20 Kasım 2011 Pazar

Güzel Derbilerin Takımı Beşiktaş


Kabul etmek gerekirki bu ülkenin en büyük metaforlarından birisi kesinlikle ve kesinlikle Galatasaray-Fenerbahçe derbileridir.Bu ülkenin futbol anlamında olmasada gerilim ve yüksek tansiyon anlamında zirve yapan tek maçıdır.Şartlar,sıralamalar ne olursa olsun.Her galatasaraylı için fenerbahçe maçları her fenerbahçeli için galatasaray maçları bu ligdeki her maçtan daha önemlidir.

Benim içinde öyle.Bir hafta boyunca karnınızdaki sancıyla karışık heyacan duygusu içinde beklenir fener maçları.Bir hafta boyunca kafanızda yüze yakın maç oynarsınız türlü türlü senaryolarla.Ve bir hafta boyunca her gün bir öncekinden daha fazla katlanarak artar gerlim denen o insannı kıvrandıran pis duygu.

Lakin aynı duygular bende asla Beşiktaş maçları için olmaz.Zannederimki bu her galatasaraylıda üç aşağı beş yukarı aynı şekilde cereyan eder.Keza bunu fenerbahçeliler içinde söyleyebiliriz.Fakat beşiktaş maçlarının benim gönlümde çok özel bir yeri vardır.Çünkü beşiktaş benim için her zaman güzel derbilerin takımı olmuştur.

Fenerbahçe-Galatasaray maçlarında tribündeki taraftarından tutunda sahadaki oyuncusuna kadar herkesi o kadar büyük bir gerginlik esir almıştırki bütün insanlar güzel futboldan da daha ziyade sonuca kitlenmiş vaziyettedir.Sonuç odaklı bir futbolun hiç bir zaman kimseyi tatmin etmeyeceğini hesaba katarsak bu ülkenin en büyük metaforu genelde ''dağ fare doğurdu'' olarak son bulur.Ve şöyle zihnin tozlu raflarını bir gözden geçirdiğimiz vakit kaçımızın aklında karşılıklı mükemmel bir futbol ziyafeti kalmıştırki bu derbilerden?



Bütün bunların aksine Beşiktaş kimle derbi yaparsa yapsın her daim güzel futbol ve standartların üstünde mücadele vaat eder.Kısırlığın ve temposuzluğun içine hapsolmuş bu ülkede bence standardı derbi maçlarından hep Beşiktaş yükseltmiştir.Özellikle de İnönü'deki maçlarda.

Benim için Beşiktaş derbileri demek Hasan Kabze demektir.En Olmadık bir anda en olmadık bir adamın en olmadık goller atması demektir.Benim için Beşiktaş derbileri demek Kadıköy Panteri Pancu demektir.Ezberleri bozarak kazanmak,ruhu ve mücadeleyi ortaya koymak demektir.Benim için Beşiktaş demek güzel derbilerin takımı demektir.

Tıpkısının Aynısı #1



Şu aralar Arjantin'de Colon forması giyen Chevanton ile benim unutulmaz filmlerim arasındaki yerini alan Leon filminin ustası  Jean Reno  arasındaki benzerlik insanda ''tıpkısının aynısı'' hissini uyandırmıyor değil açıkçası.

18 Kasım 2011 Cuma

Güven...


Bazen öyle bir an gelirki istediğiniz hiçbir şey yolunda gitmez.Bütün aksilikler üstüste gelir.Kurduğunuz hayaller tek tek suya düşer.İçinizdeki umut bir balon gibi sönmeye başlar.Yavaş yavaş kaderinize razı olmaya hazırlanmaya başlarsanız.İşte o anda BİRİ'ni görürsünüz.Parkenin kenarında.Çökmüş ve ters giden herşeye karşı kafasındaki isyan planını şekilllendirmeye çalışan birini.İşte o an gözünü kapatır,sadece o ADAMA güvenirsin.Çünkü bilirsinki bu ADAM güvenin tam karşılığı...

Sizin Ruhunuz Yeter!


Okuldu,yeni eve alışmaydı,bir yandan sınava hazırlanma gayreti derken bloğu iyice boşladığımız şu günlerde herşeyden çok şu takım üzerine bir iki kelam edememek çok canımı sıktı.Bu sezona dair benim içimi ısıtan en büyük şey şu takımın müthiş oyununa,mücadelesine,isyanına tanık olmak.Aslında futbol sahalarımızda görmek istediğim şeyleri parkelerde bulmak bu takımı daha bi sevmeme neden oluyor.

Yıllar boyu fenerbahçe taraftarına içten içe gıpta ettiğim bir özellikti bu:hafta sonları lig,haftaiçi parkelerde müthiş destek ve coşku ile Euro Lig heyacanı.İnsan bu coşkuyu gördükçe bu heyacanı da yaşamak istiyor.Her an,her saat,her gün sarı ile nefes alıp kırmızı ile nefes vermek istiyor.Sporun hangi safhasından olursa olsun.

Artık nasıl gıpta etmişsek,nasıl arzulamışsak çok kısa sürede mükemmel işlerle kendimizi bu arenada bulmak üstelik buram buram emek ve mücadelenin koktuğu bir şekilde buralara gelmek insana herşeyden çok daha fazla haz veriyor.Bu hazzın ve gururun yanında sonuçların pek bir önemi kalmıyor.

Dün gece Abdi İpekçi'de bu yazdıklarımın çok güzel bir özeti vardı aslında.Buralara nasıl dişimizle,tırnağımızla geldiğimizi gösterircesine...Ve asla ama asla sadece bir uğrayıp geçmek için değil sonuna kadar sınırları zorlamak için geldiğimizin bir  göstergesi.Ruh nedir,takım nedir,mücadele nedir,sallanırken yeniden ayağa kalkıp asla pes etmeme nediri herkesin gözüne gözüne sokarcasına...

Dün Barcelona gibi bu organizasyonun şampiyonluk favorilerden birine karşı çömez olarak çıktığımız maçta 20 sayı geriden gelip,maçı koparacak anları yakalayıp elimizden kaçırmış olsakta bir devin Abdi İpekçi'de 12.012 kişi karşısında nasıl şirazisinin kaydığını görmek bile bizi ayağa kaldırıp bu takımı alkışlatmaya yeter.

Sonuç mu?Yenildik...Lakin ne gam!Bu gönül sabırsızlıkla bir sonraki maça dilenmeye başladı bile.Keşke imkanlar el versede o parkelerde aynı havayı soluyabilsek.İçimizden yükselen heyacanı avuç avuç o parkeye salsak.Şimdilik imkanlar buna el vermesede elbet  birgün verecek.Elbet bizde o 12.012 kişiden biri olucaz birgün...

16 Kasım 2011 Çarşamba

Dön Baba Dönelim


Bizim köyün delisi Bilgin Gökberk yazmıştı:''Bu ülkede herhangi bir milli takım hocasının ortalama görev süresi 1.5 yıl.O yüzden isimlere çok fazla takılmayın.Nasıl olsa yeni gelecek olan teknik adamda bir sonraki turnuvaya katılamazsa gönderilir'' diye.Katılmamak elde değil.Nesneleri tartışmak yerine özneleri linç etmeyi ekol haline getirmiş bir ülke olarak şu anki yaşananlar bende sebepsiz bir dejavu hissi uyandırıyor.

Günümüzün modern futbol ortamında başa geçecek olan teknik adamı artık ırkçılık seviyesine varan ithamlarla yerli olsun tartışması yapmak,''biz duygusal ülkeyiz,bize gaz verecek adam lazım'' diyecek kadar salaklaşmak,''bizim hoca put gibi,bak Bilic'e adamın paçasından ter akıyor'' diyecek kadar cahilleşmek bu ülke medyasının sığlığının ne kadar vahim boyutlara geldiğini gösteriyor.

Ekran başında yorumcu kisvesi altında ''bizim duygularımızı öldürdüler Ercan'' diyecek kadar aptallaşmak ve bu aptalın söylemlerinin ardından koşarak bu şahsı futbol bienali kabul etmek bulunduğumuzu noktayı hak etmemizin sebeplerinden biri olsa gerek.Aynı arkadaşların 2006'daki İsviçre maçından sonra ''çok duygusalız,akıllı oynamamız şart'' diyerek nabza göre şerbet vermedeki ustalıklarını rahatlıkla görebiliriz.

Hiddink'in bu ülkede kalma süresinin azlığını eleştirebilirsiniz yada futbolcularla aynı dili konuşamamasının başarısızlığı getirdiğini de savunabilirsiniz.Tamamda abi aynı Hiddink G.Kore'de de,Avustrulya'da da,Rusya'da da üç aşağı beş yukarı aynı sürelerde görev yaptı.Ben Hiddink'in Japonca veya Rusça bildiğini de zannetmiyorum.Oralarda oluyorsa buralarda olmuyorsa dönüp aynaya bakmakta fayda var.Yada hiç gereği yok.Hiddink'in söylemleri bu ülke için zaten bir ayna niteliğinde.O söylemleri oturup,iyice bir analiz etmenin vaktidir.Hiç olmazsa böyle bir futbol filozofundan hiçbir şey öğrenemedik demeyelim cümle aleme.

AYNA AYNA SÖYLE BANA...

15 Kasım 2011 Salı

Elmalarla Armutları Karıştırmamak Lazım


Bu blogda her milli takım ile yazı yazışımda kulüpçülük anlayışının milli takım sevgisinin önüne geçmeye başladığından bahsettim.Maçlara kulüp takımı formasıyla gelmekten tutun da her milli kadro açıklandığında kendi takımından az oyuncu çağırılmasına tepki göstermeye kadar.Ve işin nihai boyutunun geldiği nokta Hırvatistan maçında bazı milli takım oyuncularına gösterilen tepki ile doruk noktasına ulaştı.

Öncelikle şuradan başlamak lazım;ben eğerki tuttuğum takımın maçını stattan izlemeye gidiyorsam(bu milli takımda olabilir tuttuğum takımda) benim takımımın formasını giyen hiçbir oyuncuyu ıslıklamam.O gün kötü oynamış olabilir veyahut rezil hatalar yapmış bile olsa o forma uğruna ter akıtan adamın emeğine saygısızlık yapmam.Bu bakımdan Hırvatistan maçında taraftarın tepkisi kesinlikle kabul edilmez bir davranıştır.Lakin bu tepkiye karşılık sahadaki milli takım futbolcusunun takındığı tutum ise hiç bir şekilde kabul edilmez bir davranıştır.

