26 Kasım 2014 Çarşamba

Mou'nun Chelsea'si



      Chelsea bu sezon Mourinho ile çıktığı 12 premier lig naçında ve 5 şampiyonlar ligi maçında da yenilgi yüzü almadan yoluna devam ediyor.Ve resmen gümbür gümbür gidiyorlar rakip tanımaksızın.

      Mou'nun 2006-2007'de üst üste ligi kazandığı ve avrupada yenilmez makina olarak kurduğu takımdan çok daha iyisini hem de çok kısa sürede inşa ettiği düşünüyorum.Geçen sezon genç,tecrübesiz ve gelişime açık bir kadro kurmuştu Mou.Zaten o tecrübesizlik onları premier lig şampiyonluğundan etmişti.Mou'nun muazzam büyük maç oynama kabiliyeti her zamanki gibi bâkiydi lakin bazı maçları açmakta çok zorlanıyorlardı.Bu sezon o kadronun adeta eksik parçalarını tamamladı Mou.O istediği vurucu forveti Costa ile bulurken Fabregas yapbozun eksik parçasını tamamalar nitelikteydi.

     2006-2007'deki kadrodan çok iyi bir Chelsea kurdu bence.Ve hatta biraz daha ileriye gidiyorum bu Chelsea Mou'nun yarattığı en iyi takım bana göre.Real Madrid'de daha ziyadesiyle galaktikos menşeli lüks transferlerle pek kendisinin inşa etmediği bir takım vardı.Ama bu Chelsea tamamen Mou'nun el emeği göz nuru.

    2006-2007'deki ekipte muazzam bir fizik kalite vardı.Lakin yetenek olarak biraz kısır kalıyordu.Lakin bugünün Chelsea'sinde Oscar,Willian,Hazard,Fabregas gibi yetenek havuzu çok geniş isimler olduğu gibi her Mou takımının olmazsa olmazı muazzam fizik kalitede mevcut.Kanaatim odurki bu Chelsea birkaç sağlam transferle daha geliştirildiği takdirde çok ciddi bir hegomonya kurabilir avrupada.Geçen sene emekleme aşamasındaki bu kadronun şampiyonlar liginde yarı final yaptığı düşünüldüüğünde çok olası bir durum bu. Hatta o emekleyen takımın Pep'in Bayern'ine çok ciddi kafa tuttuğu düşünüldüğünde Pep'in yarattığı makine Bayern ile Mou'nun yarattığı makine Chelsea kapışması muazzam olur.

25 Kasım 2014 Salı

Gittikçe Yükselen Haller İçindeyim

     



     Bugünlerde durup durup etrafıma bakıp "nerdeyim ben?kim bu insanlar?kim bu yabancılar?" paradoksu yaşıyorum.Sürekli gördüğüm ama bir türlü mantığa oturtamadığım insanlar.Süre gelen yaşamım boyunca ilginç bir noktaya geldim.Hayatı ikiye böldüğümüz zaman "beklentiler" ve "gerçekler" iki kısım çıkar karşımıza.Ne beklersin ne bulurusn.Bugün beklediğim hayatı çok büyük bir farkla ıskaladığımın farkına varıyorum.

     Hayattaki başarısızlığımı çok önemsimiyorumda bu başarısızlığımın başkaları üzerindeki etkileri daha çok yoruyor beni.Daha çok yıpratıyor.bugüne kadar aile bağı olsun,dost bağı olsun özenle kurduğun,zaman zaman korumak için binbir çaba verdiğin o bağların hepsi birgün geliyor sana ayak bağı olmaya başlıyor.Mesele sen olmaktan çıkıyor çünkü bir süre sonra.Birşey yapmadan önce aileni düşünüyor oluyorsun.Onlara etkisi nasıl olur diye.Bir şey yapmadan önce aşkla bağlandığın kişiyi önceliğin alıyorsun.Hayatının merkezine onu koyup öyle yaşıyorsun.Ve sonra kendi hayatının sorumluğunu almak yerine başkalarının sorumluluğunu yükleniyorsun üzerine.Ve bu çok daha ağır oluyor.

     Son zamanlarda çok düşünüyorum ailemi.Başarısızlıkalarımın onların üzerindeki tesiri bendekinden daha fazla.Bu da bendeki tesirini arttırıyor.Kendimi değilde onları düşünür oldum.Yoksa bana kalsa şu an içinde bulunduğum şartların canı cehenneme.Ama çekip gidemiyorsun.Herşeyi arkanda bırakamıyorsun.Çünkü onlara karşı sorumlulukların var.Bu kadar sorumsuzluğumun arasında hemde.

