20 Kasım 2011 Pazar

Güzel Derbilerin Takımı Beşiktaş


Kabul etmek gerekirki bu ülkenin en büyük metaforlarından birisi kesinlikle ve kesinlikle Galatasaray-Fenerbahçe derbileridir.Bu ülkenin futbol anlamında olmasada gerilim ve yüksek tansiyon anlamında zirve yapan tek maçıdır.Şartlar,sıralamalar ne olursa olsun.Her galatasaraylı için fenerbahçe maçları her fenerbahçeli için galatasaray maçları bu ligdeki her maçtan daha önemlidir.

Benim içinde öyle.Bir hafta boyunca karnınızdaki sancıyla karışık heyacan duygusu içinde beklenir fener maçları.Bir hafta boyunca kafanızda yüze yakın maç oynarsınız türlü türlü senaryolarla.Ve bir hafta boyunca her gün bir öncekinden daha fazla katlanarak artar gerlim denen o insannı kıvrandıran pis duygu.

Lakin aynı duygular bende asla Beşiktaş maçları için olmaz.Zannederimki bu her galatasaraylıda üç aşağı beş yukarı aynı şekilde cereyan eder.Keza bunu fenerbahçeliler içinde söyleyebiliriz.Fakat beşiktaş maçlarının benim gönlümde çok özel bir yeri vardır.Çünkü beşiktaş benim için her zaman güzel derbilerin takımı olmuştur.

Fenerbahçe-Galatasaray maçlarında tribündeki taraftarından tutunda sahadaki oyuncusuna kadar herkesi o kadar büyük bir gerginlik esir almıştırki bütün insanlar güzel futboldan da daha ziyade sonuca kitlenmiş vaziyettedir.Sonuç odaklı bir futbolun hiç bir zaman kimseyi tatmin etmeyeceğini hesaba katarsak bu ülkenin en büyük metaforu genelde ''dağ fare doğurdu'' olarak son bulur.Ve şöyle zihnin tozlu raflarını bir gözden geçirdiğimiz vakit kaçımızın aklında karşılıklı mükemmel bir futbol ziyafeti kalmıştırki bu derbilerden?



Bütün bunların aksine Beşiktaş kimle derbi yaparsa yapsın her daim güzel futbol ve standartların üstünde mücadele vaat eder.Kısırlığın ve temposuzluğun içine hapsolmuş bu ülkede bence standardı derbi maçlarından hep Beşiktaş yükseltmiştir.Özellikle de İnönü'deki maçlarda.

Benim için Beşiktaş derbileri demek Hasan Kabze demektir.En Olmadık bir anda en olmadık bir adamın en olmadık goller atması demektir.Benim için Beşiktaş derbileri demek Kadıköy Panteri Pancu demektir.Ezberleri bozarak kazanmak,ruhu ve mücadeleyi ortaya koymak demektir.Benim için Beşiktaş demek güzel derbilerin takımı demektir.

Tıpkısının Aynısı #1



Şu aralar Arjantin'de Colon forması giyen Chevanton ile benim unutulmaz filmlerim arasındaki yerini alan Leon filminin ustası  Jean Reno  arasındaki benzerlik insanda ''tıpkısının aynısı'' hissini uyandırmıyor değil açıkçası.

18 Kasım 2011 Cuma

Güven...


Bazen öyle bir an gelirki istediğiniz hiçbir şey yolunda gitmez.Bütün aksilikler üstüste gelir.Kurduğunuz hayaller tek tek suya düşer.İçinizdeki umut bir balon gibi sönmeye başlar.Yavaş yavaş kaderinize razı olmaya hazırlanmaya başlarsanız.İşte o anda BİRİ'ni görürsünüz.Parkenin kenarında.Çökmüş ve ters giden herşeye karşı kafasındaki isyan planını şekilllendirmeye çalışan birini.İşte o an gözünü kapatır,sadece o ADAMA güvenirsin.Çünkü bilirsinki bu ADAM güvenin tam karşılığı...

Sizin Ruhunuz Yeter!