Eğerki siz zamanında artık kazanılması kesinleşmiş bir maçın son dakikalarında rakıp takımı ve taraftarını rencide edecek yukarıdaki fotodaki top kontrolünü yapıyorsanız kusura bakmayın ama sizi bu ülkede ancak kendi taraftarınız sever ve destekler.Çünkü rakibe saygı ve adamlık dediğimiz hususlardan yoksun iseniz zamanında yaptığınız küçük düşürücü hareketler asla unutulmaz.Ve gün gelir kesinlikle doğru olmasa da sizi de küçük düşürecek hareketler yaparlar.


Bu ülkede ne ekerseniz onu biçerseniz.Sahada tepki alan futbolcular Volkan Demirel ve Emre Belözoğlu ise ve bu iki oyuncu karakter anlamında birçok ortak noktaya sahip ise orada durup biraz düşünmek ve sorunu başka yerlerde aramak gerek.Kötü performansın bu tepkilerle kesinlikle lakası yok.Öyle olsaydı Fenerbahçeli Gökhan Gönül o sahada linç edilmeli veya Galatasaraylı Sabri asılmalıydı.Bu tepkilerin  sebebi oynanan futboldan çok bu oyuncuların yarattığı imajdan başka birşey değildir.Neden Egemen tepki almadı yada Gökhan Gönül veyahut Burak?Çünkü bu adamlar toptan başka bir işi olmayan sadece kendi oyununa konsantre olmuş adamlarda ondan.

Burada amacım kesinlikle yapılan tepkileri haklı çıkarmak değil.Lakin bu işi sadece körü körüne holiganizm ile yorumladığımız vakit asıl meseleyi ıskalamamak içten bile değil.Ortada bir tepki varsa önce eleştiriye kendimizden başlamak gerek.Sağa sola alkış tutup ağız dolusu küfür savurarak bu iş olmaz.Ama işin belkide en vahim boyutu ise şu; milli takım seyircisi milli takım oyuncusuna küfür ediyor milli takım oyuncuları da milli takım seyircisine...Bunun üzerine daha ne konuşulabilir ki?

10 Ekim 2011 Pazartesi

Mantalite Farkı


''Kimse alınmasın ama fizik olarak yetersiz arkadaşlarımız var.Ben 6 aydır oynamıyorum bir eksiğimi gördünüz mü?Bir gerçek var daha fazlasını yapabilirdik.Beraber çalışmamız,beraber yürümemiz gerekiyor.Bunu herkes kendi kafasına sokmalı.Herkesin işe kendisinden başlaması gerekiyor.Bazı şeyleri idmanda görüyoruz.Yetenekle bu iş olmuyor.Yüzde 70'i,80'i çalışma ile oluyor,beraberlikle oluyor.Eksiklerimizi masaya yatırmamız,disiplinle çalışmamız gerekiyor.''


Bu sözler Almanya maçından sonra Hamit'in söylediği sözler.Yani öyle herhangi biri söylemiyor.Futbol aklına her daim saygı duyduğum Hamit Altıntop söylüyor.O yüzden bu sözlerin ardındaki gerçekleri iyi etüt etmek gerekir.

Almanya maçının ardından ülkecek bir alman girdabına girdik.Almanların mükemmelliği karşısında bizim yetersizliklerimizin bu kadar açığa çıkması çok olay oldu.Her hattıyla mükemmelliği yakalamış Alman milli takımı ile kıyaslandığımızda bizim hanemizde hep çarpı vardı.Teknik-taktik ve fizik üstünlüğünün yanı sıra mental üstünlükleri de skoru sürpriz kılmıyor.Kimileri bu mağlubiyetin sebebi olarak Hiddink'in 1 haftadır söylemlerini gösteriyor,kimisi x oyuncunun oynamamasını,kimisi ise Hamit'in kaçırdığı gole bağladı.Lakin işin iç yüzünde çok farklı bir nokta var.O da Almanya ile aramızdaki mantalite farkı.Hamit'in söylemide bu farkı çok güzel ortaya koyuyor.

Hiddink bu ülkeye geldiğinden beri hep aynı şeyi söylüyor.''Türkiye yetenek olarak çok zengin bir ülke fakat çalışma disiplini zayıf''.Bunun sonucu olarakta hep fiziki eksiklikleri dile getirdi.Belki kaybedilen Almanya maçı için bu eksikliğin büyük rol oynamadığını söylesekte ülke futbolumuzun temel zaafiyetinin çalışma disiplini  olduğunu söylersek çok yanılmış sayılmayız.Saf yeteneğin bol olduğu fakat üstüne koyma kabiliyetinin yok denecek kadar az olduğu bu ülkede bu yüzden hep birşeyler eksik.Çok yetenekli deyipte seneler boyu yerinde sayan birçok futbolcu mevcut bu topraklarda.Yetenek olarak Almanlardan hiçbir farkımız olmamasına rağmen bugünkü A Milli Takım ile Almanya arasındaki fark onların sahip olduğu mantalitenin bizde var olmaması.Bu yüzden olsa gerek 75 milyon nüfuslü bir ülkenin yapamadığını 5 milyonluk azınlıktan yapıp,paket halinde Madrid'e oyuncu gönderiyorlar.Bu yüzden olsa gerek Hiddink yeni jenerasyonunu yaratırken takımın temelini altyapı eğitimini avrupadan almış oyuncularla atıyor,onlara daha çok güveniyor.

Milli takımlarda yeniden yapılanma,liglerde daha fazla genç oyuncuya şans verme,genç oyunculardan yeni bir jenerasyon yaratma....Sahip olmamız gereken mantalitenin olmadığı bir temelin üzerine ne kadar doğru işler yaparsak yapalım bizi arzuladığımız uzun vadeli başarılara götürmez.Serpil Hamdi Tüzün'ün de dediği gibi alınanan karar yanlışsa uygulamanın doğru olmasının hiçbir anlamı yok.


Maçtan sonra Hamit'in çıkıpta bu kadar güzel bir özeleştiri yapması ise beni hiç şaşırtmadı.Zaten bunu yapsa yapsa Hamit yapardı.Hamit gibi vizyonu yüksek oyuncuların bu takımda çoğalması dileğiyle.Çünkü vizyon gücü yüksek oyuncuların olduğu bir takımdan vizyon gücü yüksek bir futbol çıkar.Bu gerçeğide unutmadan bir köşeye not etmek lazım.

5 Ekim 2011 Çarşamba

Napoli İnanmış Beyler!


Çılgın başkan De Laurantis inanmış desek daha doğru olur herhalde.Dibe batmış bir kulübü satın alan çılgın film yapımcısı bugün Napoli'nin geldiği noktanın en büyük müsebbibi olsa gerek.6 sene önce Seri C'de mazisini arayan bir kulüp bugün şampiyonlar liginin en zor grubunda 2 maç sonunda 4 puana sahip.Geçen sezon İatlya Liginde yazdıkları tarih kaldığı yerden devam ediyor.Daha güçlü ve daha yıkıcı olarak.

Hafta sonu bizi tek maçtan yatırmış olsada İnter deplasmanında aldıkları 3-0'lık galibiyet takdire şayandı.Geçen sezonki Cavani-Lavezzi-Hamsik combosuna bu sezon Gökhan İnler ve Pandev'de dahil olunca çok seyredilesi bir takım oldular.Tarihlerinde ilk kez  katıldıkları şampiyonlar liginde yakaladıkları ritim çok iyi.Özellikle M. City deplasmanında alınan berbaerlik ve ortaya konan futbol onların çok rahat devlerle kapışabileceklerini göstergesi oldu.Üstelik avrupanın diğer pek çok takımı gibi şampiyonlar ligi-yerel lig arasındaki tökezlemeleri çok ciddi yaşamadılar.Ligde 5 maç sonunda 10 puana sahipler.

Geçen sezon izlemekten keyif aldığım3-5 takımdan biri olan Napoli'nin geldiği nokta muazzam.İyi bir takım,iyi bir teknik adam,çılgın bir başkan,büyülü bir stat ve görkemli bir mazi.E o zaman Napoli'yi izlemeye devam...

Tutku


Hayatın herhangi bir alanında hangi işle uğraşırsanız uğraşın başarınızı etkileyen en öenmli faktör sahip olduğunuz ''tutkudur''.İngilizlerin deyimiyle ambition.İçinizdeki tutkunun büyüklüğü bir şekilde ulaşacağınız başarıların büyüklüğünü bir yansımasıdır.

Aktif futbol yaşantısında 26 yılı devirmiş Alex Ferguson'un gerek F.A Cup 3. tur maçında atılan gole,gerek şampiyonlar ligi çeyrek finalinde atılan gole,gerekse Swensea maçında atılan 5. gole verdiği gol sevinci tepkisi bu adamın başarı sırrını kıssadan hisse ortaya çıkarıyor.26 yıl boyunca sahip olduğu bu tutku ona bir 26 yıl daha başarı garantisi veriyor.

Geçen pazar Fatih Terim'in Ankaragücü maçında Kazım'ın attığı golden sonraki sevinci çok dikkatimi çekti.Kimine göre abartılı,kimine göre çok itici bana göre ise oldukça tutkulu bir sevinç.

Kariyeri boyunca bundan değerli birçok gole şahit olmuş bir ismin o gole verdiğii reaksiyon Terim'in konsantrasyonunun ne kadar üst düzeyde olduğunun bir göstergesi.2 yıllık aktif dinlenmede Fatih Terim arzusunu ve tutkusunu çok iyi toplamış.Gelecek adına umutla bakmak için çok güzel donelerden biri bu olsa gerek.Başarı için gerekli olan en önemli öğenin bu olduğunu düşünecek olursak Fatih Terim'in içindeki bu tutkunun her geçen gün artması dileğiyle...

4 Ekim 2011 Salı

Kafa Karışık,Akıl Bulanık


Öğrenci evi yaşam standartlarına uyum sağlamaya çalışma,gazı kaçmış futbol ortamında sarı-kırmızı renklere sarılarak suni heyacan yaratma çabası içinde geçiyor günler.ÖSS çilekeşliğine devam ettiğimiz şu günlerde bir de üstüne fiber optik kablolulu internet dünyası elimizin altında olmayınca çok boşladık bloğu.Kafada sonu hep soru işaretleri ile biten binbir türlü sorunun olduğu şu günlerde incir çekirdeğini dolduracak kadar bile emek veremedik bloğa.Oysa burası ''benim'' olan ender yerlerden biri.Sevdiğim oyun üzerine yazarken rahatladığım,rahatlerken mutlu olduğum,mutlu olurken kendimi bulduğum bir yer.O yüzden yazmak gerek...Kafayı yavaş yavaş topladığımız,yeni hayat düzenine ufaktan alıştığımız şu günlerde bloğa da iyice ısınmak gerek.Her blogcunun ilerleyen zaman içinde başucu sözüdür ''daha sık yazmalıyım''.O zaman daha sık yazmak gerek...

