16 Kasım 2013 Cumartesi

Reform Üzerinden Terimsel Çıkarımlar



Bir haber düştü piyasaya. Eski kaleci fevzi eski eşine nafakasını ödemeyince hapse girmiş. Ardından futbol camiasının kenetlenmesi falan. Fevzi'ye yardım elleri... Bunlar güzel şeyler insanlık nezdinde. Takdir edilesi. Lakin gel görki bugün okuduğum haberler dahilinde Terim'in de Fevziye "bi kıyak" çekerek milli takımlara antrenör olarak alacağı söyleniyor. İşte mevzu burada kopuyor.

Ben bu haberi okurken bir haber öncesinde Terim'in 7 yıllık sözleşmesinin satır başlarını okudum yine aynı sitede. Terim reform dedi bu sefer hep kanıksanmış "yeniden yapılanıyoruz" un aksine. Ulan o kadar çelişkili geldiki şu iki haber arka arkaya. 7 yıllık imza atıyorsun,türk futbolunu reforma sokuyoruz diyorsun,plan-program-vizyon kelimelerini havadan havaya uçurtuyorsun ardından trajik bir haberle gündeme gelmiş adamı "yazık yaa gel sende milli takıma geç boş durma" dercesine milli takıma antrenör yapıyorsun.

Ulan hani reform? Hani plan-program-vizyon-5+2 yıllık çalışma süresi? Bu mu yani hepsi? Uzun yılları planlarken milli takım teknik ekibini trajik olaylarla gündeme gelmiş kişileri kadroya alarak mı yapıyorsun sen? Bakın bunu Fevzi özelinde söylemiyorum. Bu ülkenin her yanında ahbap-çavuş ilişkisinden ortalık vıcık vıcık. Terim'in de kariyerinin düzeltemediği yada düzeltmediği en büyük hatasıdır bu ahbap-çavuşçuluk. Kariyeri boyunca çevresini hep bu tip zırva adamlarla doldurdu. Birçok adam sırf Terim yancısı olmasından mütevellit mevki-makam sahibi oldu. Bi halta yaramadan bu işten ekmek yedi. Sormak lazım Fevzi'nin kariyer cvsindeki ne gibi kıstaslar onu bu göreve layık hale getirdi?

Terimki hem kendi zincirlerini hem de bu ülkenin zincirlerini kırmış bir adam olarak bir türlü bu yapısından vazgeçmedi. Etrafına kendisini geliştiribilceği,onlardan birşey öğrenebileceği adamlar koymak yerine hep onu onaylayacak adamlarla doldurdu etrafını. Bugün olduğundan çok daha başka yerlerde olabilecekken bu tercihleri onun daha fazla yükselmesini engelledi.Bugün görüyoruzki 60 yaşına gelmiş,25 yılını bu işe adamış bir Terim hala aynı kafada.

İsterseniz 20 yıllık sözleşme yapın,12 saat brifing verin gelecek hakkında,projeler hakkında,reform dedikleriniz hakkında. Ardından da Fevzi'yi kaleci antrenörü,Müfit Erkasap'ı gençlik gelişim sozrumlusu,Veday İnceefe'yi de  U20'nin başına verin. Alın size en afillisinden reform.

28 Ekim 2013 Pazartesi

İyiki Doğmuşsun Be Gözüm...


"Gençliğimi kimse bilmez,sakallarımdan çocuk kokusu ağzımdan ay ışığı fışkırır benim. Ceketimi yağmurlara astığımdan beri tehlikeli şiir okur,dünyaya sataşırım."

25 Eylül 2013 Çarşamba

Cin Şişeden Çıkmışsa Eğer...



Madem cin şişeden çıktı bunu uzun uzun konuşmak gerek. Bahsettiğimiz adam Fatih Terim olunca olaya tek açıdan bakmak imkansızdır benim için. Dedim ya bahsettiğimiz Fatih Terim. Ayrılığın ardından bir anda klavye başına geçmek yerine sisin biraz daha dağılmasını beklemek daha mantıklı geldi. Gerçi bu bile risk. Bu sisin altından daha çok şeyler çıkar. Suyun bulanıklığı öyle hemen geçecek gibi durmuyor. Lakin yinede yaşananların büyük bir yüzdesi gün yüzünde.

Olaylara rasyonel pencereden bakarsak çok net bir tablo ortaya çıkıyor. Bu yaşanan süreçte asla Terim-Aysal kutbuna sığınamazsın. Bu öyle bir süreçki iki kutbundan birinin masum olmasının imkanı yok. Bu noktada Terimci yada Aysalcı tayfadan olmaya gerek yok. Zihin algılamasının kapanıklığından başka birşey değildir şu yaşanan süreci tek bir ismin üstüne yüklemek. Vebali ve faturasını bir kişiye atıp vurun kahpeye demek. Siz sanıyor musunuzki bu olaylarda Terim çok masumdu? Ezilen taraf,hakkı yenen sabi sübyandı? Yada siz sanıyor musunuzki Aysal  Terim'i hiç göndermek istemiyordu? Yada başından beri o kadar iyi niyetli bir ilişki kurmuştuki Terim'le?

Öyle bir saçmalık silsilesi varki aklın almasınn imkanı yok.

Yıldırım Demirören diyorki "Aysal bana hocayı ocakta da serbest bırabiliriz dedi". Aysal anında "haşa yok öyle birşey" diyor. Affadersiniz ama taşak mı geçiyorsunuz beyler? 50-60 yaşına gelmiş,torun torbaya karışmış adamlar kameralar önünde birbirini yalanlıyor. İnsanlarla alenen taşak geçmek değilde nedir bu?

Terim aslolan galatasaraydır diyor. Sözleşmeye bile bakmam. Falan filan. Eeee abi? Ne diye o zaman siktiğimin 2 yıllık sözleşmesini kabul etmiyorsun? Nedir bunun sebebi? Hani aslolan galatasaray felsefesi?

Aysal diyorki galatasaray geleneklerine zarar vermeye başladı Terim. Eeee amk ne diye o zaman 2 senelik sözleşme tekli ettin? Sözleşmeyi kabul etmeyince mi gelenekelere zarar vermeye başladı Terim?

Yapmayın ağalar. Bu kadar basit mi yani? Galatasarayın bu yaşadığı ani depremin sorumlusu sizce tek bir kişide olabilir mi? Bu noktada Terim ne kadar suçluysa Aysal da o kadar suçludur. Terim ne kadar masumsa Aysal da o kadar masumdur. Ortada olan çok net ve açıktır. Her iki tarafta galatasarayı kendilerinin üstüne koyamadılar. Koymadılar. Her iki tarafta galatasarayı kendi duygularının üstüne çıkaramadı. Kendi kişisel hezeyanlarının tepesine yerleştiremedi. Terim'in "aslolan galatasaray" lafı yada Aysal'ın "kimse armadan büyük değildir" sözü tarihin metaforlarından öteye geçemedi. Öyle olmasaydı bugün galatasaray bunları yaşamazdı.

Ve yine olan sana,bana,bize yani galatasaray sevdalılarına oldu. Üzüldük. Hatta ağladık. İsyan ettik. Sorguladık. Lakin yine biz kahrolduk. Bugün Terim'in ağlaması yada yarın öbür gün Aysal'ın sırf bu yüzden yönetimden ayrılmak zorunda olması bizim yaşadıklarımızı değiştirecek mi? Rakiplerinden ekonomik olarak,kadro olarak,son iki sezonun şampiyonu olarak çok öndeyken,kulübün çağ atlayacağı bir dönemde önüne konan bu setin vebalini hafifletecek mi?


Dedim ya Terim bu. Meseleye toptan rasyonel bakmamın imkanı yok. Bu işin çok ciddi duygusal tarafıda var.

22 yaşındayım. Aklımın erdiği günden beri galatasarayın peşinden koştum. Bu bünyenin gördüğü en büyük başarıları yaşatan,en büyük hayalleri gerçekleştiren ve daha ötesini hayal ettirmeyi başaran,mağlubiyetlerde bendenizi ağlatan,inatçılığıyla babama kızar gibi kızdırtan,en olmadık zaferlerde bu sesi kısılırcasına haykırtan adamdır Fatih Terim. Biz Fatih Terimin başarılarıyla büyümüş nesliz. Say galatasarayın tarihi dedikleri zaman "4 sene üstüste şampiyon olduk..." melodisi can bulur zihnimizde.Bu bile birşey anlatmıyor mu size? Üç kez gelmiş üç kez gitmiştir. Her gidişi de yara bırakmıştır bu bünyede. Biz sadece zaferlerini görmedik Terim'in. Ağır hezimetlerini de yaşadık. Çok kzıdık kendisine. Çok sitem ettik. Ama biliyordukki "Adanalı Terim" bu. Bu adam böyle "Sinyor Terim" oldu. Hayata karşı bir mücadeleydi onunki. Tribündeki adamın saha kenarındaki tezahürüydü o. Bu yüzden çok sevdik çok kızsakta. Nasıl kendimize bazı zamanlar çok kızsakta asla kendimizden vazgeçemediğimiz gibi ondan da vazgeçemedik.

Bu kulübün benim nezdimde en büyük siması olmuştur Terim yaptıkları ile. Ne cafcaflı zaferler nede içi süslü şampiyonluklar...Hepsinden ziyade hani bazen öyle durumda olurduki takım. Eş dost sohbetlerinde "nabcaz be kamil?" minvalinde sohbet tıkandığında galatasaray hakkında "vardır terim'in bir numarası" diyebilme rahatlığı olmayacak artık. İşte bundan sonra en çok arayacağım bu olacak.

Galatasaraylı olupta Fatih Terim'i sevememeyi asla anlayamayacağım galiba ömrüm boyunca.



21 Eylül 2013 Cumartesi

Zor Be Ahparig...Çok Zor...



Sabah kalktığım vakit bir  arkadaşımdan mesaj aldım. Özetle benim Hrant Dink sevdamı saygıda kusur etmeden eleştiryordu. "Dillendirdiğin adam hakkında bir bilgin var mı bilmiyorum ama..." diyerekten o malum cümleyi yazıp "bi araştır istersen" demiş. Neydi o malum cümle:

"Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan,Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarında mevcuttur."

Üzüldüm. Arkadaşım adına üzüldüm. Kendim adına üzüldüm. Ülkenin yeni nesilleri adına üzüldüm. Hrant Ahparig adına üzüldüm. Kısacası yaşadığım toprak parçası adına üzüldüm.

Ölümün ardından değerleri kavrama,daha sağlıklı yargılama ve en nihayetinde hakkını fazlasıyla verme gibi bir hastalığı var bu ülkenin. Ahmet Kaya'ya olduğu gibi, Nazım Hikmet'e olduğu gibi...