Okuldu,yeni eve alışmaydı,bir yandan sınava hazırlanma gayreti derken bloğu iyice boşladığımız şu günlerde herşeyden çok şu takım üzerine bir iki kelam edememek çok canımı sıktı.Bu sezona dair benim içimi ısıtan en büyük şey şu takımın müthiş oyununa,mücadelesine,isyanına tanık olmak.Aslında futbol sahalarımızda görmek istediğim şeyleri parkelerde bulmak bu takımı daha bi sevmeme neden oluyor.

Yıllar boyu fenerbahçe taraftarına içten içe gıpta ettiğim bir özellikti bu:hafta sonları lig,haftaiçi parkelerde müthiş destek ve coşku ile Euro Lig heyacanı.İnsan bu coşkuyu gördükçe bu heyacanı da yaşamak istiyor.Her an,her saat,her gün sarı ile nefes alıp kırmızı ile nefes vermek istiyor.Sporun hangi safhasından olursa olsun.

Artık nasıl gıpta etmişsek,nasıl arzulamışsak çok kısa sürede mükemmel işlerle kendimizi bu arenada bulmak üstelik buram buram emek ve mücadelenin koktuğu bir şekilde buralara gelmek insana herşeyden çok daha fazla haz veriyor.Bu hazzın ve gururun yanında sonuçların pek bir önemi kalmıyor.

Dün gece Abdi İpekçi'de bu yazdıklarımın çok güzel bir özeti vardı aslında.Buralara nasıl dişimizle,tırnağımızla geldiğimizi gösterircesine...Ve asla ama asla sadece bir uğrayıp geçmek için değil sonuna kadar sınırları zorlamak için geldiğimizin bir  göstergesi.Ruh nedir,takım nedir,mücadele nedir,sallanırken yeniden ayağa kalkıp asla pes etmeme nediri herkesin gözüne gözüne sokarcasına...

Dün Barcelona gibi bu organizasyonun şampiyonluk favorilerden birine karşı çömez olarak çıktığımız maçta 20 sayı geriden gelip,maçı koparacak anları yakalayıp elimizden kaçırmış olsakta bir devin Abdi İpekçi'de 12.012 kişi karşısında nasıl şirazisinin kaydığını görmek bile bizi ayağa kaldırıp bu takımı alkışlatmaya yeter.

Sonuç mu?Yenildik...Lakin ne gam!Bu gönül sabırsızlıkla bir sonraki maça dilenmeye başladı bile.Keşke imkanlar el versede o parkelerde aynı havayı soluyabilsek.İçimizden yükselen heyacanı avuç avuç o parkeye salsak.Şimdilik imkanlar buna el vermesede elbet  birgün verecek.Elbet bizde o 12.012 kişiden biri olucaz birgün...

16 Kasım 2011 Çarşamba

Dön Baba Dönelim


Bizim köyün delisi Bilgin Gökberk yazmıştı:''Bu ülkede herhangi bir milli takım hocasının ortalama görev süresi 1.5 yıl.O yüzden isimlere çok fazla takılmayın.Nasıl olsa yeni gelecek olan teknik adamda bir sonraki turnuvaya katılamazsa gönderilir'' diye.Katılmamak elde değil.Nesneleri tartışmak yerine özneleri linç etmeyi ekol haline getirmiş bir ülke olarak şu anki yaşananlar bende sebepsiz bir dejavu hissi uyandırıyor.

Günümüzün modern futbol ortamında başa geçecek olan teknik adamı artık ırkçılık seviyesine varan ithamlarla yerli olsun tartışması yapmak,''biz duygusal ülkeyiz,bize gaz verecek adam lazım'' diyecek kadar salaklaşmak,''bizim hoca put gibi,bak Bilic'e adamın paçasından ter akıyor'' diyecek kadar cahilleşmek bu ülke medyasının sığlığının ne kadar vahim boyutlara geldiğini gösteriyor.

Ekran başında yorumcu kisvesi altında ''bizim duygularımızı öldürdüler Ercan'' diyecek kadar aptallaşmak ve bu aptalın söylemlerinin ardından koşarak bu şahsı futbol bienali kabul etmek bulunduğumuzu noktayı hak etmemizin sebeplerinden biri olsa gerek.Aynı arkadaşların 2006'daki İsviçre maçından sonra ''çok duygusalız,akıllı oynamamız şart'' diyerek nabza göre şerbet vermedeki ustalıklarını rahatlıkla görebiliriz.