      Belkide herşey Oruç Arouba'nın dediği kadar nettir.Hem gitmeyi istemek,hayalleri gerçekleştirmeyi deli gibi arzulamak hem de bunu yapacak cesareti bir türlü gösterememek.Araf denen şey bu olsa gerek...

     Oysa, düşlerimi gerçekten gerçekleştirmeye cesaretim olsaydı, beklemektense, işe girişip, en azından, başarısız da olsam, gerçek ve evet hakedilmiş bir yıkıma ulaşabilirdim; ya da, korkaklığımı açıkça kabullenerek, gerçeklere boyuneğip, düşlerimi bir kenara atabilir; o zaman da, gene hakedilmiş bir lanetlenmeyi gerçekten yaşayabilir; sonunda da pısırık ve sessiz bir ölüm bulabilirdim
İkisini de yapmadım
Böylece ortada bıraktım kendimi..
Oruç Aruoba

22 Kasım 2014 Cumartesi

Dünyanın Sonu Meselesi



        Fatih Terim fifaya verdiği röportajda 2016 için gidemezsek dünyanın sonu değil demiş.Terim adına üzüldüm.Üzüldüm çünkü 80'lerin kafasına geri dönmüş milli takım macerası boyunca.Bu seferki milli macerası çok çalıyor terim'in cvsinden.Önüne geçilemez bir arafa doğru gidiyor.Uzun yıllardır didinerek edindiği "imparatorluğu" çok ucuz hareketlerle adeta yerle bir ediyor.O da bunu beklemiyordu bence.O yüzdendirki bu saçmalamaları.


       Zaten tarihinde 2-3 avrupa veya dünya kupasına katılmıbir ülke olarak bence de dünyanın sonu değil 2016'ya katılamamak.Ve fakat hep aynı şeyleri yapıp farklı reaksiyonlar almayı beklemekte olacak iş değil artık.Yenilenme,revizyon,gelişim,alt yapı,oyuncu üretimi faso fisoları Terim'in bu milli takım macerasındaki mottolarıydı.Gelinen noktada hali hazırdaki yetenekli jenerasyonun en parlaklarından ikisini kaybetme noktasına gelmiş,artık milli takıma verebileceği heyacanı kalmamış isimlerle yola çıkmak,insanları bu milli takımdan soğutacak ne kadar topçu varsa bünyeye sorgusuz sualsiz katmak vs.Diyorlarki tribüne gelin,bu milli takıma destek verin,bu ay yıldız bizim gelin sahip çıkalım falan filan.Ulan milli takımın kalecisi milli takımı sikine takmamış,adam evine çekip gitmiş maça dakikalar kala ben mi ciddiye alıcam bu milli takımı?

       Başarısızlık değilde ziyadesiyle bu tip saçmalıklarla gidememek çok salakça.Yoksa doğruları yerine koyup o doğruların olgunlaşmasını beklemek işin tadı belkide biraz.Ancak bu pespayeliklerin olması başarısızlığın hıncını ve sinirini katlıyor.

       İlk ikinin direkt,üçüncünün play of'la gideceği bir avrupa şampiyonasına üstelik şu grupta ilk üçün dışında kalmak...Bilemiyorum ama milli takım tarihinin galiba en net başarısızlığı olabilir.Üstelik futboluna bu kadar para ve yatırım yaparken.Ve biz hala pasoliglerle,yerlilerin kıçını yalayan ve toz kondurmayan armut beyinli yorumcularla,yabancı sınırlamasıyla,sikindirik yerli futbolculara Marco Reus maaşı vermekle uğraşalım.Ve allah başımızdan bu "imparatoru" eksik etmesin.7*5=35 milyon avroluk "aslolan galatasaray" sevgisiyle.

11 Kasım 2014 Salı

Milli Gereksizlik



           Son zamanlarda milli takımla ilgili düşüncem çok net.Milli takım net bir şekilde külfet olmaya başladı artık insanlara.Misal ligin kızışmaya başladığı şu haftalarda milli ara bence dünyanın en gereksiz şeyi.Bitsede gitsek havasındayım.Ve biliyorumki çoğu insan da böyle hissediyor,böyle düşünüyor.Ben artık milli takıma sadece "galatasaraydan giden topçular" şeklinde bakıyorum.Tek derdim onların sakatlanmadan kulbe geri dönmesi.Gerisi tırıs.