Ahmet Kaya bir ödül gecesinde kürtçe albüm çıkaracağım dediği vakit geceyi küfürler,çatal-bıçaklar,hakaretler ve tehditler eşliğnde terketti. Yıllar sonra anladıkki ana dili kullanmak, onu savunmak bir zümreye verilmesi gereken bir hak değil doğuştan gelen bir temel hakmış. İnsan haklarının en temelinden hemde. Ne acı. Yıllar önce bunu dile getiren adamı bu ülkede basın ve yayın yoluyla linç ettik. Dün gibi hatırlarız o sürek avının nasıl işlediğini. Bugün o sürek avını başlatanlar ellerinde çiçeklerle Ahmet Kaya'nın kabri başında af dilediler. Geç anladık güç anladık ama sonunda anladık.

Hrant Dink'in de başına gelenler çok mu farklıydı Ahmet Kaya'dan?  Birinin Kürt kimliği diğerinin Ermeni kimliği ağzından çıkan her sözün, savunduğu her davanın habis urlu beyinler tarafından hep tehdit olarak algılanmasını sağladı. Tek farkları Ahmet Kaya'yı bu ülkede yaşatmadılar Hrant Dink'i bu yeryüzünde.

Ne zamanki bu ülkenin karanlığını aydınlatmaya yeltenmiş,tabularını yıkmayı kendine şiar edinmiş bir "işgüzar" çıktı mı söndüreverdiler hemen ışığını. Acımadan. Vicdan denen duygunun varlığında şüphe ettirerek. Hunharca. Söndürelen her ışığın ardından dahada karanlığa gömüldü bu ülke. Nesilden nesile süregelen nefret tohumlarını büyütmekle meşgul bir toplum yarattılar. Okumadan. Araştırmadan. Sadece kendilerine dikte edilenlere inanarak. Ölümün ardından bir an olsun düşünmeden.

İşte buna üzüldüm. Biliyorumki yıllar sonra Hrant Dink dendiği vakit onun da adını saygıyla anılacak. Sadece kaybının yıllanmasını bekliyoruz. Çünkü bü ülkenin otomasyonu bu şekilde. Yıllar sonra anlaşılacak Hrant Dink'in bu ülke için ne kadar büyük bir şans olduğu. Ne kadar büyük bir vatansever olduğu. Ne kadar büyük bir "Türkiyeli" olduğu...

O malum cümleyi şu şöyleydi bu böyleydi diyerekten uzun uzun açıklamaycağım. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunan bir toplumda bu tip bir  eleştirinin gelmesi,buradan vurulması çok normal. Hrant Dink'in o zamanlar 8 yazı dizlik köşe yazılarından bir cümleyi çıkarıp karşıma bunu getiriyorsan tartışmaya girmeye çokta gerek yok. Türkçenin temel kuralıdır "kullanılan cümle kullanıldığı paragrafın içinde anlam bütünlüğü kazanır". Size sadece şu adli sonucu gösterebilirim bu konuda. Daha da fazla yoruma gerek yok bu boş yaklaşımın üstüne.

Naçizane tavsiye. Araştırmaktan korkmayın. Tabuları umarsızca,sağa sola çarpa çarpa yıkmaktan sakınmayın. Ve asla ama asla insanlıktan şaşmayın.

Son sözümde Hrant Ahparig'e gelsin. Biliyorum bu ülkenin bir gün ama bir gün bir güneş kadar aydınlanacağına o kadar çok inanmıştın ama. Zor be ahparig... Çok zor...

Dexter'da Sona Doğru



Geçen Dexter'ın 8. bölümün izledim. Bittikten sonra 9. bölümün fragmanı girdi. Orda gördüm bu sezonun final sezonu olduğunu. Ne hikmetse gözümden kaçmış bu can alıcı nokta. Oysaki Dexter benim için başyapıt dizilerden biridir. İşin garip tarafı ise "Final Season" olarak karşımıza çıkan 8. sezonun hiç o havada olmaması. Düşününki 8 bölümdür izlediğim diziden "lan bu dizi galiba bitiyor" havası almadım. Ve en can sıkıcı olan noktası ise Dexter gibi başyapıta yakışan bir final sezonu olmadığını belirtmek lazım. Normal şartlarda vasat bir dexter sezonu olmuş diyebileceğin bir sezon karşına final sezonu olarak çıkıyor.

Bu pazar final yapıp tv dünyasına veda ediyor Dexter. En azından final bölümünden birşeyler beklemekteyim. Dexter'ın vasatta kaldığı bir final sezonunda Breaking Bad ahalisinden "ne final sezonu ama" nidaları yükselirken Dexter senaristlerinin yetersizlikleri daha net ortaya çıkıyor kanımca. En kötüsünden de olsa Dexter herşeyiyle ilgiyi alakayı hak eden bir dizidir gözümde. Tv tarihi için bir devir daha kapanıyor. Üstelik diğer yandan Breaking Bad de finale gidiyor. Yerlilerde Behzat Ç. ve İşler Güçler kepenk kapatmış. Zor zamanlardayız dostum. Hemde çok zor...

19 Eylül 2013 Perşembe

Winter İs Coming


5. haftada sezonun kırılma maçlarından birine çıkacak galatasaray. Bu kadar kısa zaman içinde bu noktaya gelmiş olmak, kılıçların bu kadar erken çekilmesi, iki senedir şampiyonluğun getirisiyle başka bahara bırakılan hesapların kesilme çalışmalarının yapılması...

Oysaki son iki sezonun lig ve süper kupa şampiyonu sezona en sorunsuz başlayan takımdı. Rakipleri avrupadan men edilmiş bir durumdayken, maddi sıkıntılarla boğuşurken ekonıomik imkanları ve varolan kadronun gücü ve statüsü ile gelinen şu nokta çok şaşırtıcı. Terim için belkide üçüncü döneminin en sıkıntılı süreçleri. Ama biliyoruzki bu meslekte 20 yılı devirmiş biri olarak çok sert "kışlar" gördü Terim.

Milli takım seçimi bile bu onun bu konulardaki hırsını ortaya koyan bir mesele. Milli takımı çalıştırmayı kabul ederken cümle alemede meydan okumuş oldu bir yanda. "Bende herşeye yetecek yürek var" diyerekten şöyle kallavi bir meydan okumaydı bu. Bugün Adnan Nas'ın dile getirdikleri aslında galatasaray taraftarının hemen hemen hepsinin hislerinden ibaret. Bugün onu milli takımdan vuranlarda haksız sayılmaz hani. Bu görevi kabul ediyorsanız, bu meydan okumayı yapıyorsanız koltuktan karpuzun biri düşme eğilimi gösterdiği vakit o malum atasözü dillenemeye başlar. Terim de bunu biliyor. Bilmese kabul eder mi bu meydan okumayı?

İşte o yüzden yarım düzine gol galatasaraya atıldığı kadar bir yerde Fatih Terim'e de atıldı. Lakin Terim o gün sahadaki takım gibi maçı yarıda bırakmaz. Nerden mi biliyoruz? Öyle olmasa "Adanalı Fatih" nasıl "Sinyor Terim" olurdu?

Fatih Terim için çok sert bir kış geçeceği belli. Onun kariyeri içinde zaten sert geçmeyen bir kış yokki. Başka bir ülkede olsa son iki sezonun şampiyon teknik adamının en az iki senede şampiyon olamama kredisi olurdu. Lakin burası Türkiye o da Fatih Terim. Ancelotti'nin de dediği gibi bu topraklarda kendi destanını yazan bir adam Terim. Kimse ondan iyi bilemez sert kışlarla nasıl baş edileceğini.

18 Eylül 2013 Çarşamba

Taraftar Şımarıklığının Anatomisi


Tarih 26 Ekim 2011. Türk Telekom Arena'da Gaziantepspor maçına çıkıyoruz. Takım ite kaka gidiyor o zaman kadar. Var bir yerlerde sıkıntı. Ama o haftaya kadar tam olarak çözemiyoruz sorunu. Maçta tam anlamıyla hakemin yönetimsel zaafiyeti var. Her iki taraf  içinde. Galatasaray 9 kişi ile tamamlayıp evinde 4-2'lik ağır bir yara alıyor. Maç sonu taraftar herşeye rağmen takımı tribüne çağırıp alkışlıyor. Taraftar orda, o anda yaraya pansuman yapıp sarıyor. Daha fazla mikrop kapmasın diye. Sonrası malum. 2011-2012 sezonun anlat deseler bu maçtan başlarım. Çünkü o maçtır o takımın öldüğü gün dirilişi.

Gelelim günümüze. Madrid maçını yorumlamaya hiç gerek yok. Çok konuşan oldu üstüne. Kaldıki yenilen 6 golün nesini konuşacaksın amk. Adamlar ter atmadan yarım düzine gol attılar. Herşeye tamamda galatasaray taraftarının belli bir kesiminin iki senede geldiği nokta, her geçen gün artan şımarıklıkları skor kadar irrite edici. Maçın bitimine 30 dakika kala stadı terketmeler, geçen sene kral diye tribünden çağırdıkları adamı ıslıklarla yolcu etmeler, rakibi onore edip kendi oyuncusunu sahda küçük düşürmeler...

Casillas çıkarken alkış Burak çıkarken ıslık. Baros çıkarken alkış,efsane nidaları Emre Çolak çıkarken ıslık. Hamit'in ayağına gelen her topa homurtu,ıslık. Tribünde gelinen nokta korkunç. Takımı adeta psikolijik olarak doğrayan bir duygu hakim olmaya başladı tribünlerde. "Destek" diye gidilen tribünde halet-i ruhiye bu noktada. Bunun adı şımarıklıktan başka birşey değil. Bunun adı Drogba şımarıklığı,Sneijder şımarıklığıdır. Bunun adı son iki sezonun şampiyonluğunun şımarıklığıdır.

Ben demiyorumki dünkü takımı çıkışta alkışla. 6 gol yiyen,55'de maçı bırakan takım alışlanmaz,tribüne çağrılmaz. Lakin çıkan adamı da ıslıklayarak yerden yere vurulmaz. Unutmamak lazım üç gün sonra yine bu takım çıkacak derbide sahaya. Bu takım mücadele edecek sahada. Nedir bu bazı futbolcuları ısrarla dışlama çabaları?Nedendirki şu takıma karşı bu kadar hor davranma sebebi?  Bazı şeylerin değerini anlamak için illa tarihin en kötü sezonlarını mı geçirmek lazım acaba?


21 Haziran 2013 Cuma

Hayatta Herşeyi Çok Çalışarak Başaracağına İnanan Adam


Hamza Hamzaoğlu'nun hayatla mücadelesi 7 yaşında iken başlamıştı aslında.Yunanistan'dan Türkiye'ye çok küçük yaşlarda ve zor şartlar altında iltica etmek zorunda kalan Hamza Hamzaoğlu;her önemli karakterin ardında ilginç hayat hikayeleri vardır tezini doğrulayan bir kişilik olarak karşımıza çıkıyor.Yaşadığımız zorlukların insana şekil verdiğini düşünecek olursak Hamza Hoca'nın her daim hayatla giriştiği mücadele onun bugünkü halinin kısa bir özeti.Ve belkide en önemlisi tüm bu zor şartlara rağmen hayat görüşünüzü ve çizginizi hiç bozmamak.Hamza Hamzaoğlu'nu bugün benim gözümde çok değerli kılan da bu işte.Akhisar'la kısıtlı imkanlar dahilinde mucizevi bir şekilde lige tutunmak ise işin sadece teferruat kısmı.