22 Eylül 2011 Perşembe

Özgüven Eksikiğinin Dışa Vurumu // Karabükspor 1-1 Galatasaray


Dünyanın herhangi bir liginde herhangi bir maçta herhangi bir dakikada kırmızı kart görebilirsiniz.Burada kilit olan nokta bir kişi eksik kaldıktan sonra verdiğiniz reaksiyondur.Bu sizin oyun karakterinizi ele veren bir ipucudur.Dünkü maça bu perspektiften bakarsak daha zihin açıcı olacaktır.

15. dakikada Muslera'nın atılması ile Riera'yı kenara alan Terim Sercan'ı oraya kaydırarak olası bir Karabük yüklenmesinden oluşacak boşlukları Sercan'nın savunma arkası koşularından faydalanma amacı vardı.Doğru bir tercihti fakat bu plandan erken vazgeçildi.

İkinci yarı Sabri'nin oyuna girmesi,takım halinde tamamıyla savunmaya yaslanarak  1 puana razı olma görüntüsü geçen sezondan süre gelen özgüven eksikliğinin çok net bir göstergesiydi.Çok kötü futboldan daha çok bu kabulleniş daha vahim bir durum.Terim'de bile gözlenen bu ''yine mi?'' paniği oyunun tüm kontrölünü rakibe verilmesine yol açtı.Fiziksel yetersizlikten kaynaklanan etkili pres yapılamayışı Karabük'ün yer yer topu 7-8 dakika boyunca galatasaraya göstermemesine yol açtı.Tüm bunların altında yatan sebep ise kaybetmeye alışmış bir takımın mental zayıflığından başka birşey değil.Bu mental zayıflığı yenmenin tek yolu ise seri galibiyetler alarak kaybolan özgüveni geri kazanmaktır.


Bugünkü maça dair çıkarıbilecek en doğru sonuç bu olsa gerek.Sonuçta sahada yeni yüz kontenjanından 9 yeni isim olunca ve erken bir kırmızı kart çıkınca sonucun pek bir önemi kalmıyor.Arayış halinde olduğumuz bir gerçek.Bu takım kadrosuna en uygun sistemle ilk kez bir maça başlamamıza rağmen erken gelen kırmızı kart bu sistemi yine test etmemizi engelledi.

Yetersiz fiziki gücün haftalar ilerledikçe düzeleceğini hesabe katarsak beklemekte fayda var.Bu takımın yüksek pres gücünü kazanabilmesi için fiziki gücün maksimum seviyeye gelmesi şart.

Son olarak ufakta olsa Ufuk'a değinmek lazım.Bir kaleci hatalı gol yiyebilir,hatalı çıkış yapabilir,topu elinden kaçırabilir.Lakin o kaleci fundamental eksiklik kaynaklı hatalı goller yerse orada durup düşünmek lazım.Ve ne hikmetse Ufuk'un yediği tüm hatalı goller fundamental eksikliklerden kaynaklı...   

21 Eylül 2011 Çarşamba

Onursuzlar Birliği Vakfı


Lig maratonu öyle bir safhaya geldiki her allahın günü maç var.Fikstür öyle bir sıkıştırılmışki şöyle kafayı toplayıp etrafta ne olup bittiğini algılayamıyorsun.TFF bunu bilerek mi yaptı yoksa bilmeyerek yaptı emi değilim ama konuşu8lması,tartışılması,çok fazla dikte edilmesi gereken birçok konu arada kaynıyor.Bu da saman altından su götürmek için çok iyi bir ortam.

Kulüpler birliğinin yeni başkanı  bundan böyle Yıldırım Demirören.Kendi kulübünü yönetmekten bile aciz bir adamın kulüpler birliğini yönetme ironisini bir kenara koyarsak işin daha vahim kısmına bakmak gerek.Yıldırım Demirören seçilir seçilmez kameralara verdiği ilk demeç ''küme düşmenin kaldırılması için uğraşıyoruz'' oldu.

Bu ülkede alenen şike meşrulaştırılmaya çalışılıyor.Bütün herşeye bir kılıf geçirilmeye çalışıyor.Yaşanan tüm pislikler bir şekilde halının altına süpürülmeye çalışılıyor.Ve işin en acı kısmıda bütün bunlar çok açık seçik bir şekilde yapılıyor..

Tüm bu yaşananlardan sonra söylenecek çok fazla birşey yok.Kendi çalıp kendi söyleyen bir güruh;çocuğun oyuncakla oynadığı gibi futbolla oynuyor.Kafalarına yatanı,menfaatlerine uyanı sisteme dahil ediyorlar.Bir avuç onursuzun onursuz icraatlerinden başka hiçbir şey değil bunlar...

15 Eylül 2011 Perşembe

Tolga Zengin'e İade-i İtibar Zamanı


Trabzonspor'un tarihindeki ilk şampiyonlar ligi maçında İnter'i deplasmanda devirmesi üzerine konuşulacak çok şey var.Lakin ben yinede fotoğraftaki bu adama ayrı bir parantez açmak istiyorum.Çünkü son günlarde Trabzonspor'un kazandığı başarıların altında hep onun ismi var.Tolga Zengin'deki bu muazzam çıkış kesinlikle takdiri hak ediyor.

Bir ara takımın üçüncü kalecisi konumuna kadar düşen Tolga'nın bugün takımı için kazandığı önem paha biçilmez boyutta.Gitgide dünya çapında bir kaleci olma yolunda ilerleyen Onur'un şanssız sakatlığı bir şekilde onun şansı oldu.Bu şansı kullanmadaki gösterdiği mental olgunluk onun bugünkü kaderini çizdi.

Bize şu performansları gördükten sonra ise bu adama iade-i itibar etmekten başka birşey düşmez.Tolga Zengin'in şu azmi ve çıkışı umarım yeteneklerin üzerine yatmayı adet edinmiş bu ülke oyuncuları için güzel bir örnek teşkil eder.Ve belkide en önemlisi bizlere önce Burak Yılmaz ardında da Tolga Zengin gerçeklerini gösterdiği için Şenol Güneş'e ne kadar teşekkür etsek azdır.Çünkü bu ülke futbolunun bu tip örneklere çok ihtiyacı var.Tabi anlayana....

13 Eylül 2011 Salı

Taçsız Kral'a Saygı Duruşu

O meşhur ''ağları yırtan'' golünü anlatırken bile ezeli rakibini onore eden bir adam.

TAÇSIZ KRAL METİN OKTAY

11 Eylül 2011 Pazar

Bu Asiste Şapka Çıkarılır!!!


Güzel İnsan Güzel Başladı


Şu takımdan bir Rijkard'ın gidişi bir de Skibbe'nin gidişi bende büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır.Hevesimin kursağımda kaldığı iki isim.Ne mutluki o isimlerden biri olan Skibbe'nin yolu tekrar bu topraklara düştü.Hemde bu toprakların ateşli futbol aşığı Eskişehir semalarına.Her şerde bir hayır vardır sözünün doğruluğunu bir kezdaha anlamış oldum.Bülent Uygun gibi sevimsiz bir adamın şike operasyonları sebebiyle kulüple ilişiği kesilince Skibbe geçti başa.Çok da güzel oldu.Daha iyi futbol izlemeyi hak eden bir şehre en çok yakışacak isimlerden biri Skibbe.O güzel insan dün Beşiktaş'ı yenerek lige güzel bir başlangıç yaptı.Olurda Eskişehirspor Galatasaray gibi bu adamı yem etmezse güzel günler bekliyor olacak onları.Bizimde bir gözümüz eski dost Skibbe'de olacak bu sezon.Bu topraklarda hak ettiği değeri bulması dileğiyle...

9 Eylül 2011 Cuma

Eskilerden Kim Kaldı Be Baros


Terim'in kadro neşteri çok ağır oldu.Geçen sezonki yabancılardan Baros harici herkes bir şekilde yolcu edildi.Cana,Pino,Stancu,Culio,Zapata,İnsua,Kewell,Neil.3 ay önce bu sezonun kadrosunu kafamızda kurarken ben şahsen kendi adıma bu kadar çok yabancının gideceğini zannetmiyordum.Baros'un da gitme dedikodosunun çok sık dillendirildiğini düşününce ve geçen sezonki yerli iskeletinin hemen hemen korunduğunu hesaba katarsak ortaya çıkan sonuç şu:geçen sezonki hezimetin faturası yabancılara kesilmiş oldu.Son yılların klasik galatasaray senaryosu yani.

Terim yabancıları bu kadar kolay gözden çıkarırken muhtemelen elindeki yerli kadrosunun Euro 2008 performansına güveniyor.Bu oldukça riskli bir durum olsada yapılan yerli takviyeleri ile bu konuda oldukça yol alındı.Yinede her başarısız geçen sezonun ardından faturanın yabancılara kesilmesi oldukça can sıkıcı...

Ne Olduğunu Anlayan Varsa Beri Gelsin!!!


Yarın Allah'ın izniyle ligler başlıyor.Fakat şu son iki aydır yaşanan gelişmeler karşısında futbola karşı olan algı yeteneğimi tamamen kaybettim.Gördüklerim,duyduklarım,şahit olduklarım karşısında gün geçtikçe tepkisizleşmeye başladım.Futbola karşı felçli olma durumu.Yaşananlar karşısında çok şey söylemek istiyorum ama söyleyecek gücüm yok.Ağız dolusu isyan etmek istiyorum fakat sesim çıkmıyor.Bu yüzden olsa gerek bloğa yazmadaki isteksizlik.Yaşananlar karşısında tepkim,isyanım,fikirlerim çok boş.Çünkü bu futbol düzeninde sevdiğim oyun üstünde tek bir söz söyleme şansım bile yok.Söylesemde takan yok.İşte bu ülke futbolunun gerçeği yukarıdaki fotoğraftır.Bir avuç takım-taklavat giymiş şahsın yeşil sahalardaki hakimiyetidir bu ülkede futbol.Senin ne düşündüğünün ne hissettiğinin hiçbir önemi yok bu düzende.Sen sadece formanı al,biletini kap,maçta avaz avaz bağır sonra siktir git.Gerisine karışma.Yanlışa baş kaldırma.Hep sana dayatılanı yap.Yoksa bu godaman abilerimizin huzuru kaçar.

Daha çok değil 6 ay önce sporda şiddet yasası çıkartıldı.Kulüpler birliği yemedi içmedi siyasilerin kapılarında yattı bu yasayı çıkarmak için.Tribündeki taraftarı boyunduruk altına almak için biçilmiş bir kaftandı bu yasa.En ufak bir tepkiyi bile ortadan kaldıracak,yönetici adı altındaki şarlatanların rahatça at koşturabileceği bir yasa.Verdiler gazı verdiler gazı.Şiddet bu yasa ile bitecek dediler.Küfür edene 5 yıl hapis dediler.Hakeret edene 3 yıl hapis dediler.Bugün ise şikeyi bu ülkede meşrulaştırmak için yine siyasilerin kapılarında dört dönmeye başladılar.Kendi çıkardıkları yasayı değiştirmek için,kılıfına uygun hale getirmek için.Taraftarı kontrol altında tutmak için yaptıkları plan kendi başlarını belaya sokunca bir yusuf yusuf durumuna geçtiler.