           İnsanların birçoğunun da bu noktaya gelmeleri boşuna değil.Senelerdir "bayrak sevgisi" sömürücülüğü yapmaktan başka bir halta yaramayan bir sürü proje üreten milli yöneticilerdir en büyük müsebibi.Ardından boşa çekilen kürekler,anlamsız ve manasız milli takım politikası."Milli" olan ama "adam" olamayan iğrenç birden fazla futbolcuyu içinde barındıran oluşum olması.Şu an milli takımı yöneten reformcu Terim.Tüm bunlar milli takımı sevme nedenlerini ortadan kaldıran etmenler."bayrağını kap gel" demekle olmuyor bu işler.

       Yinede son olaylarda Terim'in son kadro seçimi,Ömer Toprak-Hakan Çalhanoğlu ikilisine resti önemliydi milli takım için.Prestijini kaybetmiş,önemini her geçen gün yitiren bir oluşum için kritik bir dönem.

       Öncelikle milli takımla hislerimle başladımki milli takıma bakışım net anlaşılsın.Ardından da bu kadro tercihine daha net bakalım.

      Töre olayı,bunun sümen altına alınmaya çalışılması Terim'in net hatalarıdır."Ben onu 7 maç kadroya çağırmadım,cezasını verdim" mantığı da tam terim kafası bir yaklaşımdı.Bunlar ne kadar yanlışsa Hakan'ın  babasınında kritik bir milli maçtan önce bunları kamuoyunun gözüne sokarcasına anlatması da bir o kadar art niyetli bir işti.Nitekim bu tip sıkıntılar,çekincemeler kapalı kapılar ardında konuşulup halledilebilirdi ama Hakan'ın babası kamuoyu yaratma peşine gidince.Üstelik Hakan'ın futboluyla parladığı bir dönemdeyken bunu yapması çok manidardı.Ve bence kötü niyetli bir yaklaşımdı.Nitekim Terim bunun intikamını Ömer ve Hakan'ı kadroya almayarak aldı diyebiliriz.Ki bence doğru olanı da yaptı.

       Milli takım kurumuna bir futbolcunun rest çekmeye kalkması olacak iş değildi.Her ne kadar Hakan babam benden habersiz bu açıklamayı yaptı desede.Hakan'ın performans olarak üst seviyede olduğu bir dönemde "ya o ya ben" yaklaşımı kabul edilebilecek bir davranış değil.Ne olursa olsun milli takım kurumunun prestijini sarsıcı bir durumdur bu.Nitekim Terim'in çok sinirlendiği belliydi.Völler'in bile görüşme talebine olumsuz yanıt vermesi bunun net göstergesi.

       Bence Hakan yeteneği,çıkışı,yaşı ile milli takımın geleceği için Arda'dan bile önem arz eden bir oyuncu.Lakin böyle bir konuma gelmesi Hakan cephesinin hatası olduğu kadar Terim'in stratejik hatalarına da bağlıdır.Çok daha erken müdahale ile çözebileceği bir konuyu "kendi adelet" terazisinde çözdüğünü zannetmesi tipik gelişmeyen Terim tavrı.

      Sonuç şu ki "reform" adı altında binbir olayla milli takımın başına "süper hero" namzetiyle gelen terim'in şu ana kadarki performansı tam bir fiyasko.Gerek saha içi sonuçları ile gerek saha dışı sonuçları ile.Sahada yenilmek normal karşılanabilir ama milli takımın gelecek iskeletini kuruyoruz diyerekten elindeki hakan,ömer gibi isimleri kadroya çağırmama noktasını geçtim bugün hala Emre Belözoğlu,Bilal Kısa gibi taşıma sularla değirmeni döndürmeye çalışmak büyük çelişki.Galiba Terim'in artık miadı dolmaya başladı türk futbolu için.Aynı derede birden fazla kez yıkanmayı âdet haline getiren Terim için bundan sonra başka bir dere bulmak oldukça zor olur.