Hamza Hamzaoğlu Fourfourtwo'nun Mayıs sayısındaki röportajında sezon öncesi Akhisar'daki felsefesini anlatırken aynen şu ifadeleri kullanıyor:"Amacımız sadece kulübü korumak,düşsek bile!"Bu bile onu çok farklı bir konuma getirmeye yetiyor.Söylemde herkesin kulüp menfaatlerini ön plana aldığı lakin uygulamada kulüp menfaatlerinin hiç kaale alınmadığı bu topraklarda Hamza Hamzaoğlu'nun bunu dile getirmesi çok menem birşey olmasada sezonun bittiği şu günlerde bunu uygulamaya dökebilmiş olmasıdır takdiri hak eden.

Çocukluğu kadar futbolculuğu da ilginç hikayedir Hamza Hamzaoğlu'nun.İzmirspor'da İkinci lig topçusuyken milli takıma seçılen oradan galatasaraya zıplayan bir kariyer.Ardından dolu dolu geçen galatasaray günleri.Akabinde gelen zorunlu ayrılık.Hep dedik ya çizgisini hiç bozmadı diye.Galatasaraydaki zorunlu ayrılığı sonrası Fenerbahçe'nin iki katı maaş önerisine"kusura bakmayın ama ben Galatasaraylı Hamza olarak kalmak istiyorum" diyecek kadar da amatör ruhlu bir futbol sevdalısı olduğunu gösteriyordu.Tıpkı Denizlispor'da 2010-2011 sezonunda şampiyonluğa koşarken istenmediğini anladığı an istifasını verdiği gibi.Başarılı olmak için karakterini feda eden değil karakterini başarıya tercih ettiği için bugünlere geldi Hamza Hoca.

Amacımız kümede kalma başarısı göstermiş x ismi övmek değil.Dedik ya kümede kalmak bu işin tefrerruatı.Amacımız bu toprakların diline aykırı bir adamı daha yakından incelemek,tanımak.Futbolu bu gibi adamlar sayesinde daha bi sevmek.Düşmüş,kalmış,şampiyon olmuş ne gam!Zaten ne diyor Hamza Hoca:"Bu kulüp varlığını sürdürecek.Ama 1. ligde ama süper ligde.Düşsek bile bu bizim için dünyanın sonu değil,yine çıkarız.1. ligde süper lig tecrübesi olan,şampiyonluğa oynayan bir takım oluruz.Bizim bu sene hiçbir kaybımız yok.Ligin sonuncusu olsak dahi kazandık!"
Hayatta herşeyi çok çalışarak başaracağına inanan adama selam olsun...




18 Haziran 2013 Salı

Hakkını Yememek Lazım



Hedef büyütüyor galatasaray.Hemde her geçen gün her geçen saniye.Çok değil 3-4 sene önce yapılan yatırımlara,transferlere bir bakın.Birde şimdi atılan adımlara,yapılan transferlere bir bakın.Galatasaray büyük tuttuğu hedeflerinde onları bu hedeflere taşıyabilecek isimlere öncelik veriyor.Doğruluğu yanlışlığı bir yana şekil olarak bu çok net ortada.Drogba da Sneijder de Chedjou da bu minvalde isimler.Lakin bir şekilde bu isimlerin yanına transfer döneminde Umut'u da sıkıştırıp bonservisini almak şart.

Geçen sezonun başında galatasarayın sallandığı dönemlerde Umut'un attığı goller galatasarayı ligde tuttu.Drogba öncesi yaptığı katkı bakımından önemli bir nokta bu.Umut sahaya çıkarken 90 dakikada üç aşağı beş yukarı ondan ne alacağınızı tahmin edersiniz.Saha içi direnci,azminin yanına fransa ona mental açıdan büyük bir katkı sağlamış.Bunu bu sezon çok net gösterdi.Sezonu yad ederken ağız dolusu Drogba'dan,Selçu'tan,Burak'tan falan bahsederken hakkını yemeden onun da adını anmak lazım.Sezonun en iyi yardımcı oyuncusu oldu desek yanılmayız.Bir dönem çıktı çok iyi işini yaptı.Ardından büyük isimlerin yanında sırasını bekledi.

Geleceklerin gideceklerin havada uçuştuğu dönemde,kronikeşmiş yerli golcü sorunsalının olduğu bu ülkede ve tabiki yabancı statüsünün zorunlu kıldığı üzere Umut'u takımda tutmak çok önemli.Terim'in saha kenarında böyle bir opsiyona ihtiyacı olacaktır muhakkak.Üstelik iş yapan bir opsiyon.O yüzden Umut transferi çok geri planda kalmış olsada ülke şartları dahilinde çok önemli bir hamle olacaktır.Umut bu sezon bunun sinyalini çok net verdi.

9 Haziran 2013 Pazar

Direniş...


Kaç gündür birşeyler yazayım diyorum kafayı bir türlü toplayamıyorum.Direnişin güzelliği kadar,hak talep etmenin,yapılan haksızlığa göğüs germenin ve siyasi fikirlerin,ideolojilerin değilde sadece ama sadece bir tepki koymak adına bir vücut olan kitlelerin güzelliği var 13 gündür.Hiçbir siyasi görüşün,ideolojinin insanlığı nihai mutluluğa götürmeyeceğini bildiğim için dahada çok sevdim ben bu DİRENİŞİ.Çünkü bu DİRENİŞ bir siyasi görüşe,partiye yada ideolojiye tepki olarak doğmadı.Yada belli görüşün savunanlar,belli inancı taşıyanlar tarafından toplanmadı bu kalabalıklar.Bu DİRENİŞ toplumun bir kesimini yok sayanlara,onları kaale almayanlara,herşeyi bir şekilde dayatanlara,biz zamanında dışlanmıştık şimdi de siz çekin bizim çektiklerimizi diyenlere inat doğmuştu.Bu DİRENİŞ'in çocukları cidden çok sinirlenmişti...

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Delilikle Dahilik Arasındaki İnce Çizgi:Christoph Daum



Şayet 2000 yılında Uli Hoeness Daum için "kokain kullandı" iddasını ortaya atmasaydı Daum belkide bugün dünya futbol tarihinin önemli teknik adam figürlerinden biri olabilirdi. Evet. Şaka değil. Bildiğimiz Daum.


Kariyer çizgisini o sürece kadar sürekli yukarıda tutan Daum, Köln ve Stuttgart ile yerel bazda beklenenin üstünde başarı yakalarken ilk türkiye macerasında Beşiktaş'la ile şampiyonluk yaşamıştı. Hayalindeki göreve yani Almanya milli takım  teknik adamlığına bu kadar yaklaşmışken ortaya çıkan bu skandal şüphesiz ki hayat yolunda onu başka bir noktaya itti. İşte bu noktada üç tarafı denizlerle çevrili, jeopolik bakımdan Avrupa'nın önemli merkezlerinden biri Türkiye devreye giriyor. Peki Daum'un dünya çapında üst düzey bir üne kavuşamamış olması onun Türkiye'deki etkilerini silebilir mi?Tabi ki hayır.
Christoph Daum için herşeyi söyleyebilirisiniz ama bu topraklarda bıraktığı izi inkar edemezsiniz. Bu ülkede kazandığı üç şampiyonluğu ve yanında ilaveten son maçlarda avucunun arasından kaçıp giden iki şampiyonluğu vardır. Toplamda bu ülkede 7 sezon teknik adamlık yaptığı düşünülecek olursa muazzam başarı. Ki bunun yanına Leverkusen'de ve Avusturya Wien'de yaşadığı şampiyonlukları ekleyin. Köln'de yaşadığı ikincilikleri saymıyorum bile.
Zaten ikinciliklerin adamıdır Daum. Köln'de yaşadığı ikincilikler bir yana ama Fenerbahçe'de iken son kertede kaybettiği iki şampiyonluk akıllara zarardır. Denizli'de kaybettiği şampiyonluk sonrası kovulmasının ardından bu ülkede çalışılması ve idare edilmesi en zor başkan olan Aziz Yıldırım'ın bile artık şampiyonluğun zorunlu hale geldiği 2009-2010 sezonunda tekrardan başvurduğu ilk isimdir Daum. Denizli travmasına rağmen. İşte bu geri dönüş bile onun bu ülke futbolunun sözlüğündeki anlamını açıklar: Daum bu topraklar için başarının kestirme yoldan adresidir.
Neydi peki onu bu ülke futbolu için her daim "acil durum butonu" yapan? Her yaz sezonu teknik adamlık koltuğu boş takımlarla adını yanyana yazdıran kudreti neydi?
Akıllı adamdır Daum. Hem de çok. İçinde bulunuduğu ortamı çok iyi gözlemleyen bir uzman. Bu topraklara geldiği vakit tecrübeleri sonrası bu ülke insanın ne istediğini, ondan neler beklendiğini çok çabuk kavradı. Bu özelliğini de teknik adam olarak bu ülkede baskının ve stresin en yoğun yaşandığı takımda yani Fenerbahçe'de perçinledi. Bana göre Daum bu ülke futbolunda basını çok iyi koordine eden, medyayı çok ustaca yönlendiren yegane yabancı teknik adamdır. Mustafa Denizli, Fatih Terim gibi bu işin uzmanları mevcuttur. Lakin bunu bir yabancının bu kadar iyi becerebilmesi bu ülkede pek alışıldık bir durum değildir.
Daum öyle bir adamdır ki dünya futbolunda yönteminin eskimeye başladığını anladığı anda kendini yenileyebilecek kadar da komplekssizdir. Yeni futbol düzeninde demodeleşmeyi başladığını anladığı anda soluğu İngilterede, Ferguson ve Ancelotti'nin yanında aldı. Yeni antrenman teknikleri, yeni bilimsel metotlar... Kaçırdığı ne varsa, zamanın gerisinde kaldığı ne kadar yenilik varsa öğrenmek içindi hepsi. Hâlâ işinin bitmediğini düşünüyor. Hâlâ birilerine bir şeyleri kanıtlamaya çalışıyor.
Fourfourtwo'nun Nisan sayısındaki röportajında çalıştığı bütün takımlarda her şeyi en ince ayrıntısına kadar not edip klasörlediğini söyledi. Bunu muntazam bir düzen içinde yaptığına şüphe yok.Yaptığının ise delilikten farkı yok. Lakin Daum için bu sadece sistemli ve planlı bir çalışmadan başka birşey değil. Ona göre prensip meselesi bize göre çılgınlık. Daum için özetleyici bir tanım olsa gerek.
Christoph Daum...Üzerinde tonlarca tartışma döndürebileceğin bir isim. Teknik adamlık yöntemlerini, çalışma stilini, bazen can sıkıcı noktaya gelen pragmatistliğini beğenmeyebilirsin. Fakat kabul etmek gerek ki bu topraklara yolu düşmüş ilginç bir hikayedir Daum. Hem de çok. Çalışkanlığı, kendini sürekli yenileme arzusu, müthiş gözlem yeteneği, başardıkları veya başaramadıkları ile bu ülke için öenmli bir figür olmuştur. Yakın zamanda yolu tekrar buralara düşerse şaşırmamak lâzım. Yenilenmiş ve demlenmiş bir Daum bize yeni ve ilginç hikayeler sunabilir.