Lig bir hengameye geldi kulüpler birliği çıktı tek ses tek yürek dedi.Sonra bir baktık Bursaspor'un beş maçlık cezası kaldırılmış.Ne oldu da birdenbire bu ceza kalktı kimse gündem sıcaklığı içerisinde sorgulamadı bile.Bursa destek anlaşmasını imzaladı fedarasyon hoooppp iki dakikada cezayı kaldırdı.Al gülüm ver gülüm hesabı...

15 gün öncesine kadar hakkımız yeniyor diyerekten bas bas bağırarak hakkını arayan bir Trabzonspor vardı bugün gıkı çıkmayan hatta yasa değişikliği için ön safta yer alan bir Trabzonspor var.Şampiyonlar ligine gidince sesini kesen bir Trabzonspor.O şampiyonlar ligine giden Trabzonspor ''yahu kardeşim ben şampiyonlar ligine gidiyorsam nerde benim şampiyonluk kupam o zaman?'' demiyor,diyemiyor.Ligin şampiyonu başkaaaaa şampiyonlar ligine giden başkaaaaa...

Anadolu kulüpleri herkesten beter.Borç paçadan akmış,yayın ihalesinden gelecek olan üç kuruş paranın derdine düşmüşler.Önüne senet konup,okumadan imzalayan cahil insan gibi.Ne derlerse başların sallıyorlar.Onlar için gelen para eksilmesin de ne olursa olsun.Yoksa yandı gülüm ketan helva!!!

Yarın lig başlıyor kimse play of'u tam manasıyla kavrayamamış.18 takımın teknik adamları bi haber bu statünün detaylarından.Şenol Güneş çıkmış bugün play of'a karşıyım diyor.E be hocam yarın ligler başlıyor sen çıkmışsın ben bu işe karşıyım diyorsun.15 gündür neredeydin allah aşkına?Yada 15 gündür niye kimse çıkıp bu saçma karara itiraz etmedi?

TFF ayrı bir yazı konusu.Ona bir yanak şuna bir makas aman şunun da gönlü olsun havasında aldıkları saçma kararlarla işi iyice içinden çıkılmaz bir hale getirdiler.Sahi Mehmet Ali Aydınlar hala o koltukta oturuyor dimi?

Kafam allak bullak.Ben bu işten hiçbir şey anlamadım arkadaş.Ağız yavanlaştı,tatsızlaştı.Hani marka değeri diyorduk,temzilenmek diyorduk,yapmışsak düşelim diyorduk...Diyordukta diyorduk.Şimdi lige başlıyoruz.Yenilenmiş,temizlenmi,marka değerini yükseltmiş bir şekilde...Hadi vatana millete hayırlı olsun o zaman...

8 Eylül 2011 Perşembe

''La Liga Dünyanın En İğrenç Ligi''


Valla bunu ben değil Sevilla başkanı Del Nido söylemiş geçenlerde.Sözleri aynen şöyle:''Lig başlar başlamaz, şampiyonluk için iki takımın aday olduğunun söylenmesi utanç verici birşey. İspanyol ligi, Avrupa'nın değil dünyanın en iğrenç ligi.''

Del Nido aslına bakarsanız bu isyanında pekte haksız sayılmaz.Son yedi yıldır La Liga'da Barcelona ve Real Madrid dışında başka şampiyon çıkmıyor.Üstelik  geçen sezon bu iki takım en yakın rakiplerine 20 puna yakın fark attılar.Bu iki takımın diğer ispanyol takımlarıyla arasındaki makas her geçen gün artıyor.Bununda en büyük sebebi  her taşın altından çıkan PARA.

La Liga'nın iki başlı bir lig olmasındaki en büyük neden Real Madrid ve Barcelona'nın her sezon dünya çapında artan ekonomik bütçesi.İspanyada özellikle yayın haklarının pekte adeletlei dağıtılmadığı sistemin bunda büyük katkısı var.Real Madrid ve Barcelona yayın haklarından yaklaşık olarak 125 milyon avro alırken arkasından en çok para kazanan takımlar Atletico Madrid ve Valencia  bu iki devin aldığının ancak üçte birini alabiliyorLa Liga'da  küme düşmeye oynayan takımlar ise yayın hakkından 12 milyon avro kazanabiliyorlar.Zirve ile dip arasındaki fark 100 milyon avronun üzerinde.İngilterede ise geçen sezon şampiyon olan  Manchester United yayın gelirlerinden 70 milyon avronun üzerinde para kazandı.En az kazanan takım olan Blackpool ise 45 milyon avroyu kasasına koydu.La Liga'daki bu adaletsiz gelirdağılımı yıllardır tartışılan bir konu.Pastadan en büyük payı bu iki takım alınca diğerlerine pek birşey kalmadığı açıkça görülüyor.

Kulüp takımlarının en büyük gelirinin yayın haklarından gelen para olduğuna düşünecek olursak bu kulüplerin bütçesini de çok ciddi şekilde etkiliyor.Barcelona ve Real Madrid'in kulüp bütçeleri 500 milyon avroya yaklaşmışken La Liga'da başka hiçbir takımın bütçesi 100 milyon avroyu geçmiyor.

Uçurumun bu kadar fazla olduğu bir ligde rekabetten bahsetmek pek mümkün değil.Bundan 7-8 yıl önce Derportivo,Valencia gibi ekiplerin şampiyon olduğu bir ligde şu an bu ancak bir hayal olarak duruyor karşımızda.Bütün bunları düşündüğümüz vakit Del Nido'nun bu çıkışını biraz olsun anlayabilmek gerek.

Ayna Ayna Söyle Bana...


Hiddink'in milli takımın başına geçtiğinden beri söylediğim tek birşey var:Hiddink bu ülke futbolu için bir şanstır.Bunu söylememin sebebi ise kariyeri,kazandığı başarıları için falan değil.Hiddink bu ülke futbolu için büyük bir şanstır çünkü bizi bize en objektif,en gerçekçi şekilde anlatacak olan içimizdeki bir Hollandalıdır.Hiddink bizim sorunlarımızı çekinmeden yüzümüze vuracak kadar realist biridir.Ve bu sorunların üstüne gidecek kadar cesaretli.O yüzden Hiddink'ten hiçbir şey öğrenemesek bile her kurduğu cümlenin satır aralarını çok iyi incelemek gerek.Çünkü o satır aralarında bizim ne olduğumuzu çok net bir şekilde anlatıyor.

FourFourTwo'nun eylül sayısında Hiddink ile yapılmış çok zihin açıcı bir röportaj var.Hiddink röportajın bir kısmında milli takımın son 30 dakikalarda oyundan koptuğunu söylüyor.Ve röportajı yapan arkadaşın ''bu sorun nasıl giderilir?'' sorusuna verdiği cevap ise aynen şöyle:''Elbette bu sorun antremanlarla çözülebilir.Ama bunun için sezon boyunca kısa aralıklı yoğun antremanlar yapmanız gerekir.Eğer bunu yaparsanız vücudunuz da otomatik olarak 90 dakikaya hazır hale gelir.Ben maalesef türkiyede bazı futbolcuların sezon boyunca yeterince iyi çalışmadığını gözlemliyorum:''

Küçük ama çok fazla şeyler anlatan bir anekdot.İşte Hiddink'in bizim aynamız olduğuna en güzel kanıt.Bu cümleyi bu ülkede ne Fatih Terim kurabilirdi ne de Ersun Yanal.Bugün bu özeleştiriy yapacak adam yarın milli takımdan ayrılıp herhangi bir kulübün başına geçtiği zaman yine aynı oyuncuları çalıştıracağı için bunu söyleyemezdi.Hatır-gönül ilişkisi diyelim.Ama Hiddink için problem yok.O işini yapar ve Hollanda'daki malikenesine çeker gider.Onun bu topraklarda herhangi bir çıkar ilişkisi olmaz.

Belçika deplasmanından bir puan aldığımız vakir Hiddink'in ''bu büyük bir başarı'' sözü bu toprakların çok bilmiş spor yazarlarını çok kızdırdı.''Olur mu öyle şey.Bu adam milli takımın büyüklüğünden bi haber...'' nidaları arasında Hiddink'i çarmıha gerdiler.Onlara göre biz aslanız kaplanız,iç-dış farketmez önümüzü geleni tokatlamalıyız.İşte bu mantık yüzünden tarihimizde sadece bir dünya kupasına katılma başarısı gösterdik.Çünkü bu oyunu akıllı oynamayı beceremediğimiz için.Çünkü her maça vatan-millet sakarya modunda çıktığımız için.Çünkğ yeri geldiği zaman 1 puanın da önemini kavrayamadığımız için.

Hiddink'in bu milli takıma kazandırdığı en büyük yetidir bu akıllı oynama becerisi.Elindeki şartlara göre hareket etme hali.Eski tarz milli takımın Avusturya deplasmanından eli boş dönmesi içten bile değildi.Hurraaa hücum taktiği bizi çok rahat ipe götürebilirdi.

Yine aynı röportajda Hiddink türk oyuncusunun en güçlü yanı olarak yeteneği gösteriyor.Ama o yeteneğin  fizksel olarakta,taktiksel olarakta,mental olarakta harmanlanması gerektiğini söylüyor.Kısaca bu ülkede yeteneğin çok üst düzey olduğunu ama zihinsel yeteneğin çok zayıf olduğunu belirtiyor.

Bu adama kulak vermek lazım.Çünkü bu adam türk futbolunun aynası.Her lafına hödö hödö etmek yerine dönüp aynaya bakmakta çok fayda var.Hiç olmazsa ne olduğumuzu anlamak için.

3.411




Xavi'nin geçen sezon La Liga'da yaptığı başarılı pas sayısı.Bu alanda avrupanın açık ara  en başarılı oyuncusu.Xavi'nin yakaladığı bu başarılı pas yüzdesi Premier Lig,Bundesliga ve Seri A liderlerinden 1000 tane daha fazla.Messi,İniesta,Fabregas iyi hoşta bu adam bu takım için çok farklı.Şu rakamlar onun yokluğunda Barcelona'nın ritminin niye bozulduğunu çok iyi açıklıyor.
                                                                                              Kaynak:FourFourTwo Eylül Sayısı

5 Eylül 2011 Pazartesi

Milli Takımda Hizipçilik


Kazakistan maçında Emre'nin sakatlığı ve Selçuk'un kart cezası sonrası orta sahada meydana gelen boşluktan dolayı kadroya Yekta'nın çağrılması ile milli takımda ''hizipçilik'' mevzusu yine,yeni,yeniden gündeme geldi.Özellikle Necip'in kadroya alınmamasına istinaden bu konuda çok ısrarcı bir grup var.Hemde hiç azımsanmayacak bir grup.

