurma zorunluluğu getirdi.Amaç genç alman yeteneklerin önünü açmaktı.Daha sonra bu yabancı sınırlaması 2005'te kalksada 12 alman oyunucu bulundurma kuralı hep devam etti.


Bütün bu çalışmalar yavaş yavaş meyvesini vermeye başlıyordu.Tabiki yapılan bu alt yapı reviyonunda ülkelerinde sahip oldukları göçmenlerden de yaralanıyorlardı.Almanya göçmen nufusunun çok fazla olduğu bir ülke.Bu sebeple onları görmezden gelemezlerdi.2010 dünya kupası kadrosunun  %48 etnik kökeni 8 farklı ülkeden oluşan oyunculardan kuruluydu.

Çok küçük yaşlarda eğitime alınan bu gençler artık sahne almaya hazırlardı.2007 yılında Güney Kore'deki U17 dünya kupasında üçüncü oldular.2008'de ise U19 takımı Çek Cumhuriyeti'nde düzenlenen avrupa şampiyonasını kazandılar.Böylece 1992'den bu yana ilk kez bir alman genç milli takımı şampiyonluğu kazanmış oldu.2009'da iseU21 takımı şampiyonluğu kazanırken hem bu yaş kategorisinde ilk kez şampiyon oldular hemde 2009 yılı içerisinde üç farklı yaş kategorisinde şampiyonluğa ulaşan tek ülke olarak tarihe geçtiler.Ve bütün bunları başaran oyuncu topluluğunun çok büyük bir kısmı 2000 yılında eğitime alınan isimlerden oluşuyordu.


Dünya çapında yıldız oyuncumuz yok diyerek çıkılan bu yolda şu anda dünayaya Mesut Özil gibi bir ismi armağan ettiler.Mesut bir sene içerisinde Bremen takımından dünya kupasına oradanda Real Madrid'e giderek almanları adeta ihya etmiş oldu.Bernabeu'da geçirdiği bir sene içerisinde Madrid efsanesi Zidane'ın varisi olarak gösterildi.Dünya çapında yıldız oyuncumuz yok diye ağlayan bir ülkeye bundan daha iyi bir yıldız gelemezdi herhalde.Mesut'un performansı almanların gurbetçilere artık daha farklı bir gözle bakmasına neden oldu.Artık Türkiye ve Almanya arasında yeni Mesut'ların savaşını izlememiz çok yakın.

Almanya 2000 yılında giriştiği özkaynak devriminde bugün çok başarılı olduğunu kanıtladı.Almanlar bu oluşum için 100 milyon avro gibi çok ciddi yatırımlar yaptılar.Bebek yaşta eğitime aldıkları çocuklara aşıladıkları kazanma hırsı,çalışkanlık,disiplin,çelik gibi mental yapı gibi özellikleri 10 boyunca işlediler.Almanlar neden hep kazanır sorusuna bu şekilde yanıt verebiliriz.Çünkü onlar bebeklikten itibaren kazanmaya alışıyor.Olay bu kadar basit aslında....