19 Mayıs 2013 Pazar

Şampiyonluk Yazısı



Şampiyonluk yazısı yazmak gerçekten zor.Nereden başlasan,kimin hakkını yemesen diye düşünüyorsun.Ulan her sezon bitince bir üzüntü çöküyor içime.Sonuçta yaşamın kıyısında iken akıp giden zamanı çoğu zaman algılayamıyorum.Lakin ne zaman bir sezon bitse anlıyorumki evet bir seneyi daha geride bıraktık.Şimdiden telefonun takviminine not ekleme zamanıdır yeni sezonun ilk antrenmanını...

Geçen sezon şampiyon olunca haliyle coşmuştuk.O başka bir şampiyonluktu.Anlam,değeri daha farklıydı.Başlangıçtı.Bu sezonunki daha farklı.Filmin devamı.Avrupada cabası.Ve şimdi oturup düşününce değiştiğimi hissediyorum.Takımla beraber bende farklılaşıyorum.Misal geçen sezon bu noktada doyasıya Selçuk,Melo,Muslera övgüsü yazar iken bu sefer kıyıda köşede kalanları yazmak istiyorum.Yazmaktan da daha ziyade adını zikretmek,iade-i itibar yapmak istiyorum.Zaten şu aralar herkes Selçukları,Musleraları,Burakları övüyor.Lakin  Dannylere,Umutlara,Gökhan Zanlara,Sabrilere de bir iki kelamda  etmek gerekmez mi?

Umut'un ilk yarıdaki o sallantılı dönemde galatasarayın önemli direnç noktalarından biri olduğu unutulmamalı.Danny'nin gaziantepten galatasaraya gelerek özellikle şampiyonlar ligi yolunda  farklı futbol seviyelerine bu kadar çabuk adapte olması çok önemliydi.Gökhan'ın sezonun en kritik virajında çok fit bir şekilde sahada olması da çok önemliydi.Hakeza Sabri'nin de.Riera'nın herşeye rağmen takımın bir parçası olma isteği ise önemli bir profesyonellik dersiydi.

Önemliydi bu adamlar bu sezon benim için.Kıyıda köşede kalan ama benim nazarımda on numara iş yapmış adamlar.Bazen iyi bazen kötü.Bak burası çok önemli değil işte.Çünkü bu sezon galatasaray Ada bazen iyi bazen kötüydü.Ama şu noktada kesinlikle katılıyorum Elmander'e:"we fucking played great the whole season". 


Olması Gereken Resim


Dün dikkatimi çeken en önemli nokta kutlama standında bir tane bile yöneticinin olmamasıydı.Geçen sezon şampiyon olurken anons edilen yönetici güruhu ciddi bir saçmalıktı.Tamam belkide sahadaki futbolcular kadar emek veren,zaman ve mesai harcayan ve hatta enerji harcayan isimler yönetim kadrosu.Lakin sahada olması gereken tek güruhtur futbolcular.Sahanın içini konuşuyorsak,orada kupa alıyorsak takım elbiseli bir güruhun orada lüzumu yok.Ünal Aysal maç sonu katıldığı programda bu konu için rol çalmamak gerek demiş.Çokta doğruyu söylemiş.Zaten yönetimin hakkını,yaptıkları başarılı hamlelerin değerini gelen her şampiyonlukta hem taraftar bazında hem de genel kurul bazında verilecektir.O sebeple bu fotoğraf bu açıdan daha da değerlidir.

10 Mayıs 2013 Cuma

Yerellikten Enternasyonalliğe Uzanan Bir Hikaye



Futbol...Bir tutku oyunu.Sizinle futbolun iç dinamiklerine dair herşeyi tartışabilirim.Belkii siz benim düşüncelerimi değiştirip ikna edebilirsiniz bazı konularda belkide ben sizin bazı düşüncelerinizi yeniden şekillendirebilirim.Ama futbol üzerine asla tartışmayacağım ve fikirlerimin katiyetle değimeyeceği tek olgudur tutku.Buna ister başarma tutkusu deyin,ister oyuna olan bağlılığın tutkusu.İsterse hayata karşı "bende varım" deme tutkusu.Adının hiçbir önemi yok aslında.Futbol sahalarında bu duyguyla bezenmiş ve bu duygu yoğunluğunu çok yüksek seviyelerde tutmuş her isim akıllara ve tarihe kazınacak işler başarmanında formülünü bulmuş demektir.Ki tarihin tozlu satırlarında hep bu adamların başarılarını bulursunuz.

İşte bu adamlardan biride Fatih Terim'dir.Abartmaya yada mütevaziliğe hiç gerek yok.Fatih Terim bugün sahip olduğu karakter bakımından dünya futbolunun ilgi cezbeden adamlarından biridir.Onun hikayesinin ana fikir bakımından  Alex Ferguson'dan yada Mourinho'dan bir farkı yoktur.Temelde aynı tutku yoğunluğuyla bezenmiş,başarıyı süreklilik haline getirmiş insan topluluklarıdır bunlar.Başarısızlıklarını kendilerine mesele etmiş olan ve bunu ortadan kaldırmaya kendilerini adamış insanlar.Liderlik ve adam yönetme becerisinin bu meslek adına ne kadar önemli olduğunu gösteren isimler.O yüzden futbola dair ekseriyetle birşeylar öğrenmek istiyorsak taktik-teknik yada 4-4-2,4-3-3  dizilişleri değilde öncelikle bu adamların hayatını iyi irdelemek lazım.Yaşam felsefelerini iyi özümsemek lazım.

Fatih Terim için 1974 yılında başlayan hikaye bugün için hala devam ediyor.Hemde 39 sene önceki tutkuyla.Fatih Terim 1974 yılında "Fatih" olarak girdiği camianın kapısından bugün "imparator" lakabıyla tribünlerde can buluyor.1974 yılında "Adanalı" Fatih iken bugünlerde onu italyada "sinyor" Terim diye anıyorlar.Yerel olmaktan çıkıp uluslararası bir figüre ve karaktere dönüşmenin hikayesidir Fatih Terim.Ondaki tutku ve azmin getirisi bugün galatasaray tarihinin en önemli siması olarak karşımıza çıkmasını sağlıyor.Bunu ben değil sayısal rakamlar söylüyor.Galatasaray tarihinin 19 şampiyonluğunun 6'sında onun imzası var.Bu ülkenin gördüğü tek avrupa kupasıda cabası.

Neresinden bakarsak bakalım Fatih Terim bu topraklar için asla gri bir renk olamaz.Ya siyahtır ya beyaz.Ya seversin ya nefret eder.Kendi camiasının taraftarları ona taparken  rakip taraftarların nefret etmesini başka türlü açıklayamazsın.Ama ne olursa olsun saygı düstürunu elden bırakmayacağın bir karakterdir Fatih Terim.Yaptıkları,yapacakları ve ortaya koyduğu hedefler bunu gerektirir.

Bugünlerde Alex Ferguson üzerine tonlarca yazı yazılıyor.Yada Mourinho'nun ustalığı dillerden dile dolaşıyor.Klopp'un oyuncular üzerindeki motivatörlüğü ülkemizde neredeyse tez konusu yapılacak.Peki ülkem insanın güzide kalemleri neden Fatih Terim üzerine bir iki kelam etmiyor?Kendi topraklarının Mourinho'su yada Ferguson'ı mahiyetinde olan birini içi boş klişelerle irdelemekten bıkmadık mı?"Egoist,kendi bildiğini okuyor,ders almam ders veririm diyen bir ego,tek bildiği gaz vermek" gibi miladını ve geçerliliğini çoktan yitirmiş kalıplar içinde bu adamı değerlendirmeye daha ne kadar devam edeceğiz?

Hiç şüphesiz 2-3 yıl hadi bilemedin 5 yıl içinde Fatih  Terim aktif teknik adamlık kariyerini noktaladığı vakit ülke futbolunun en önemli figürü olacak.Biliyorumki o zamanda tartışılacak,küçümsenecek ve hatta başarısızlıkları hep başarılarının önünde tutalacak.Acaba Fatih Terim'i daha iyi anlayabilmek için Bilgin Gökberk'in şu sözünü anlamaya çalışarak mı başlasak?
"Milan'dan kovulmak için önce Milan'ın hocası olmak lazım".

9 Mayıs 2013 Perşembe

Ütopik Takımımın Ütopik Teknik Adamı:Alex Ferguson


1986 yılında Alex Ferguson bu imzayı attığı vakit ben daha dünyada yoktum.Dahası henüz embriyolojik bir gelişim içerisinde bile değildim.Dikkaet edin 1986.Ve ben uzunca bir süredir futbolu kendi imkanlarım ölçüsünde takip ederim.Hatta çoğu zaman hayatta asli yapmam gereken işleri bile bir kenara bırakarak,fedakarlıklar yumağı içerisinde bu oyuna izleyici ve taraftar gözüyle müdahil olmaya çalışırım.Ve bu zaman zarfı içerisinde birçok teknik adamı beğendim.Gerek takımı yönetim tarzı olsun,gerek liderlik becerileri olsun gerekse taktik-teknik donanımı olsun.Bu isimler gerek Tomas Tuchel olsun gerek Klopp gerekse de Van Gaal yada Ralf Ragnik olsun.Yalnız ben bu futbola bulaştığımdan beri Alex Ferguson'ı hem ayrı bir yere koyarım hem de ayrı bir kategoriye sokarım.

Bunun sebebide kazandığı tonlarca kupa kesinlikle değildir.Zaten kazandığı kupalar onun başarı denkleminin doğruluğunun birer sağlamasıdır.Ben hep ütopik bir takımı hayal etmişimdir.Hakeza bunu yönetebilecek ütopik bir teknik adamı.Ve bu arayışlarımın sonu hep Alex Ferguson'a çıkar.Otomatik bir makina düzeninde bir takım kurmak.İsimler değişse bile parçalar bazen eski gücünde olmasa bile bu makina kusursuz işlemeye devam edecek.Parçaların bir süre sonra anlamını yitirdiği bütünün önem kazandığı bir yapı.Bu takımı ayakta tutatn kilit isimlerin kariyer sonlarına geldiği bir noktada hiç hissettirmeden nesil değişikliğini yapabilmek.Ve bunu yaparkende asla yarışmacı kimlikten vazgeçmemek.İşte Alex Ferguson'ın 27 yıllık kariyerinde onu farklı kılan futbol felsefesi.

Tarihin belirli dönemlerde bazı takımlar elbette bunu başardılar.Lakin hiç kimse,hiçbir takım bunu 27 yıldır üst düzey bir noktada istikrarlı olarak devam ettiremedi.Altın nesiller,altın jenerasyonlar çok yakalandı ama o nesil o jenerasyon bitince devamı gelmedi.Ferguson ise daima bu işi ustalıkla yapmasını bildi.Cantona'lardan,Giggs'lerden,Beckham'lardan Ronaldo'lara uzanan bir gelenek onunkisi.