Dün Arpacı (Travisbickle) ile bu konuyu tweeterda  uzun uzun tartışmamıza rağmen hiçbir sonuca varamadık.Travisbickle bu konuda çok ısrarcı.Bu takımın kendi milli takımı olmadığı yönünde çok ciddi eleştirleri var.Milli takımda Oğuz Çetin'in bu konuda çok etkin rol oynadığına inanıyor.Bende bu konuda kendimi 140 karakterle ifade edemeyince bu mevzu üzerine bir iki şey karalamak istedim.Eğerki yazacak olursa Travisbickle'de kendi düşüncelerini ifade eder bu blogda.

Milli takım olgusuna kulüpçülük zihniyeti ile yaklaşmak her geçen gün artmaya başladı.''Bizim takımdan niye bir kişi varda o takımdan altı kişi var...'' diye başlayan ve her milli maça üstünde kulüp takımı forması ile gitmeyi adet haline getirmiş bir kitle.Travisbickle'ın bahsettiği kulüpçülük zihniyeti bence taraftarların zihninde var.Milli olguyu kendi kulüpleri özeline indirerek bu noktada bile rekabet yaratma peşinde olan bir toplum.

2006 yılında ''Hakan Şükür milli takımda niye yok'' diye aylarca tartıştık Yıl 2011 hala aynı mevzuları konuşuyoruz.5 yıllık süreçte bir baltaya sap olamamızı açıklamak için bu anektot bile yeterli bence.Bir şekilde milli olguya sahip çıkmak yerine ''o niye var,bu niye yok'' demek sığ bir düşünceden ileriye gitmiyor artık.

Bugün ben dahil çok büyük bir kesim Necip'i bu kadroda görmek istiyor.Hiddink almadı,tercihidir.Lakin ilk zamanları Topal'ı da kadroya almayıp sonra onu bir şekilde bu kadroya monte eden o.Bir süre sonra Necip'te bu kadronun bir parçası olacaktır.

Travisbickle sürekli olarak Gökhan Zan'ın bu kadroda olmasını sorguluyor.Ben de diyorumki ''göster bu ülkede adam gibi stoper de onu alsın'' diyorum.Söylediği tek isim Emre Güngör.Bu takımda ha Emre Güngör oynamış,ha Gökhan Zan,ha Egemen.Hepsi üç aşağı beş yukarı aynı seviyenin adamı.Ha şayet Gökhan'dan on numara daha iyi stoper varda alınmıyorsa evet o zaman gerçekten bir ''adamcılık'' meselesi vardır bu milli takımda.

Dünya futbolunda milli takım antrenörleri artık milli takımda kulüp havası yaratmak istiyorlar.Dünya futbolunun sıkışan takvimi ile milli maçlar senede 5-6'yı geçmiyor.Bu kadar dar zamanda bir takım ruhu yaratmak çok zorlaşıyor.O yüzden belli bir oyuncu havuzu içerisinde sakatlıkalara ve form durumlarına göre 25-30 kişi arası bir oyuncu aralığı seçip onlarla bu serüvene başlıyorlar.Kemik kadro üzerinde belli bir şablonu oturtmak istiyorlar.Yoksa her milli maç haftası form durumuna göre bir milli takım çıkartılsa senede 100-150 kişi milli olurdu herhalde.Bu yüzdenki Löw Euro 2008'de kendi takımında oynamamasına rağmen Podolski'yi ilk on bire koyup ondan çok iyi verim aldı.Yada bir diğer açıdan bakacak olursak Maradona 2010 dünya kupası hazırlığı boyunca yüze yakın oyuncu kullanıp dünya kupasında hezimete uğradı.Burada asıl mevzu kemik bir kadro kurup bir iki oynama ile büyük turnuvalara hazırlanmaktır.Gökhan Zan'ın sürekli bu takımda rotasyon elemanı olarak bulunmasını belki böylece daha iyi anlayabiliriz.

Milli takımdaki kulüpçülük iddası da bana bir o kadar saçma geliyor.Ülke futbolunun büyükleri olarak elit seviyede mücadele eden takımlardan bir milli takım kurmak herhalde bir tek bizim ülkemizde yadırganacak bir durum olsa gerek.Bunu söyleyenler Yekta'nın Kasımpaşa'da milli olduğunu,Çağlar'ın Denizli'de oynarken milli olduğunu,Emre Güngör'ün Gaziantep'te oynarken de milli takıma çağrıldığını yada Ceyhun'un 3.lig ekibi Unterching'de oynarken milli olduğunu ıskalıyorlar herhalde.

Gelelim asıl mevzuya.Emre ve Selçuk'un olmadığı şu dönemde Necip'in kadroya çağrılması çok mantıksız olurdu.Emre ve Selçuk gibi oyunu dikine oynayan(özellikle Emre),pas yetisi çok yüksek olan iki oyuncunun yokluğunda defansif meziyetleri daha ağır basan bir Necip'i almak zaten kadroda bu özellikleri barındıran Topal,Selçuk Şahin tipi oyunucu sayısını üçlemek demek olurdu.Necip bu iki oyuncudan daha iyi top yetisine ve daha fazla dinamikliğe sahip olsada şu şartlar altında Seçuk ve Emre'nin hücum varyantasyonunu giderecek bir oyuncu değil.Ülke futbolundada bu tip kaç tane oyuncumuz varda Yekta'ya burun kıvırılıyor anlamış değilim.Bence asıl tartışılması gereken konu Necip'in şimdi niye aday kadroya alınmadığı değilde daha önceden neden aday kadroya alınmadığı olmalıdır.

Bu işlere ayırdığımız zamanı ve enerjiyi milli takım haftasından zevk almaya ayırsaydık şu anda keyifli sohbetlerimiz olacağına şüphe yoktu.Her milli takım haftasında aynı konuları konuşmaktan sıkılmayan bir toplum haline geldik.Kendi takımlarında kalifiye yerli oyuncu eksikliğini göz önüne almadan milli  takımda ''niye bizden bu kadar oyuncu gitmiyor'' diyenlere de eyvallah baboş demekten başka birşey gelmez elimden.Bir şekilde bu mecraya da taraftarlık tutumunu katmak işi çok tatsızlaştırıyor.

4 Eylül 2011 Pazar

Adnan Süvari'li Bir Göztepe Hikayesi


İzmir şehrinin futboldaki geçmiş başarılarını düşününce şimdiki hal ve durum karşısında derin bir iç çekmemek elde değil.Yıllardır süper lige bir türlü takım veremeyen İzmir;bu sene daha büyük bir şoku yaşadı.İzmir futbolunun lokomotiflerinden biri olan Altay Bank Asya'da tutanamayıp 2. Lig'in yolunu tuttu.Her sene ha çıktık ha çıkacağız diye bekleyen İzmir halkı için acı bir sürpriz oldu bu durum.

Aslında yaşanan süreç bu acı sürprizin habercisi gibiydi.Kötü planlamalar,günü kurtarmak adına alınan kararlar,hesapsız harcamalar,İzmir halkının takımlarına yeteri kadar sahip çıkmaması,peçete değiştirir gibi teknik direktör değiştirmeler ''acı ama gerçek'' olgusuna götürüyor bizi.Oysa İzmir yıllar önce türk futboluna yön veren bir şehirdi.Attıkları yenilikçi adımlar ile sadece türkiyede değil avrupada da ses getiren bir takıma sahiptiler.Bu etkiyi yaratan ise Adnan Süvari komutasında bir avuç İzmir delikanlısından oluşan Göztepe efsanesi idi.

1925 yılında kurulan Göztepe'nin aslında ilginç bir kuruluş hikayesi vardır.Altay Spor Kulübü çatısı altında bulunan bir grup genç bir seyahat esnasında takım arasında çkan anlaşmazlıktan ötürü Altay bünyesinden ayrılıp Göztepe Gençlik Kulübünü kuruyorlar.Dönemin İzmir futbolunun öncüsü olan Altay'a büyük darbe vuran bu olay yeni kurumun ilk adımları oluyor.


Türkiye'de profesyonal liglerin kurulmasından önceki dönemde(1959'dan önce) Göztepe'nin yerel başarıları aslında gelecekteki başarılara bir nebze olsun ışık tutuyordu.1950 yılında İstanbul şampiyonu Beşiktaş,İzmir şampiyonu Göztepe,Ankara şampiyonu Gençlerbirliği ve grup şampiyonu İzmir Kağıtspor'un katıldığı Türkiye Şampiyonluğu Kupasını kazanarak bu kupayı İzmie'e kazandıran ilk kulüp olur.Bu dönem içerisinde kazanılan 6 İzmir şampiyonluğu Göztepe'nin henüz oluşmaya başlamış temelerini sağlamlaştırıyordu.1959 yılında profesyonel liglerin kurulması ve 1960 yılında Adnan Süvari'nin teknik adamlık koltuğuna oturması Göztepe efsanesinin miladı kabul edilir.

Futbol oynadığı dönemlerde Tekstil Mühendisliği için eğitim amaçlı İngiltere'ye giden Süvari burada geçirdiği üç buçuk yıl boyunca antrenörlük kurslarına da giderek futbol tutkusunun yanına teknik donanımı da eklemiştir.Sürekli olarak öğrenmeye ve yeniliklere açık olan Süvari;dünya kupalarını yerinde izleyerek futbolun son yeniliklerini etüt eden tam bir futbol entellektüelidiydi.Sürekli hücumu düşünen,takım oyununu nihai hedef olarak belirleyen,bireysel oyuncuların ön plana çıkmasını katiyetle istemeyen Süvari bu görüşlerle Göztepe'nin başına geçti.

Yıllar boyu aynı kemik kadro yapısında felsefesini dikte eden Süvari ve Göztepesi 1964-65 sezonunda daha sonra Uefa Kupası adını alacak olan Fuar Şehirleri Kupasında mücadele etmeye başlar.1964-67 yılları arasında 3 sezon boyunca ilk turda elenir Göztepe.1967-68 sezonunda ise yıllar boyu birlikte oynamanın getirdiği avantaj ve atılan doğru adımların sonucu önce Antwerp ardından da A.Madrid'i eler.Daha sonraki turda Vojvodina'ya elenilsede İzmir'de kazanılan 3-0'lık A.Madrid zaferi Göztepe tarihinin en unutulmaz maçlarından birisi olmuştur.