Hiddink'in bu ülkede kalma süresinin azlığını eleştirebilirsiniz yada futbolcularla aynı dili konuşamamasının başarısızlığı getirdiğini de savunabilirsiniz.Tamamda abi aynı Hiddink G.Kore'de de,Avustrulya'da da,Rusya'da da üç aşağı beş yukarı aynı sürelerde görev yaptı.Ben Hiddink'in Japonca veya Rusça bildiğini de zannetmiyorum.Oralarda oluyorsa buralarda olmuyorsa dönüp aynaya bakmakta fayda var.Yada hiç gereği yok.Hiddink'in söylemleri bu ülke için zaten bir ayna niteliğinde.O söylemleri oturup,iyice bir analiz etmenin vaktidir.Hiç olmazsa böyle bir futbol filozofundan hiçbir şey öğrenemedik demeyelim cümle aleme.

AYNA AYNA SÖYLE BANA...

15 Kasım 2011 Salı

Elmalarla Armutları Karıştırmamak Lazım


Bu blogda her milli takım ile yazı yazışımda kulüpçülük anlayışının milli takım sevgisinin önüne geçmeye başladığından bahsettim.Maçlara kulüp takımı formasıyla gelmekten tutun da her milli kadro açıklandığında kendi takımından az oyuncu çağırılmasına tepki göstermeye kadar.Ve işin nihai boyutunun geldiği nokta Hırvatistan maçında bazı milli takım oyuncularına gösterilen tepki ile doruk noktasına ulaştı.

Öncelikle şuradan başlamak lazım;ben eğerki tuttuğum takımın maçını stattan izlemeye gidiyorsam(bu milli takımda olabilir tuttuğum takımda) benim takımımın formasını giyen hiçbir oyuncuyu ıslıklamam.O gün kötü oynamış olabilir veyahut rezil hatalar yapmış bile olsa o forma uğruna ter akıtan adamın emeğine saygısızlık yapmam.Bu bakımdan Hırvatistan maçında taraftarın tepkisi kesinlikle kabul edilmez bir davranıştır.Lakin bu tepkiye karşılık sahadaki milli takım futbolcusunun takındığı tutum ise hiç bir şekilde kabul edilmez bir davranıştır.

Eğerki siz zamanında artık kazanılması kesinleşmiş bir maçın son dakikalarında rakıp takımı ve taraftarını rencide edecek yukarıdaki fotodaki top kontrolünü yapıyorsanız kusura bakmayın ama sizi bu ülkede ancak kendi taraftarınız sever ve destekler.Çünkü rakibe saygı ve adamlık dediğimiz hususlardan yoksun iseniz zamanında yaptığınız küçük düşürücü hareketler asla unutulmaz.Ve gün gelir kesinlikle doğru olmasa da sizi de küçük düşürecek hareketler yaparlar.


Bu ülkede ne ekerseniz onu biçerseniz.Sahada tepki alan futbolcular Volkan Demirel ve Emre Belözoğlu ise ve bu iki oyuncu karakter anlamında birçok ortak noktaya sahip ise orada durup biraz düşünmek ve sorunu başka yerlerde aramak gerek.Kötü performansın bu tepkilerle kesinlikle lakası yok.Öyle olsaydı Fenerbahçeli Gökhan Gönül o sahada linç edilmeli veya Galatasaraylı Sabri asılmalıydı.Bu tepkilerin  sebebi oynanan futboldan çok bu oyuncuların yarattığı imajdan başka birşey değildir.Neden Egemen tepki almadı yada Gökhan Gönül veyahut Burak?Çünkü bu adamlar toptan başka bir işi olmayan sadece kendi oyununa konsantre olmuş adamlarda ondan.

Burada amacım kesinlikle yapılan tepkileri haklı çıkarmak değil.Lakin bu işi sadece körü körüne holiganizm ile yorumladığımız vakit asıl meseleyi ıskalamamak içten bile değil.Ortada bir tepki varsa önce eleştiriye kendimizden başlamak gerek.Sağa sola alkış tutup ağız dolusu küfür savurarak bu iş olmaz.Ama işin belkide en vahim boyutu ise şu; milli takım seyircisi milli takım oyuncusuna küfür ediyor milli takım oyuncuları da milli takım seyircisine...Bunun üzerine daha ne konuşulabilir ki?