Sonuç olarak 27 yıl,kazanılmış tonlarca kupa,1986 yılında varolan tutkusunu 2013'e kadar taşımayı başarabilmiş bir efsane ve futbol dünyasına bırakılmış harika bir kariyer hikayesi.Bütün bunların tek çıkış noktası ise Alex Ferguson.

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Edinson Cavani



Sezon sonu Chelsea,PSG,City,Real Madrid yada cayır cayır forvet arayan Juventus'a mı gidr bilinmez ama El Matador ligde son maçta İnter'e attığı 3 golle Napoli'de geçirdiği 3 sezonda toplam gol sayısını 101'e çıkardı.135 maç maç 101 gol.Gerçekten muhteşem bir başarı ve istatistik.Bunu Seria A'da başarabilmek olağan üstü.Sabırsızlıkla bekliyoruz bir sonraki durağını...

5 Mayıs 2013 Pazar

27,17,23



İşler iyi gidince,zaferler gelince olur olmadık noktalarda klavyeye sarılıp "şampiyonuz be şampiyonuz" demekten nefret ederim.Sonuç itibari ile bu zaferi kutlayacak bir şey yapmış olmak lazım.Misal bütün sezon galatasarayın maçlarına gidip,bütün bir yılın moral çizgisini o takımın başarı eğrisine göre şekillendiriyorsan,zamanını,ilgini,alakanı yani herşeyini bir armaya yoğunlaştırıyorsan zaferlerin sonunda da sevinmeyi en çok hak eden sensindir.İşte o zaman çıkıpta "şampiyonuz be şampiyonuz" demeyi de en çok hak eden sensindir.O yüzden şu yazıyı yazarken tereddütlüydüm.Sonuçta biliyorumki bu sezon basketbol takımına benden daha fazla sahip çıkan,daha fazla zaman ayıran ve hatta Abdi İpekçi'yi boş geçmeyen çok kişi vardır.Yani bu takımla gurur duymayı benden daha fazla hak eden.Bizde ucundan dahil olduk bu desteğe.Her hafta görüntü kalitesi 240 pikseli aşmayan linklerde takip ettik bu takımı.Bir basketbol eksperi olmasakta armanın götürdüğü yerlerdeydik her hafta.Ama yinede şu takımın ortaya koyduklarını ufakta olsa değinmeden,takıma hakkını vermeden geçemedim.

30 haftalık sezonun 27'sini galip kapatan,arka arkaya 17 galibiyet alarak kulüp rekorunu kıran bu takım bu sezon tüm olumsuzluklara,sakatlıklara rağmen bunları başardıysa helal olsun demekten başka birşey düşmez bize.Sezon başı kurulan takım bir çok şanssızlıktan dolayı gitti yerine bambaşka bir takım yapıldı.Bu noktada Ergin Ataman ustalığı devreye girdi.Sonuç;sezonu lig liderliğe ile bitirerek play off'lara kalmak.Şimdi beklemekteyiz 23 sene sonraki şampiyonluğu.

4 Mayıs 2013 Cumartesi

La Vecchia Signora* Uyanıyor


Tarihler 2006'nın şubatını gösterdiği vakit dünya futbolu belkide tarihinin en büyük şoklarından birini yaşayacağından habersiz sabırsızlıkla Almanya'da düzenlenecek olan dünya kupasını bekliyordu.Lakin italya'da ufaktan patlak vermeye başlayan şike haberleri dünya kupasının üzerindeki gözlerin bir anda italyaya çevrilmesine sebep oldu.Rivayet odurki Juventus genel menajeri Luciano Moggi rakip futbolcuları ve hakemleri ayartmış.Üstelik takım 29. şampiyonluğuna koşarken.Ve zaman geçtikçe bu haberler rivayet olmaktan çıktı ve dünya futbolunun temellerini değiştirecek bir gerçek halini aldı.Evet Juventus belkide üst düzey liglerde rastlanabilecek en büyük şike organizasyonunun baş suçlusu olarak dünyanın karşısına çıkıyordu.Dünya kupası hazırlığı yapan İtalya şokta,dünya ise kadrosunda Zlatan İbrahimovic,Thuram,Emerson,Buffon,Nedved,Fabio Cannavaro,Del Piero,Patrick Viera,Trezzguet gibi sadece italyanın değil dünyanın sayılı kadrolarından birine sahip bir takımın neden bu yola başvurduğu sorusuna cevap aramakla meşguldü.




İtalya'da futbolun çim sahadan çıkıp mahkeme salonlarına taşındığını bir dönemin ardından italyanlar kendilerine acımadılar ve hesabı çok derinden kestiler.Dünya kupasının kulbundan tutup getiren kadronun yarısından fazlasına sahip bir kulübü ve italyanın hali hazırda en görkemli başarılara sahip kulübünü yani Juve'yi Seri B'ye yolladılar.Yetmedi -17 puanı da ardınan gönderdiler.

Önce Capello ardından Cannavaro,İbrahimovic,Thuram,Viera,Zambrotta,Emerson ufaktan yol aldılar Torino semalarından dünyanın çeşitli liglerine.O dönemin en güçlü kadrolarından birine sahip Juventus bir anda yağmalanmış bir takıma döndü.Ellerinde efsaneleri Nedved,Del Piero ve Buffon'dan başka birşey kalmadı.


Önce direksoyuna takımın efsane isimlerinden Didier Deschamps geçer.Sonrasında bismillah çekilir -17 puanlı Seri B maratonu başlar.Deschamps ve tayfası ilk sezonunda tekrardan Seri A'ya yükselir.Seria A'da dümene bu sefer Ranieri geçer.İlk sezon üçüncü ikinci sezonunda ligi ikinci sırada bitirir Ranieri ve tayfası.Lakin şike sonrası gücüne güç katan İnter'i alt etmek çok zordur.Üstelik Nedved ve Del Piero yaş olarak kariyerlerinin sonlarına gelmiştir.Bu dönem içerisinde yeniden zirveye ambargo koyacak bir kadro yapılanması içini girilmeye başlanır.Zamanla transfere harcanan paraların miktarı artar.Ranieri sonrası Ciro Ferrara ve Luigi Del Neri gelsede Juventus için yükselişin başlangıcı Antonio Conte ile gelir.

2011 yılında açılan yeni statları Juventus Arena ile gelirlerini katlayan,kurduğu güçlü kadro ile adım adım zirveye yükselişe geçen Juventus Conte ile 2011-2012 sezonunu namağlup şampiyon tamamlar.Juventus krallığı tekrardan zirveyi ele geçirmiştir.İnter ve Milan'ın finansal bakımdan "pas" dediği sezonu da şampiyon tamamlamasına sayılı günler var.Üstelik en yakın takipçisi Napoli ile aralarında an itibari ile 11 puan fark var.Bu sezon şampiyonlar liginde çeyrek finali gören Juve için bütün bunlar yükselişin birer göstergesi.Bir futbol kulübünün başına gelebilecek en ağır yarayı alan Juventus 7 sene önce aldığı ağır hasarların izini silmişe benziyor.Şu an için komada olan italyan futbolunun da avrupadaki tek umudu gibi gözüküyor.Ligde eski günlerine dönen juventus için şimdi önünde yeniden avrupanın zirvesine çıkma hedefi var.Bu gidişle  La Vecchia Signora için zaferler yakın gibi.

*La Vecchia Signora Juventus'un italyadaki lakabıdır ve "Yaşlı Bayan" anlamına gelir






3 Mayıs 2013 Cuma

Al Higuain'i,Bitir Forvet Çilesini


Sezonun sonuna yaklaşılan şu dönemde lige çoktan havlu atan Real Madrid neredeyse devre arasından beri focuslandığı şampiyonlar ligine de beklenmedik bir farkla Dortmund'a elenince teknik adamından futbolcusuna kadar yaprak dökümünün haberleride beraberinde yayılmaya başlıyor.Mou'nun gidişi iki yıldan beri beklensede bir diğer gidici ismin Higuain olmasıda çok muhtemel.

Bu noktada geçen sezonda çok ciddi şekilde ilgilenen Juventus'un bu işi bitirmesi kendileri adına hayati önem taşıyor.İtalya'nın önümüzdeki yıllarda avrupadaki tek umudu Juventus gibi gözüküyor.Conte ile beraber ikinci kez ligde şampiyonluğa koşan İtalya'nın yaşlı hanımefendilerinin takım kadrolarındaki tek eksik Higuain gibi mevkisini içini çok iyi doldurabilecek bir santrafor.Geçen sezon şampiyonluğunda takımın en gölcü isminin Marchisio ve Matri'nin attıkları gol rakamları 10.Conte'nin kurduğu adeta taş gibi takım oyunu oynayan Juventus'da skora çok farklı isimlerden katkı gelsede net golcü eksikliği bu sezon özellikle şampiyonlar ligi çeyrek finalindeki Bayern maçında çok kendini hissettirdi.

Higuain ise Real Madrid kariyerinde kendini her geçen gün geliştiren,zamanla bir gol makinesi haline gelmiş bir isim.Santraforluk meziyetleri Madrid gibi sürekli forma giymediği bir kulüpte bile sürekli gelişim halinde oldu.Açıkçası Madrid'de Benzema ile vardiyalı girdikleri forma rekabetinde yedek kulübesinde kalması onun golcülük meziyetlerini izleyememiz açısından kötü oluyordu.Juventus onun için en doğru adres olacağı gibi Higuain de Juventus için en doğru seçim olacaktır.

Forvet sıkıntısını gidermek için Bendtner ve Anelka hamlelerine bile başvuran Juventus için Higuain eğer olursa Torino ahalisi için Zlatan'dan sonra çekilen forvet çilesini bir nebze olsun dindirebilir.Bu arada Higuain'in Real Madrid'de 171'i ilk onbir olmak üzere 252 maça çıktığını ve 117 gol attığını belirtmek lazım.

Avrupaya Meydan Okuyan Bir Lig:Brezilya Seri A


Sonuç itibari ile bir plaj futbolu maçına bile yukarıdaki fotoda görüldüğü gibi 30 bin kişi toplayan bir ülkeden bahsediyoruz.Futbolun dinamiklerinin sonuna kadar  yaşandığı bir ülke.Rekabetin,tutkunun ve en önemlisi futbol eğlencesinin doruklara çıktığı bir lig.Son zamanlarda ülkedeki kulüplerinin ekonomik anlamda ciddi bir güç kazanması ile ellerindeki oyuncuları avrupa kulüplerine karşı daha güçlü bir şekilde koruyabilmeleri ve oyunculara sundukları ekonomik şartlar ile güney amerikanın cazibe merkezi haline gelmeye başladılar.Bunun en öenmli sebebi ise yeniden düzenlenen Tv yayın hakları.Yeni yapılan yayın hakları sayesinde brezilya kulüpleri çok ciddi bir kazanca sahip oldu.Örnek vermek gerekirse brezilya ligi gibi neresinden bakarsak bakalım gözden uzak bir diyarda top koşturan Neymar'ın yıllık kazancı Santos'un ödediği maaş ve reklam,sponsorluk anlaşmaları ile 17 milyon dolara kadar çıkıyor.Bu bile brezilya pazarının sunduğu şartların avrupadan hiçte geri kalır yanı olmadığını gösteriyor.