Bir sonraki sezon sırasıyla Marsilya,Arges Pitesti,OFK Belgrad'ı eleyerek çeyrek finale çıkan Göztepe Hamburg'un kupadan çekilmesiyle kendisini yarı finalde bulur.Macar ekibi Ujpest'e elenselerde ilk kez bir türk takımı avrupa kupalarında yarı final görmüş olur böylece.

Fuar Şehirleri kupasındaki başarının yanı sıra 1968-69 yılında kazanılan Türkiye Kupası ile Göztepe kendisini bir üst seviyede bulur:Kupa Galipleri Kupası.İlk turda US Lüksemburg'u kolay geçen Göztepe'nin karşısında zorlu rakip Cardiff çıkar.İzmir'de alınan 3-0 lık galibiyet onları çeyrek finale çıkartır.Çeyrek finalde Roma'ya elenilsede Göztepe efsanesi avrupada alıp başını yürümüştür.

1964-1971 yılları arasındaki Göztepe Ali Artunerli,Kaynana Gürselli,İngiliz Nevzatlı,Çağrı Çağlayanlı,Buldozer Fevzili,Fuji Mehmetli kadroyla avrupayı salladığı gibi türkiyede de bu dönem
 içerisinde 2 Türkiye Kupası ve 2 Cumhurbaşkanlığı Kupası kazanmıştır.


İzmir şehrinden çıkan Göztepe efsanesi başlarında bir İzmir beyefendisi olan Adnan Süvari ile tüm dünyaya yayıldı.İdealist bir adamın etrafında toplanan inançlı bir avuç gencin yazdığı bu hikaye bugün bile heyacanını korumaktadır.

2006-2007 sezonunda amatör kümeye kadar düşen bugünün Göztepesi ise yavaş yavaş toparlanmaya çalışıyor.Bu sezon Bank Asya'da mücadele edecek olan Göztepe,Ali Gültiken önderliğinde sağlam adımlar atıyorlar.Tarihlerinden feyz alan Göztepe yeniden ait olduğu yere dönmek istiyor.

Bizde bu sene İzmir'deyiz.Her hafta Alsancak Stadında Göztepe'yi yakın takipte olucaz.Alsancak'tan edindiğimiz Göztepe izlenimlerini de sık sık bu blogda paylaşırız artık....

3 Eylül 2011 Cumartesi

''İnsan''


Steed Malbreanque ST. Etienne yeni transfer olmasına rağmen futbol hayatına nokta koyduğunu açıklamış.Sebebi ise oğluna kanser teşhisi konması...30 yaşındaki futbolcu çocuğuyla bu zor zamanında daha fazla ilgilenmek adına böyle bir karar aldı.


Hayatta bu tip olaylarla karşılaşınca kendi sıkıntılarıma üzülmemin çok yüzsüzce olduğunu düşünüyorum.Kendi iç dünyamda büyüttüğüm acınası sorunlarım bu tip sıkıntıların karşısında çok acizleşiyor.İşte o zaman anlıyorumki hayata karşı çok fazla küstah olmamak gerek.


Futbolculuk zor zanaat.Biz her ne kadar halı saha moduna indirgesekte...Bir nevi özgürlükleri kısıtlanmış bir meslek.Bir adam oğluyla daha fazla ilgilenmek için bu mesleği bırakıyorsa varın gerisini siz düşünün.Goller,asistler,kupalar,fahiş bonservisler,flaş transferler...Hepsinin içi boşalıyor işte bir anda.Futbol hayatın bir tezahürü ise al sana futbol al sana hayat.İki olguyu birbirinden ayırmak imkansız.Sahada ter akıtan adamın da senin benim gibi insan olduğunu anladığımız vakit futbola bakışımız çok evrilecek.İşte o zaman bu oyundan alınan zevk daha da artacak.

Sahadaki bir futbolcu...Herşeyden öte insan...Bunu iyi algılamak gerek.Malbranque bugün çoğu kişinin tanımadığı bir futbolcu olsada çoğu kişinin tanıdığı bir insan.Çoğu kişinin bildiği bir hikaye.Ama hep ıskalanan bir gerçek.Bu gerçeği ıskalamamak dileğiyle Malbranque ailesine acil şifalar...

1 Eylül 2011 Perşembe

La Mano De Dios


Geçen gün Ntvspor'da Gol programında denk geldim bu videoya.Fakat programda kısa kesmişler videoyu.Tamamını buldum ve o günden beri kaç kez dinlediğimi inanın hatırlamıyorum.Şarkının sözlerinin arkasında Maradona'nın hayatı gizli resmen.Bu adamı sevmek için çok sebep var aslında...

Trabzonspor Ve Slovak Akımı


Herşeyden önce TFF'nin hem Trabzonspor'a hem de Fenerbahçe'ye verecek çok hesabı var.Transfer sezonun bitmesine sayılı günler kala gelen şampiyonlar liginden men kararı iki kulübün de kimyasını çok bozdu.Trabzonspor tarihlerinde ilk kez katılma hakkı elde ettikleri şampiyonlar ligi için çok seviniyor olduklarından olsa gerek bu durumu ıska geçtiler.Sonuçta en fazlasından avrupa ligi gruplarına göre oluşturulmuş kadroyu 2-3 gün gibi kısa sürede şampiyonlar ligi seviyesine getirmekten bahsediyoruz.Şampiyonlar liginden gelen para olsa da transferin son gününde avrupadan elit oyuncu bulmak neredeyse imkansız.Fenerbahçe içinse tam tersi geçerli.Şampiyonlar ligi ayarında bir takım kurmaya çalışırarken birden kadro küçültmeye başladılar.Bu ani karar hem trabzonspor'un hem de fenerbahçenin tam manasıyla hazırlanamadan sezona başlamaları anlamına geliyor.Bunun arkasında yatan neden ise TFF'nin bu kadar ciddi bir kararı son ana bırakmasıdır.TFF'nin yönetimsel zaafları bugün bu iki kulübü de mağdur etmiştir.

Biz işin futbol kısmına trabzon cephesinden bakacak olursak şampiyonlar ligine hazırlık için alınmış üç oyuncu mevcut.Marek Cech-Marek Sapara-Robert Vittek.Transferin son gününde elinizde 20 milyon avro para mevcut olsa da kimse son dakikada en iyi ismini vermez.Trabzon'da bunun sıkıntısını çekti.Para var ama alınacak oyuncu yok.Yapılan üç transferde şampiyonlar ligi standardı için çok yetersiz.Trabzonspor'un düştüğü grubun oldukça dengeli(özellikle İnter'in dışındaki üç takımın hemen hemen yakın seviyede olduklarını düşünecek olursak) bir grup olduğu için yapılacak olan kaliteli takviyelerle gruptan çıkma şansının oldukça yüksek olacağını hesaba katarsak kötü bir durum oldu.


Üç slovak oyuncunun kadro çeşitliliği sağlamasını da hesaba katarsak ülke şartları için oldukça iyi transferler.Fakat uluslararası arena için yetersiz.Özellikle bu turnuvalarda oynama alışkanlığı kazanmış ekipler karşısında.Son dakika acelesi ile yapılan bu transferler bu ligin müdavimleri karşısında fark yaratacak isimler değil.

Trabzonspor'un şampiyonlar liginden gelen parayı verimli kullandığını söylemek imkansız.Fakat bu kadar kısıtlı zaman içerisinde de çok fantastik hamleler beklenemezdi zaten.Şu şartlar altında iş yine Şenol Güneş'in becerisine kaldı. Yaratacağı takım kimyası ile tıpkı geçen sezon olduğu gibi bu sezon da ''iyi'' futbolculardan kurulu olan bu takımı ''çok iyi'' futbolculardan kurulu olan takımlarla yarıştırabilir.Sonuçta yapmadığı şey değil...

Sebastian Coates-Marcelo Estigarribia & Bir Transferin Anatomisi


Bir transferin mantığı basittir aslında.Takımda herhangi bir bölgede sıkıntın vardır veyahut o bölgedeki oyuncnun kaybetmişsindir.Bir analiz yaparsın ve eksik bölgeni tespit edersin.Daha sonra bütçene ve maaş şartlarına uygun bir isim ararsın dünya futbol piyasasında.Bazı kulüplerin çok önceden hazırlanmış shortlist'leri vardır.Uzun süredir takip ettikleri isimler.Uzun süredir takip ettikleri bu isimlerin verilerini inceleyerek bir karara varırlar.Bazı kulüpler ise menajerlerle çalışırlar.Eksiği gediği neyse söylerler ortak çalıştıkları menajere o da listesinde kim kim yok döker ortaya.Beğendiğini,kafana yatanı,bütçeni uyanı alırsın.

Üç aşağı beş yukarı avrupada bu işler böyle yürür.Birde önemli turnuvalar vardır.U-20,U-19,U-17 Dünya Kupaları,Avrupa Şampiyonları,Copa America,Toulon Turnuvası,Afrika Uluslar Kupası...Bu turnuvalara gözlemci gönderirsin ve radarına giren oyuncuyu listene yazarsın.Süreç içindeki gelişimine ve olabilirliğine bakarsın.Kafana yatarsa alırsın.Özellikle alt yaş kategorilerinin olduğu turnuvalar büyük önem arz eder.Genç isimlerin saf yeteneğinin en bariz görüldüğü turnuvalardır bunlar.İşlenmemiş ham yetenek.İlk keşfeden olmak büyük önem arz eder böyle durumlarda.Bu yüzdendirki bu tip turnuvalara yüzlerce yetenek avcısı gönderilir.Hepsi ilk keşfeden olma derdindedir.




Gelelim asıl mevzuya.Daha bu yaz Arjantin'de Copa America heyacanı yaşadık.Geceleri yemedik,içmedik maçları takip ettik.Birçok ülke gibi bu ülkede de canlı yayınlandı maçlar.Ve birçok takım gözlemcisini gönderdi bu turnuvaya.Hadi gözlemciyi boşver birçok teknik adam da sen,ben gibi geçmiştir gecenin bir yarısı ekrana izlemiştir maçları.Benim yaptığım gibi muhakkak almışlardır ellerine kağıdı kalemi ''dikkat edilmesi gerekenler'' başlığı altında birkaç oyuncu ismi karalamıştır.Yapmamışlarsada hafızaya bir iki isim not etmişlerdir.

Turnuvayı izleyen ve az buçuk futbolu bilen her adam kupayı kaldıran Uruguay'ın sağlam savunmacısı 20'lik Coates ile Paraguay'ın fırtına sol açığı 23'lük Estigarribia'yı muhakkak akıllarına kazmıştır.Sorun şuki senin benim aklıma kazınan adam niye bizim kulüplerimizin aklına kazınmıyor?

Galatasaray Arda gittiğinden beri cayır cayır sol açık arıyor.Transferin son gününde artık avrupa futbolunda ıskartaya çıkmış adamların peşinden koşuyoruz.Kimse transferin son gününde en iyi adamını satmak istemez.Iskartaya çıkmış veya şişirilmiş bonservis ve maaşlarıyla almaya kalktığımız adamların peşinden koşarken harcayacağımız zamanı daha 2-3 gün önce Juventus'a giden Estigarribia'ya harcasaydık muhtemelen iyi bir trasnferin yanında geleceğe dair önemli bir yatırımda yapmış olurduk.

Fenerbahçe uzunca bir süre artık 31 yaşına gelmiş ve fahiş bonservis ücretinin istendiği Yobo'nun peşinden koşacağına Lugano'ya bir haber salıp daha dün Liverpool'a transfer olan Coates'i İstanbul'a getirttirebilirdi.

Avrupada transferin hangi şartlarla gerçekleştiğini yukarıda sade bir şekilde anlattık.Bu ülkede ise transfer tek bir kıstasa göre gerçekleşiyor:sükse.Transferin başarısı taraftar ve kamuoyu nezdinde ne kadar sükse yarattığına bağlı.Aldığı adamın ismi onun kariyer grafiğinden önce geliyor.


Ve son olarak daha birkaç hafta önce Kolombiya'da düzenlenen U-20 Dünya Kupası sona erdi.Peki kaç kulüp bu turnuvaya gözlemci gönderdi?Gözlemciyi geçtim acaba kaç yönetici ve teknik adam bu turnuvayı televizyondan takip etti?

31 Ağustos 2011 Çarşamba

Antu ve İnsanlık ?



Hani bazen insanın kanı donar ya,inanmak istemezsin. Bugün trabzonspor tesislerinde yangın çıktı ve haberlere bakıyodum antu.com'a da bakmak istedim,aslında biliyordum gelebilecek tepkileri ama insanların bu bayram gününde! ki sorsan hepsine müslüman,milliyetçi vatanperver insanlar! onların hepsinin geçmişini sikeyim. Gerçekten bu kadar olmaz,bu seçtiklerim sadece 2 sayfalık bir bölüm,bu satırları yazdığımda 7 sayfa yazı vardı,aralarında iyi niyetli insanlar var onların yorumu da 'cana gelmesinde mala gelsin,bunu hakediyolar' Bu yani,bu yorumu insiyatifli olarak gördüğüm bir forumdan bahsediyorum,bir insan topluluğundan bahsediyorum.Gerçekten acı verici,beddua topicleri mi dersin ne ararsan var. Bu konu hakkında lucarelli-breitner.blogspot.com ' da ozan abi de bi yazı yazmıştı,ben onun kadar sert girmiyorum fakat yani bu kadar da insanlıktan çıkılmaz. Her toplulukta var bu tip adamlar ama gerçekten ben bu kadarını bir araya toplayan bir arma da görmedim yani. 10 insandan sadece 2si 3ü aklı selim,diğerlerinin hepsi bu kafada. Diyorum empati yapayım.Bu süreç zor bir süreç ama bu kadarını da yapabileceğimi sanmıyorum. Gerçekten yazık,bu insanlarla aynı toplumda yaşadığım için utanıyorum kendimden ve tiksiniyorum.

resmi büyültmek için üzerine tıklamanız yeterli.

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Avrupanın Golcüleri Formda


Avrupada bu hafta bol gollü maçlara ve golcülerin üstün performanslarına tanıklık ettik.Almanya,ingiltere ve ispanyada golcüler şov yaptı desek yanlış olmaz herhalde.

İngilterede bu hafta Manchester kenti Londra'ya acımadı.Haftanın en flaş sonucunda Manu Arsenal'i sahasında 8-2 ile geçerek tarihin en farklı galibiyetlerinden birini aldı.8 gollü galibiyette Rooney 3 golle en büyük katkıyı yapan isim oldu.

İngilterenin diğer bir maçında Tottenham White Hart Lane'de Manchester City'e 5-1 kaybederken maçın yıldızı 4 gol atan Dzeko idi.

La Liga'nın ilk haftasında Real Madrid Zaragoza'yı 6-0 ile geçerken gollerden 3 tanesi Ronaldodan geldi.Valencia'lı Soldado da sezona iyi başlayan isimlerden.Santander maçında biri kendi kalesine olmak üzere 4 gol attı.Aynı şekilde Sevilla'lı Negredo ve Sociedad'lı Aggitetxe attıklar ikişer golle takımlarına galibiyeti getirdiler.

Almanyada ise Gomez'in 3 golü Bayern Münich'e 3 puan getirdi Kaiserslautern deplasmanında.

Arsen Wenger'in Ruh Hali #2


Bundan 13 gün önce Arsen Wenger'in Ruh Hali diyerekten bloğa bir yazı düşmüşüz.Fabregas gitmiş,Nasri'nin de eli kulağındaydı.Udinese ile şampiyonlar ligi ön elemesi ilk maçı oynanacaktı.Taraftar Fabregas'ın gidişinden dolayı kızgın,futbol kamuoyu ise Arsenal'in büyüklüğünü sorgular vaziyete gelmişti.Anlayacağınız Wenger'in ruh hali hiç iç açıcı değildi.


13 gün sonra bugün Old Trafford'da 8-2'lik mağlubiyet geldi.Nasri City'ye gitti.Geçen haftada evlerinde Liverpool'a mağlup olmuşlardı.Lige şampiyonluk parolası ile başlayan Arsenal 3 maç sonunda 1 puan alabildi.Londra'nın kuzeyinde Arsen Wenger için beyaz mendil sallanmaya başladı.Reisin başı çok ağrıyacak belli.


Udinese ile oynanan ön eleme maçını izlediğim vakit Arsenal'in çok sıradanlaştığını gördüm.Fabregas'ın gidişi ile takımda kalite seviyesini yükseltecek tek bir adam bile kalmamış.Son on yılda transferden 300 milyon avroyu kasaya koyan Arsenal'in artık bu parayı harcama vakti geldi.Yalnız Wenger maç sonu olursa olur olmazsa bu takımla devam edeceğiz minvalinde bir açıklama yapmış.Yani kesemize uygun olursa alırız demeye getirmiş.

Arsenal'in bu iç karartıcı ruh halinden kurtulması için şok transfer yöntemi izlemesi şart.Yapacağı transferler ile büyük takım olduğunu tekrardan herkese hatırlatmaları gerek.Bence Arsenal'de sorun transfer yapmamak değil eldeki oyuncuların bu takımdan gitmek istemesi.

Şöyle bir piyasaya baktığım vakit kimler alınabilir diye üç isim bu takımı yeniden hayata döndürebilir diyebilirim.Tevez-Hazard-Sneijder kombinasyonu bu sorunu çözer.Tevez ingilterede oynamak istemesede ikna edilemez değildir.Manu-Sneijder flörtünde Arsenal kasasını konuşturabilir.Hazard ise her şartta alınır.Bu şartlar altında ağır koma halinde olan Arsenal'in kurtulma şansı var.Ama bu üçlü içinde yaklaşık 70-80 milyon avro buhar olur.Yani Wenger'in sevmediği işler bunlar.Fakat o da görüyorki Şeytan'la Frimponglarla,Jenkinsonlarla,Coquelinlerle baş edilmiyor.Görüyorda kafasındaki plan ne ilerleyen zamanlarda bizde göreceğiz.

28 Ağustos 2011 Pazar

Madrid Cephesindeki Homurdanmalar


Nuri'nin sakatlığı geçmiş hatta galatasaray maçında oynaması beklenirken tekrardan sakatlanması Madrid halkında çatlak seslerin yükselmeye başlamasına sebep oldu.Bu seferki sakatlık başka.1.5 ay kadar oynamayacağı söyleniyor.Sağlıklı bir Nuri'nin sahalara dönmesi 2 aydan fazla sürecektir.Mourinho'nun canını sıkan bir gelişme olsa gerek.Lassana'nın gidecek olması ve Gago'yu satış listesine koymaları ile Xabi Alonso'nun tek partneri Khedira kaldı.Khedira'nın Barcelona maçlarındaki madara oluşunu hesaba katarsak Nuri'nin oraya yerleşmesi kesin gibiydi.Fakat bu sakatlık Mou'nun Nuri'yi oraya hızlı bir şekilde monte etmesini uzun bir süre daha erteleyecek.Madrid halkının Nuri transferinden memnuniyeti ve büyük beklentileri olsada ezeli rakibin Fabregas'ı alması ve yine Barcelona'ya boyun eğilmesi onları daha  da sabırsız yapmaya başladı.Bu sakatlık Mourinho kadar Nuri'yi sabırsızlıkla bekleyen Madrid halkı içinde bir hayal kırıklığı olmuş durumda.


Hamit'in durumu daha zor.Zaten Madrid halkı onun niye alındığını sürekli sorguluyor..Birde üstüne takıma sakat olarak transfer olması ona olan eleştirelerin daha yüksek sesle çıkmasını sağladı.Shuster'in de çıkışıyla verdiği gazı hesaba katarsak İyileştiği süreçte rekabetin tam ortasında bulacak kendisini.Üstüne birde toparlanma sürecini hesaba katarsak...Şimdiden bu topraklarda vatana dönüş haberleri yapılmaya başlandı.Çok sağlam bir şekilde dönüp,kendisini ispatlaması lazım.Yoksa Madrid semalarında tutunması zor.Yinede sağlıklı olduğu takdirde kendisini kanıtlayabileceğini düşünüyorum.Robben-Ribery-Schwenstiger rekabeti ona çok şey katmıştır.İşi çok zor ama Hamit zaten zoru sever.

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Hareketleri Kes!


İşte bu türk spor basının zirve noktasıdır.İşte bu bir güruhun üzüntüsünden faydalanmanın en açık örneğidir.İşte bu bir toplumun içinde bulunduğu kötü durumdan faydalanmanın en şerefsizce yönetemidir.İşte bu türk spor basının içler acısı halini açık seçik gözler önüne seren bir utanç tablosudur.

Aykut Kocaman ve futbolcuların dünkü yaptığı basın toplantısından fenerbahçelilerin çıkaracağı en önemli dersin gidip bir taraftar kart almak olduğunu düşünecek olursak bu ülkemin güzide gazetesinin böyle bir haber yapmasına şaşırmamak gerek.Muhtemelen bu haberi yaparken ''her taraftar kart almaya giden bayiden birde fotospor kapsa köşeyi döneriz lann'' düşüncesinden yola çıktığına şüphe yok.Fakat yayınladıkları ''manifesto''nun içeriğinde kendi karakterlerini çok net bir şekilde ele verdiklerinden haberleri olmayacak kadar geri zekalı  bir basın kuruluşu bunlar.