2000'lerde brezilya futbolunun Neymar tarzı gençlere sunduğu şartlar bugünkü kadar parlak değildi.Avrupayı futbol konusunda besleyen en öenmli damarlardan biri brezilyada kısa sürede parlayan her genç yetenek rotasını bir an önce avrupaya çevirmek istiyordu.Hem idealler bakımından hemde maddi şartların getirdikleri bu amacı zorunlu kılıyordu.Robinho 21'ine basar basmaz Real Madrid'e geçerken Pato 18 yaşın altında iken Milan'a imzayı çoktan atmıştı.Bugün ise avrupanın gözdesi Neymar 3 yıldır brezilyadan koparılamıyor.Aksine Santos'un avrupa ile yarışır cinsten uzattığı kontrat ile olası bir transferde bile avrupalının cebini ciddi şekilde yakacağa benziyor.


Son dönemlerde bütün bunların yanında avrupalı brezilyalılarında eve dönme girişimleri bu lige olan ilgiyi katlıyor.Ronaldinho'nun 31'inde memleketine ayak basması,Vagner Love'ın rehabilitasyon maksatlı dönemlik brezilya transferi,Pato'nun kendini bulma maksatlı Corintihans yolculuğu,milli takımın ve avrupanın gözde golcülerinden biriyken sürpriz bir Sao Paulo transferi gerçkeleştiren Luis Fabiano...Spesifik açıdan bakarsak brezilyalılara has memleket özlemini gidermenin yanında stresi ve baskısı olmayan bir lig,şahane tribün atmosferleri ve elbetteki kulüplerin düzelen ekonomisi ile sundukları çok iyi maddi imkanlar bu transferlerin ve geri dönüşlerin açıklamasını şüpheye bırakmadan yapmakta.Yoksa Ronaldinho gibi bir yeteneğin avrupada kalıp kendini kanıtlamak yerine ülkesindeki rahatı seçmesini başka sebepler açıklayamaz.

Neresinden bakarsak bakalım Brezilya Seria A modernleşmeye başlayan statlarıyla,muhteşem tribün atmosferleriyle,futbola ve başarıya aç seyirci profiliyle,çıkardıkları yeni yıldızlarıyla,evlerine dönen eski göz ağrılarıyla ve en önemlisi var oldukları süreçten beri oynadıkları hücum futboluyla ilgiyi ve alakayı sonuna kadar hak eden bir lig.2014 dünya kupasına yapacakları ev sahipliği üleknin futbol altyapısını bir iki seviye yukarı taşıyacaktır.Buna şüphe yok.İşte o zaman bu muhteşem atmosferlerin kaliteli statlarla birleşmesi sonucu karşımıza daha kaliteli bir lig çıkacağına şüphe yok.

28 Nisan 2013 Pazar

Luiz Nazario De Lima Ronaldo

Nam-ı diğer El Fenomeno.Yenilenen Maracana'da yapmış yine yapacağını.Bu adamdan ve Zidan'dan aldığım keyfi şu zamana kadar hiç kimseden alamadım.Gol sonrası çocuksu sevinci ise bu oyunu ne kadar özlediğini gösteriyor.Futbol tarihinin en büyük şanssızlıklarından biridir onun zamansız bu oyundan kopuşu...




23 Nisan 2013 Salı

Devre Arasının Nev-i Şahsına Münhasır Çilekleri

Kim demiş devre arası transferleri genelde işe yaramaz diye!Takıma adaptasyondu,ülkeye uyumdu,ülke dinamiklerini tanımaydı...Devre arası transferlerinin klişeleşmiş değerlendirme lafları bu adamlar için geçerli değil.Drogba,Sneijder kadar ses getirmediler belki ama ligin ikinci yarısının şu zaman dilimine kadar takımlarına etkileri onlardan daha fazla oldu.İncelemekte fayda var.



Theofanis Gekas:11 maç 10 gol




Björn Vleminckx:12 maç 9 gol




Darvydas Sernas:13 maç 6 gol


Pierro Webo:Toplamda 15 maç 6 gol

6 Nisan 2013 Cumartesi

Nisan'da Şampiyonluk Başkadır



Dünyanın şu an en sağlıklı ve sağlam temellere oturtulmuş takımı olsa gerek Bayern.Gerek ekonomik gerekse idari bakımdan sorunsuz işleyen bir makina.Guardiola'nın Bayern seçimi bu sebeple çokta yadırganmasa gerek.Guardiola takımın başına geçmeden Heynckes çitayı çok yukarı çekti.Biz her hafta stresten kurt dökerken nisanın ilk haftasında şampiyonluğu ilan etmek nedir arkadaş?Birde bunun üstüne sezonu şampiyonlar ligi kupası ile kapatılırsa Guardiola için başka bir yarış daha başlıyacak:Bayern'i bir tık daha öteye taşıyabilmek.Tabiki bu mümkünse!

5 Nisan 2013 Cuma

Acı Çekerek...



Acı çekmeden öğrenmek zor.Hele bu seviyelerin çok altında isek bu çok elzem bir şey.Zaten bu sezon galatasarayın şampiyonlar ligi yolu hep acı çekerek öğrenmeden geçti.İç sahada çok iyi oyunlara rağmen bırakılan üç puanlar çok canımızı sıkmıştı.Zaten o yollardan geçtiği için bugün Real Madrid karşısına çeyrek finalde çıkabiliyor Galatasaray.O gün Braga TT Arena'da iki kez gelip 2 gollü galibiyet aldığı için Veltins Arena'da kazanarak çeyrek final kapısını açıyor Galatasaray.Yada şöyle bakmak lazım 1999-2000'de Ali Samiyen'de Chelsea'den alınan 5-0'lık yenilgidir bizi Uefa Kupasına götüren.

Madrid'in Bernabeu'sunda da aynı durum geçerliydi.Kalitenin fersah fersah üst seviyede olduğu bir gece."Ulan bunların oynadığı futbol ise bizim ligde ne oynanıyor acaba?" dedirten bir gece.Lakin Allah'ı var ezilmedik.Onlar geldi attı,biz gittik 2.80'lik kalede kalecinin üstüne vurduk.Olsun.Bunuda tecrübe etmiş olduk.

Muhtemelen ilerleyen yıllarda alınacak başarıların ardından geçmişe dönüş yolculuğunda bu turun getirdikleri şimdi götürdüklerinden çok daha fazla olacak.Gurur duymaktan başka yapacak birşey yok.Ha birde Bernabeu'da takım 3-0 yenildi diye ortalığı boka bulayanlar var.İnsanın bazen "Allahınızın yok mu lan sizin?" diye bağırası geliyo ama neyse boşvermekte fayda var...

24 Mart 2013 Pazar

Jurgen Klopp&Aykut Kocaman



Fourfourtwo'nun Mart sayısındaki Dortmund analizinde bir nokta ilgimi çekti.Dortmund 2-3 yıl önce kötü giden bir döneminde Klopp oyuncularından kalan maçlarda takımın koşu mesafesini 118 km'ye çıkarmaları dahilinde ekstradan 3 gün izin vereceğini söylemiş.Ve Dortmund'lu oyuncular kalan maçlarda hem bu istatistiği yakalamış hemde ekstradan 3 gün izni.

Bu noktada aklıma sürekli olarak takım içi koşu mesafelerinden bahseden Aykut Kocaman geldi.Kocaman koşu mesafesi olarak avrupa standartlarının çok gerisinde olduklarından dem vuruyor sürekli.Zaten kalite olarak bu ekiplerden gerideyken sahada koşmadan var olmaya çalışmanın şu an içinde bulunduğumuz başarısızlığın anahtarlarından bir iolduğunu söylüyor.Haksız mı?Kesinlikle hayır.

Aykut Kocaman'ın tezini doğrulayan en net takımdır Dortmund.Kim bilir belki onlardan ilham almıştır.Lakin gerçek olan birşey varki Aykut Kocaman bu ülkede ne kadar dalga konusu olursa olsun(ki koşu mesafelerinden bahsettiği gün itibariyle de bu konuda çokça eleştirildi) bilimsel metodları futbola taşımaya yönelik çabaları çok dikkate değer.O gün koşu mesafelerinden bahsederken mevzuyu salt sağa sola deli danalar gibi koşmak anlayan futbol ulemalarının zihniyeti o gün onun anlatmak istediklerinin önüne geçti.

Dortmund'un bu sezon City ve Madrid gibi kendisinden kadro olarak kat be kat be iyi olan ekipleri şampiyonlar liginde altına alması kadronun akıl almaz dinamizminden kaynaklanıyor desek yeridir.Yaş ortalaması 24 olan,topu kaptırdığı anda tekrar geri almak için rakibe tam saha pres yapan,her mevkisiyle tempoyu çılgınlık seviyesinde tutup rakibi perişan eden bir takım Dortmund.Bunu yapabilmeniz için de koşu mesafelerini arttırmalısınız.Anca o zaman kalite farkını aşabilirsiniz.

Bu noktada çoğu zaman Aykut Kocaman'ın hakkını yendiğini düşünüyorum.Tespitlerinin doğruluğu tartışılmaz.Uygulamadaki başarısızlıkları her türlü tartışma konusu olsada.(ki zaten düşüncelerini doğru uygulayabilmesi bugün çok daha başarılı bir takım yaratabilirdi).O sebeple bazen bazı zamanlar bazı kişilerin söylediklerini bir nebze olsun dikkate almakta fayda var.

18 Mart 2013 Pazartesi

Sezonun Kazananı:Hamza Hamzaoğlu



Sezon sonu Akhisar düşer veya düşmez hiç farketmez.Şu imkanlarla sonuna kadar mücadele verebilmek ve akabinde olumlu sonuçlar alabilmek önemli benim için.Bugün Akhisar'ın kümede kalma savaşı verdiği takımlar Ordu,Gaziantep,İBB gibi bütçesi ve kadrosu Akhisar'ın kat be kat üstünde olan ekipler.Lakin sahadaki oyunuyla bunu unutturan bir takım Akhisar.Tam bir teknik adam takımı olmuş Akhisar.Şartların getirdiği durumlara boyun eğip prensiplerinden vazgeçmeyen bir adam Hamza Hamzaoğlu.Bugün doğru bildiği neyse onu yapmaya çalışıyorlar.Ne takımı transfer çöplüğüne çeviriyorlar  ne de kümede kalmak adına götü başı dağıtıyorlar.

Baştada dediğim gibi Akhisar sezon sonu düşer veya düşmez hiç önemli değil.Bana göre insani kalitesiyle,idealleriyle,felsefesiyle sezonun kazananıdır Akhisar ve Hamza Hamzaoğlu.Umarım mücadelelerinde yolları açık olur.