''Ne idüğü belirsiz çarşaf çarşaf gazetelerinde yayınlayarak objektif habercilik değil,renk düşmanlığı yapanlara...'' Objektij habercilikten bahseden bir kuruluşun yayınladığı ''manifesto'' ortadaır.

''Gizli olması gerektiren belgeleri servis edenlere...'' 50 günlük süreç içerisinde gizli olması gerektiğine inandığı belgelerin kendi gazetesinde yayınlandığı gerçeğini ne hikmetse gözardı etmişler bu noktada.

''Fenerbahçeye önce küfreden sonra menfaati gereği çark eden medya maymunlaruna prim verenlere...''  Bu noktada yüksek ihtimal kendilerini tanımlamışlar.

''Topu görse karpuz sanan,futbol üstadı kesilen cahil-i cühelalara...''  Bu noktada kendi tanımlarını biraz daha pekiştirmişler.

''Milyonlarca taraftarı olan fenerbahçe sevdalılarıyla alay edenlere,aptal yerine koyanlara,gururu ile oynayanlara...'' İşte burada duralım.Çünkü bu ''manifesto''nun yayınlanma sebebinini çok iyi özetlemişler burada.İşte bu manşeti atmanın arkasında yatan neden bu.

Sanılacakki ben bu yazıyı yazdım çünkü ben bir fenerbahçe düşmanıyım.Aksine ben bu gibi kendisini gazeteci sanıp,ülkede ağaç israfından başka bir işe yaramayan bu sıçanların düşmanıyım..Ben bu gazetenin bu ülkedeki insanları salak yerine koymasını kabullenemiyorum.Başkalarının üzüntüsünden yola çıkarak kazanç sağlamaya çalışanları lanetliyorum.Biliyorumki bugün bunu fenerbahçeye yapan yarın galatasaray taraftarına da yapacak,beşiktaş taraftarına da yapacak.Çünkü onlar için önemli olan erdem,tarafsızlık,ilkeli yayın anlayışı değil.Onlar için önemli olan o gün gazetenin ne kadar tiraj yapacağıdır.

Bu biraz zekası olsa geri zekalı sınıfına girecek kitlenin gazetesi için onlarca ağacın feda edilmesi bu işin en acıklı yanı olsa gerek.Ama biliyorumki ''işte abi adamlar doğruları yazmış'' diyecek bir sürü insan çıkacak.İlhan Cavcav açıklama yaptığı zaman 'helal adama,doğruların peşinde'' diyecek bir sürü insan çıkacak.Fakat bu işin arkasındaki niyeti ne zaman anlayan çıkacak işte o zaman bu şerefsizlerin yatacak yeri olmayacak.

Manşetin linki burada

Legends Never Die! #15



''Cruyff bir futbolcudan çok daha fazlasıydı.Pele ve Maradona'nın aksine o bir futbol düşünürüydü.''
                                                                                                                           Simon Kuper


Büyüleyici oyuncu-Devrimci teknik direktör.Huzurlarınızda Johan Cruyff...


25 Ağustos 2011 Perşembe

Eto'o Transferi &Dünya Futbolunda Yeni Bir Miladın Başlangıcı


Abramovic'in Chelsea'yi satın alması ve dünya futbol piyasısının altını üstüne getirecek cinsten bonservis bedelleri ödemesi o dönem için bir dönüm noktasıydı.Hatta transfer piyasasınde bir oyuncunun bir Chelsea fiyatı birde normal fiyatı diye bir tabir çıktı.Tabiki fahiş bonservis bedelleriyle orantılı olarak artan yıllık ücretlerin durumu olayın diğer bir boyutu.Daha sonra bu yoldan Manchester City'de gitmeye başladı.Ve Ronaldo'nun 96 milyon avroya transfer olması ise bu işin zirve noktası oldu.

Bütün bu yazdıklarım futbolun son 10 yılında meydana gelen ekonomik reaksiyonlar.Gerek transfer ücretlerinin artışı gerekse yıllık ücretlerin artışı son 10 yıl içinde inanılmaz değişim geçirdi.Yıllık maaş tavanın 12 milyon avrolara,bonservis bedellerinin de 100 milyon avroya ulaştığı bu ortamda Eto'nun transferi fahiş şekilde yükselmiş olan bu tavanı daha da yukarı çekti.

Eto transferini sadece sıradan bir Çeçen takımının dünyanın en iyi beş forvetinden biri sayılabilecek bir adamı transfer etme çılgınlığından bir yana bu açıdan bakmak daha önemli.Evet Eto gibi bir oyuncunun Anzhi bir takıma gitmesi çok şaşırtıcı bir olay  olsada işin ekonomik çılgınlığı daha çok ağır basıyor bu transfer mevzusunda.

Yıllık 20 milyon avro gibi bir rakam alacağı konuşulan Eto böylece dünya futbolunda maaş tavanını 20 milyon avroya çıkarmış oldu.Bundan sonra dünya üzerinde yapılacak olan her transferde bu ilke göz önüne alınacak.

Eto transferi artık dünya futbolunda yeni bir miladın başlangıcıdır.Paranın bu denli hakim olduğu bir transfer daha önce hiç yapılmamıştı.Ronaldo 96 milyon avroya gitti ama gittiği kulüp Real Madrid'di.Veyahut Chelsea dünya futbolunda geçmişi olan bir kulüptü.Fakat Anzhi'nin bu hamlesi paranın günümüz futbolundaki gücünü çok net ortaya koyuyor.

Eto açısından bakacak olursak çok gıcır bir transfer.Kazanmışsın kazanacağın kadar başarı,kupa şimdide geleceğe yatırım yapma zamanı.Eto bu işin sonunda torunun torunun torununa yetecek kadar bile servet sahibi olur. Ha bu arada Anzh'nin son transferlerle takım değerinin de 105 milyon avroyu bulduğunu belirtelim.

Alınacak Çok Yol,Çıkarılacak Çok Ders Var


5 senedir şampiyonlar ligine katılamayan ve uzun süredir elit takımlarla mücadele etmeyen galatasaray için bu hazırlık kampı çok iyi oldu.Hem hazırlık dönemi açısından çok sağlıklı oldu hem de bu tip ekiplerle maç yapmayı unuttuğumuz şu dönemlerde biraz olsun içimizi ısıttı.

Bu tip takımlarla hazırlık maçının yapmanın en iyi yanı eksiğin gediğin neyse kabak gibi ortaya çıkmasıdır.Hele hele bugün dünyanın en iyi ikinci takımına karşı maç yapıyorsanız,beğendiğiniz bölgelerinde aslında ne kadar yetersiz olduğunu görürsünüz.Tıpkı bugünkü maçta olduğu gibi.

Günümüzün futbolunda sahada oynanan herhangi bir maçı kazanmak istiyorsanız muhakkakiyetle oyunun insiyatifini elinizde bulundurmalısınız.Liverpool maçını şöyle bir aklımıza getirirsek ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.O maçta tüm insayitif bizim elimizdeydi ve rakibe kabul ettirdiğimiz oyun üstünlüğü ile fark yapmıştık.Fakat daha sonra oynadığımız Olympiakos maçında rakip oyun üstünlüğünü bize kabul ettirdi ve mağlup olduk.Yalnız bugünkü maçta Madrid karşısında bir 5 dakikalık zaman diliminde bile oyunun hakimiyetini elimize geçiremedik. 90 dk mahkum oynadığımıız oyundan mağlup olarak ayrılmamız çok sürpriz sayılmasa gerek.






Arda'nın gidişinden sonra orta sahamızdaki akıl eksikliği çok bariz hissediliyor.Topu rakip kaleye taşıyıp,Baros'a servis yapabilecek oyuncumuz yok.Kazım sezona çok iyi başladı fakat ondan Arda performansı beklemek yanlış olur.Kaldıki öncelikle istikrar sorununu halletmesi gerek.Hücum noktasının sol ucuna yapılacak olan transferin önemi büyük.Bu noktaya yapılacak olan transfer geleceğimiz açısından çok mühim.

Liverpool maçından sonra Sabri'nin orta sahadaki rolünün uzun vadede sıkıntı yaratacağından dem vurmuştuk ki hem Olympiakos hemde Madrid maçları bunu bize daha net gösterdi.Selçuk-Melo-Sabri kombinasyonunda Selçuk'un üzerindeki yük muazzam.Eğer biz maç kazanmak istiyorsak Selçuk çok iyi oynamalı.Kötü olduğu dönemde onun kötü oyununu tolere edebilecek bir orta sahamız yok(Bkz. Olympiakos maçı).Melo ona yardım edebilir fakat o görevi yapamaz.Bu noktada Sabri'nin mevkisindeki elemanın rolü çok büyük.Sabri'nin de bu rolde bir oyuncu olmadığını düşünecek olursak o noktadaki sıkıntı büyük.Ben şahsen Eboue'nin o nokta için Sabri'den daha iyi olabilceğini düşünmeme rağmen bugünkü maçta onu hiç o bölgede görmedik.Bu tip çok üst düzey rakipler karşısında orta saha elemanlarınızın topa çok iyi sahip olması lazım.Rakibin presini kırabilecek pas akışını sağlamalısınız.Biz bugün o presi kıracak pas akışını 90 dk boyunca sağlayamadık.

Eboue'nin oynamasına rağmen Ujfalusi'nin bugün yine bekte başlaması ilginç.İnter,Liverpool,Olympiakos ve Madrid maçlarında Gökhan Zan'ın sürekli olarak onbir başlaması daha da ilginç.Umarım Terim düşündüğüm şeyi düşünmüyordur!Ujfalusi'nin bütün hazırlık maçlarındaki çok iyi sağ bek performasını hesabe katınca Servet'in yanına alınabilecek çok sağlam bir stoper takviyesinin hiçte fena bir fikir olmadığına kanaat getirdim.Eğer olurda Servet uzun süreli bir sakatlık geçirirse savunma kurgumuzun çökeceği çok aşikar.


Bütün bunların ışığında bu hazırlık maçının eksikerlimizi görme açısından çok iyi olduğunu söyleyebiliriz.Alınacak daha çok yolumuz olduğu gerçek. Daha yapılacak olan transferler var.Yinede 90 dk boyunca hiçbir şey ortaya koymadan,çok mahkum bir şekilde yenilmek düşündürücü.Real Madrid'in öldürücü presi karşısındaki orta saha zaafiyetiyemiz bizim asıl sorunumuzun neresini olduğu gösterdi bence.Zamanı ve gelecek olan transferleri hesaba kattığımız vakit daha iyiye gitmemek için bir sebep yok.O yüzden herşeyden önce Terim'in kafasındaki sistemi takıma oturması şart.

                                                               Real Madrid 2-1 Galatasaray