16 Mart 2013 Cumartesi

Farklı Bir Adam:Fatih Terim


Liderlik yeteneği başka bir meziyet.Bir topluluğu,bir grubu ortak bir amaç çatısı altında toplayabilmek,onları bu amaç için çabalamaya inandırabilmek zor iş.İşte bu yüzden teknik adamlıkta taktik-teknik bilgi kadar ve hatta daha fazlası adam yönetmekten-liderlikten geçer.Bu sebeple farklı bir adamdir Fatih Terim.Ve farkınıda her daim hissettirir.

Her ne kadar ülkem insanı Fatih Terim'i gazlayan teknik adam moduna ısrarla sokmak istesede Schalke maçındaki Terim performansı onun için zirve performanslardan biridir.

2 günce ligde iç sahada alınan mağlubiyet ve süregelen tatsız tutsuz oyunun getirisi olan takım gardının düşmeye başladığı bir anda bir takım anca bu kadar güçlü bir zihinsel rehabilitasyonla Schalke maçına hazırlanabilirdi.Çok kısa sürede enerjisi düşen bir takımı bu hale getirebilmek bir teknik adamlık başarısıdır.

Sahaya tüm silahları sürerken takıma aynı şekilde bunu disiplinle uygulatabilmekte bir teknik adamlık başarısıdır.Drogba'yı,Burak'ı,Sneijder'i sahaya aynı anda sahaya sürmek değil başarı.Buradaki başarı bu isimlere oyun içi disiplini uygulatabilmekte,onlara bu olayı kavratabilmekte.


Hakeza yukarıdaki fotoda olduğu gibi iki görmüş geçirmiş adamı aynı amaç uğrunda savaştırabilmekte bir başarıdır.Belkide Terim'in en büyük başarısı,meziyeti,silahıdır...

Yenilmek Kolay Yenmek Olay



Ne demişti Fatih Terim Manu maçı öncesi ''yenilmek kolay yenmek olay''.İşte al sana öyle bir maç öyle bir kura.

Birincisi vahlar tühler çeken insanlara hayret ediyorum.Bu sezon zaten iyi kura çekme hakkını fazlasıyla kullandık.Grup aşamasında ikinci torbadan Braga'nın gelmesi,son torbadan Dortmund gibi bir bomba gelebilecekken Cluj çekmemiz buna bir örnek.Hatta ikinci turda birbirinden güçlü grup birincilerinin olduğu yerde tam anlamıyla abondane olmuş Schalke'yi çekmek başlı başına kura şansıdır.Bu sürece kadar iyi kuralar çektik ve sonucunda da bu iyi kuraları çok iyi değerlendirdik.O sebeple bu saatten şampiyonlar ligi çeyrek finalinde kolay kura aramak saçmalığın daniskasıdır.Gönül isterdiki Malaga gelsin dişe diş kapışalım ama onuda tez elden Dortmund çekti.

Ama neresinden bakarsak bakalım bana göre muhteşem bir kura oldu.İçinde bir sürü hikaye barındıran,tarih kokan bir eşleşme.Gol lkrallığında başı çeken Burak&Ronaldo kapışmasından tutta Mou-Terim dostluğuna kadar.Beraber tarih yazdıkları Sneijder-Drogba ikilisi ile buluşacak olan Mou'dan tutta 12 yıl sonra yine bir şampiyonlar ligi yine bir çeyrek final ve yine bir Real Madrid-Galatasaray maçı...Sözüm o ki her noktasıyla çok hikaye barındıran bir eşleşme.

Ben olaya Jurgen Klopp bakışından bakmak istiyorum arkadaş.Ne demişti Klopp şampiyonlar ligi ölüm grubuna düştükleri vakit uzatılan mikrofonlara:"Muhteşem bir kura çektik.Çok güçlü takımlar var.Maçların bir an önce başlaması için sabırsızlanıyorum.Bizim için müthiş bir deneyim olacak".İşte bu bakış açısıdır arkadaş bugün Klopp'u Klopp yapan,Dortmund'u Dortmund yapan.O sebeple ahlar vahlar yerine bu eşleşmenin tadını çıkarmak en güzeli.

2 sene önce "kümede kal galatasaray" tezahüratları yankılanıyordu.1 sene önce baştan aşağı yenilenen kadronun bir sezonda 12 derbi maçı oynayıp  kazandığı şampiyonluk vardı.5 ay önce ilk üç şampiyonlar ligi maçında(ikisi iç saha) 1 puan alabilen bir takım vardı.3 Nisan  2013 tarihinde Real Madrid ile Santiago Bernabau'de tüm dünyanın gözlerinin üstünde olacağı bir maçta şampiyonlar ligi çeyrek finaline çıkacak bir takım var.

Schalke maçında baskı vardı,stres vardı.Yaratılan havada eleme zorunluluğu yatıyordu.Bu şartlar altında  geçildi Schalke.Şimdi baskı yok,stres yok."yenilmenin kolay yenmenin olay" olacağı bir maça hazırlanıyoruz.Burak'ın da dediği gibi "bu saatten sonra kim gelirse gelsin çıkar aslanlar gibi topumuzu oynarız".Tıpkı bu zamana kadar yaptığımız gibi.


13 Mart 2013 Çarşamba

Çeyrek Final Koşusu



Yok olmicak.Nerden başlasam bilemedim.Futboluyla doğduğu şehirde bu sefer atıığı golle yeniden doğan Hamit'ten mi başlasak?Yada şampiyonlar liginde 8 maç 8 gol rakamını yakalayıp tarifi imkansız adam Burak'tan mı?Daha geçen mayısta kupa kaldırıp gelen Drogba'nın ortaya koyduğu yürekten mi?Hakeza Umut'un golünde Terim'le çocuk gibi sevinen Sneijder'den mi?Kariyerinin en devleştiği maçını oynayan Muslera'dan mı?Terim'in cesaretinden,inancından mı?Semih'in kafaya darbeyi alıp tekrar ayağa kalkma çabasından mı?Ulan Selçuk'tan başlarsak bitmez bu yazı.Biz en iyisi mi daha sonra toparlayalım.Başka türlüsü olmuyor...

5 Mart 2013 Salı

Sistem Çıkmazları



Ortada çok net bir gerçek var:Galatasaray bu sezon bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar iyi maç oynamıştır.Üstelik geçen haftaki sezonun Galatasaray adına en görkemli maçlarından biri olan Ordu maçı bile iyi oyundan daha ziyade bir kaosun sonucunda kaliteli ayaklardan geldi.Sezon arası sistem değişikliği yada diğer bir tabirle oyun değişikliği kaçınılmaz iken Drogba ve Sneijder gibi üzerine ayrı ayrı sistemler yapabileceğiniz iki ismin kadroya katılması çok kafa karıştırıcı oldu.Zira Terim'de bu konuda çok net değil şu ana kadar.

Eskişehir maçı üzerinden sezona dair bir çıkarım yapmak gerekirse Galatasaray bu sezon kaybettiği bütün maçları belkide kağıt üstünde en güçlü olduğu bölge olan orta sahada kaybetti.Özellikle rakibin kadrosunda ortasaha-forvet özellikleri bulunan isimler galatasarayı ortasahada çok çaresiz bırakıyor.Son maçta Necati'nin,Schalke maçında Hunteelar'ın bu tarz oyunu galatasaraya oyunu ortasahada kaybettirdi.Burak-Drogba ikilisinin ortasaha agresifliğine yaptıkları katkı çok tatminkar olmayınca bu sıkıntı dahada fazla büyüyor.

Melo-Selçuk-Sneijder-Hamit gibi sayabileceğin isimler çok üst düzey duruyor kağıt üstünde.Lakim Melo'nun çok kötü geçen bir sezonu,Sneijder'in maç temposuna yeni yeni alışması bu güçlü bölgenin en büyük zaafları.Üstelik ileri üçlüden yeterli savunma desteğinin gelmeyişi bu isimleri çok yıpratıyor.Misal Selçuk son zamanların takımda en çok yıpranan,efor sarfeden ismi.Açıkları kapatmada ortaya koyduğu özveri muazzam.Buda onu oyundan ilerleyen dönemde daha çabuk düşürüyor.

Sonuç itibari ile Drogba-Sneijder sonrası tahtaya ilk yazılan isimler olarak baktığımızda bunların yanına Burak'ı da eklediğimiz zaman ortaya kolay teslim olan ve ortasahada çabuk teslim alınan bir takım ortaya çıkıyor.Bkz. Ordu maçı ilk 45 dakika,Schalke maçı ilk 45 dakika,Eskişehir maçının tamamı.

Bu sorunların çözümünde 4-3-1-2'nin yeterli olmayacağına Schalke maçında çok net karar verdim.Özellikle Sneijder'in arkasına yerleştirelecek üçü konusunda bu kadronun içinde o tip elemanları bulmak zor.O üçlünün en büyük özelliği inanılmaz dinamik bir oyun oynamalarıdır.Melo'nun rakibi 30-40 metre bile takip etmediği bir noktada ona üçlünün merkezinde görev vermek oldukça ironik olur.Bu sistem Schalke gibi seviyesi çok yüksek maçlarda kullanılamaz belki ama seviyesi daha düşük maçlarda denenebilir.

Son zamanlarda ortaya atılan 3-5-2 çözümüde bana çok hayalci geliyor.Eğer 3-5-2 oynayacaksanız bek-kanat-açık özelliklerini aynı bünyede barındıran kenar oyuncularına sahip olmalısınız.Çünkü bu sistemde asıl kilit onlar.Galatasarayın sağına belki bu noktada Eboue'yi yazarsınız ama sol taraf bu noktada yetersiz kalır.Ki ben son zamanların Eboue'sini bile yazmam.

4-3-3 yada onun varyasyonu olan 4-2-3-1 bu noktada daha makul tercihler olarak elde kalıyor.Burada önemli olan oyuncu seçimleri.Bu noktada Burak ile Drogba'yı aynı kadroya koyuyorsanız Burak'tan daha fazla efor sarfetmesini isteyecekseniz.Sonuç itibari ile yaşı 34 olan Drogba'dan bunu bir noktaya kadar beklerseniz.Bu noktada bie şekilde rakibi bozacak,dinamizmi ile Drogba yada Burak'ı rahatlatacak bir Umut veya yabancı sınırına takılmazsa Elmander elzem gibi duruyor.Burada gerekirse Drogba veya Burak'tan bile vazgeçilebilir.Yada bir tercih olarak seviyesi yüksek maçlarda Burak-Drogba tahtaya yazılırsa Sneijder'den feraget edilmesi mecburi bir hamle gibi duruyor.

Sonuçta ortada büyük bir çıkmaz var.İyi oynayamayan bir takım ve önünde tarihinin dönüm noktalarından biri olabilecek bir Schalke maçı var.Gençlerbirliği maçı ise bir nevi Schalke maçının taktiksel antremanı olacak.Yada biz öyle sanıyoruz.İlk maçta olduğu gibi Terim'in Sneijder'i hiç denemeden sola koyduğu gibi radikal kararlarını görsekte Gençlerbirliği maçı kısa vadede bize saha içi diziliş hakkında bir takım bilgiler verecektir.

4 Mart 2013 Pazartesi

Etti Mi Şöyle 225




525 maç 225 gol.Seria A tarihinin en golcü ikinci oyuncusu(537 maç 274 golle Juventus,Lazio ve Novarra formaları giyen Silvio Piola bu alanda rekoru elinde tutuyor).Üstelik tek forma,tek arma altında.Bu ünvanlar Totti'yi anlatmaya yeter mi?Tabikide yetmez.Modern futbolun nostajik kahramanı atmaya devam etsin bizde onu ilgiyle takip etmeye devam edelim.

26 Şubat 2013 Salı

Selçuk Yürek Koyuyor



Sneijder,Drogba derken çok geri plana atıldı Selçuk İnan.Çok hakkı yendi.Sırf gol atamadığı için her geçen hafta ''Selçuk bu sezon çok formsuz'' klişesi iyice beyinlere yerleşti.Bu sezon geçen seneki gibi gol atmıyor belki ama ortaya koyduğu yürekle bu sezon çok sallanan galatasarayı ayakta tutan birkaç isimden biri.Ülkedeki futbol algısında ''ne kadar gol atarsan o kadar iyi oynamıştır'' algısı mevcut olduğu için Selçuk'un eleştirilmesini çok da absürt karşılamamak lazım.

Schalke maçındaki inanılmaz isyanı,Ordu maçındaki maç 4-2 ye geldikten sonra dahi savunmadaki can siparene direnişi onun bu sezon ortaya koyduğu yüreği çok iyi özetliyor.Selçuk her geçen gün büyüyor.Ve o büyüdükçe izleyenleri de büyülüyor...

Karakter...



Bu kadar büyütmeye değer mi şu ziyareti?Yada bir insanı yattığı hastanede ziyarete gitmek bir insanlık nezaketiyse bu harekete ekstradan alkış tutmak gerekli mi?

Eğerki bu ülkede maç esnasında saha kenarında kafasında maytap patlayıp ölüm tehlikesi geçiren bir spor fotoğrafçısı hakkında kendi meslektaşları bile gazetelerinde iki kelam etmiyorsa,buna sebebiyet veren kulüp taraftarının başkanı 5 gün sonra geçmiş olsun diye arıyorsa,otun bokun hakkını arayan gazeteci diyen geçinenlerin ölümden dönen meslektaşının hakkını bir nebze olsun bile savunmıyorsa evet kardeşim Drogba'nın yaptığı şu ziyareti ben göklere çıkartır,cümle aleminde bu karakterden ders almasını isterim.

2-0 dan maçı 4-2'ye getirmişsin,takımınla bu sevinci yaşamak yerine maç esnasında kafa kafaya çarpıştığın meslektaşını hastanede ziyaret ediyorsan işte o zaman sen Drogba oluyorsun.

Şampiyonluk Maçı???



Dün gece maç bitiminde 2-0 dan maçı 4-2'ye getirecek ne oldu diye sorunca futbol adına bir veri ortaya koymak mümkün değil.Yada şöyle düşünelim dün gece sahada ve tribünde ortaya çıkan infaalin sebebini çok kötü maç yönettiğini düşündükleri hakeme bağlamak mümkün.Aslına bakılırsa bu kadar büyük bir infaalin ortaya çıkmasına sebebiyet verecek bir hakem yönetimide yoktu sahada.İşte maçın özetini işleyince ortaya futbolun dışında şeyler çıkıyor.Psikolojik faktörlerin tamamıyla etkin olduğu bir doksan dakikada kalitesiyle kazanan bir takım vardı sahada.

15. dakikada yenilen gol herşeyin dışında çok moral bozucu,şevk kırıcı.Aslında Muslera için bu sezonu özetleyen bir gol.Geçen senenin aksine konsantrasyon olarak çok düşük bir sezon geçiriyor.Gerek milli takımında gerekse galatasarayda.Kendi kalesine gol Selçuk'un hanesine yazıldı belki ama asıl kendi kalesine golü Muslera attı.Bu golün ardından gelen istediklerini sahaya yansıtamama hali berbat zeminle birleşince sert bir kontak futbolu ortaya çıktı.Hakemin her kararı bu saatten sonra tepki almaya başladı.Devre bitiminde gelen gol,Terim'in tribüne gönderilmesi önce taraftarı sonrada sahadaki oyuncuyu tam anlamıyla maça motive etti.

İşte burada bir süper lig takımının yetersizliği çok net ortaya çıkıyor.Deplasmanda 2-0 öne geçmişsin,rakbin tamamıyla kontrolu kaybetmiş bir oyun oynuyor ve siz tam anlamıyla 50 bin kişi önünde hiçbir şey yapmadan maçın bu şekilde bitmesini bekliyorsunuz.Cuper gibi kurt ve tecrübeli bir hocanın buna engel olamayışı çok ilginç.2-0 öne geçmişsen o maçı bu kadar kolay vermemelisin.

Galatasarayın attığı goller tam zamanında ve büyük becerilerle geldi.Lakin nasıl anlatırsak anlatalım zeminden bahsetmeden geçmek Hamit'e,Amrabat'a,Drogba'ya büyük haksızlık olur.Şu zeminde top sürmek,rakiple vücut temasıyla oynayıp ayakta kalmak,rakiple ikili mücadeleye girmek çok ama çok zor.Zaten bu sebeple olsa gerek galatasaray bir süre sonra sürekli havadan oynamaya başladı.Drogba istisnasız havadan her topu indirdi lakin bir sonraki hamleyi yapamadan dengesini koruyamadı.Hamit vücut temasıyla oynamayı sevdiği için bu zeminde ayakta kalamadan çok top kaybı yaptı.Amrabat top sürerken iki kat daha fazla efor sarfetmek zorunda kaldı.Ben açıkçası sezonun geri kalanında galatasarayın deplasmanda çok daha iyi futbol oynayacağını düşünüyorum.Ve bundan sonraki her iç saha maçına bu zemin yüzünden temkinli yaklaşmak lazım.Çünkü yerden pas oyunu oynamak isteyen her takım için tam bir engel teşkil ediyor.

Geçen sezon bi Samsunspor maçı vardı.O da bu maç gibi 2-0 geriden gelinip 4-2 kazanılmıştı.Ve o maç geçen sezon galatasarayın şampiyonluk yolundaki önemli kilometre taşlarından biriydi.Lakin dünkü maçın etkisi çok daha büyüktü.Şu maçı galatasarayın kendi kendine çıkardığı her engele rağmen kalitesiyle çevirmeyi başarması ligin geri kalan kısmında çok büyük motivasyon sağlayacaktır.Ve bu galibiyet ligin diğer takımlarına verilen mesaj anlamında da çok önemliydi.

Son olarakta Fatih Terim'e değinmek lazım.Şartlar her ne olursa olsun Fatih Terim gibi çok tecrübeli,görmüş geçirmiş bir hocanın kontrolünü kaybedip tribüne çıkması hiç doğru değil.Dünkü maç için belki bu bir silah olarak kullanıldı ama her maç dünkü gibi olmaz.Sahadaki futbolcu yedek kulübesinde teknik adamını görmeli.En zor şartlarda yedek kulübesinden enerji almalı.Neresinden bakarsak bakalım Terim'in dün tribüne çıkması kendisine hiç yakışmadı.


25 Şubat 2013 Pazartesi

Drogba Gerekliliği



Sneijder transferi için hedefin on ikiden vurulduğunu söylersek yanılmayız.Sonuç itibari ile çift forvetli sistemin ligin 6-7. haftalarından itibaren tıkanması ve işlememesi itibari ile Terim'in de vurguladığı tek forvete dönebilme ihtimali bu tarz bir transferi elzem kılmıştı.Şartların galatasarayın önüne çıkardığı Sneijder ise bu noktada çok önemli bir transferdi.

Drogba için ise ilk transferini duyduğum zaman aynı şeyleri söyleyemedim.Beşiktaş maçı öncesi alınan haber açık konuşmak gerekirse canımı da sıkmadı değil.(Bu arada Drogba gelince can sıkıcak bir konuma gelmişiz o da ayrı bir mevzu).Çünkü bana o zaman sorsalar Genoalı Granqvist mi yoksa Drogba mı cevabım hiç düşünmeden Granqvist olurdu.Sebebi basit:takım içi ihtiyaçlar.Düz mantık yaklaşırsak mevzuya elinde skor anlamında en iyi dönemlerini geçiren bir Umut-Burak ve her daim takıma katkı sağlayan bir Elmander varken Drogba hamlesi bana biraz gösteriş transferi gibi geldi.

Ama işin özünde Terim'in Drogba'ya neden onay verdiğini daha iyi anlaşılıyor.Galatasarayda skora etki edebilen forvet sayısı çok var ama oyuna etki edebilen forvet yok denecek kadar az.Bunu biraz Elmander becerebiliyor.Drogba'nın Akhisar maçında oyunun kilitlendiği bir anda oyuna dahil olup oyunun şeklini galatasaray lehine nasıl değiştirdiğini gördük.İki al verle gol attırmanın dışında Sneijder'in de etkinliğinin artması,adeta sıkışan oyunda yok olan Burak'ın bir anda gol pozisyonlarına girmesi,maçın başından beri rakip yarı sahaya yerleşen ama maç etkinliğini ele alamayan galatasarayın Drogba sonrası birden çok gol pozisyonuna girmesi kayda değer verilerdi bu açıdan.

Umut da Burak da topu orta sahada aldıkları zaman kafalarını kaldırmayan oyuncular.Oyunu genişletme anlamında çok zayıflar.Akhisar maçında hem Umut hem Burak ortasahaya geldikleri her an çok top ezdiler.Bu noktada üç aşağı beş yukarı ikisinin de aynı profilde olması önemli.Sokara çok net etki eden ama oyunun gidişatını değiştirmeyen iki isim.Burak mükemmel bir gol sezgisine sahip.Ve de yakaladığı fırsatları gole çevirme verimliliği çok yüksek.Fakat topla ilişkileri,çalım becerileri,top tutma yetisi çok iyi olan özelliklerinin yanında zayıf.Bu noktada yanındaki partneri Burak'ın zayıf olduğu özelliklerini yaparsa Burak en iyi yaptığı işleri mükemmelleştirebilir.Bu açıdan Drogba Burak için bir tehdit değil çok büyük bir şanstır.

Drogba'nın sahip olduğu meziyetleri düşününce bu takım için elzem oyuncu olduğu çok net ortaya çıkıyor.Takım içindeki diğer forvetlerin iyi yaptıkları ve beceremedikleri işleri gözönüne alırsak Drogba'nın sahip olduğu komple santrafor yeteneği çok hayati.Terim'in elinde çok iyi verim veren üç forvet varken Drogba'yı onaylaması bu yüzdendir.Sadece skora değil oyuna da etki eden bir forvet bugün dünyada çok sık bulunmuyor.

Sözün özü ilk alındığı zaman şüpheyle yaklaştığım bu transferde bugün görüyorumki Drogba bu takım için çok gereklidir.Liderliği,tecrübesi,oyuncu karakteri bunların çok dışında değerlendirlimesi gereken şeyler.O konularda kimsenin bir şüphesi olmasa gerek.Ha bana bugün sorsanız Drogba mı yoksa Granqvist mi diye.Bu sefer düşünmek için biraz zaman isterim.