     

         

9 Kasım 2014 Pazar

Burak Yılmaz Paradoksu



           Burak Yılmaz'ı tartışacaksan iki noktadan bakacaksın olaya.Bir Burak Yılmaz'dan ne beklersin ve Burak Yılmaz ne tür bir oyuncu özelliklerine sahiptir.İki Burak Yılmaz sahip olduğu mevcut yetenekleri ne kadar sahaya yansitabildi o gün?

          Öncelikle birinci noktadan başlarsak Burak üzerine dönen tartışmaların en temel noktası hep buradan çıkıyor.Sen Burak'tan ne bekliyorsun ve aslında Burak hangi meziyetlere sahip?Bu ayırdımı yapamadığın zaman hiçbir zaman Burak'ı da tam olarak çözemezsin.İnsanlar hafta sonları Messi,Ronaldo izleyip galatasaray maçı izleyince aynı özellikleri Burak'ta da görmek isteyince büyük hayal kırıklığı oluyor.

         Burak nasıl bir oyuncu profiline sahiptir?En büyük özelliği nedir?Gol koklama becerisi,gol atma arzusu ve altı pas içindeki bitiriciliği.Bunlar onun en güçlü yanları.Drogba ilk geldiği zamanlar  ona Burak'ın performansını sorduklarında(şampiyonlar liginde yanılmıyorsam 6-7 golü vardı ligde de gol krallığında zirvedeydi) "nasıl yapıyor bilmiyorum ama bir şekilde golünü atıyor" diyerek çok samimi bir cevap vermişti.Pas istasyonu olma,üçüncü bölgede oyun kurma,birebirde rakip geçme bunlar onun en zayıf özelliği.Hatta olmayan özellikleri bile diyebiliriz.Zaten bu özellikleri olmadığı için yıllar boyu kanat oynadığı,ofansif orta saha oynadığı takımlarda başarısız oldu.Ta ki başarılı olduğu mevkiye geçinceye kadar.Siz taktik varyasyonunuzu Burak'ın zayıf yönlerine göre yaparsanız Burak'ı beğenme olasılığınız yoktur.

         Sivas maçı sonrası(kazanılan ve Burak'ın gol attığı maç) bu saha içi yerleşim ve oyun felsefesinde Burak'ın taraftarlarca asla beğenilmeyeceğine kanaat getirmiştim.Çok eleştirirsin Burak'ı fakat açar bi bakarsın adam7-8 haftada 4 gol atmıştır.Kötü dediğin bir dönemde üstelik.Golcülük en büyük sılahı Burak'ın.En büyük dayanağı da .Gol atmadığı sürece Burak'ın saha içinde  katlanılacak ve dayanılacak bir hali yok.

        Tek forvet varyansında üstelik takımda bu kadar yetenek eksikliği varken Burak'ın ilerde tek olması onun en büyük handikabı.Duvar olamayan,pas açısı olmayan bir Burak bu sistem için zarar ziyandan başka birşey değil.Ta ki yanına net bir santrafor gelip ingilizlerin tabiriyle "poacher" yani fırsatçı golcü pozisyonuna geçinceye kadar.

        Misal Drogba'nın varlığında Burak maksimum verimi almıştı.Drogba'nın komple özellikleri sayesinde savunma konsantrasyonun düştüğü anlarda Burak boşlukları çok iyi değerlendiriyordu.Hücumun merkezi olmak asla Burak'a göre birşey olmadı.

       İkinci açıdan bakarsak ise güçlü olduğu noktalarda bile aksayan bir Burak'ın hiçbir mazereti kalmaz.Misal bu sezon olduğu gibi.Yada karabük maçındaki amatörlükleri gibi.Geçen sezon da Burak'ın bu beceriksizliği deplasmanda koparabileceğimiz birçok maçın elden kaçmasına sebebiyet vermişti.Bu sezonda o noktadan devam ediyor.

        Zamanla Prandelli'nin özellikle anadolu takımlarıyla  iç saha maçlarında sahaya umut-burak ikilisiyle çıkacağını düşünüyorum.En mantıklı olanda bu.Altı pas içinde çok daha diri,boşluklara odaklanmış bir Burak çok daha iyi verim verir.Geri kalan pres,savunmayı karıştırma,duvar olma gibi zayıf olduğu noktaları Umut'a bırakması daha makul.

        Burak Yılmaz'a bu iki noktadan bakmak ve eleştirmek daha mantıklı.Burak'ın en iyi olduğu noktalarla oyunun ondan istediklerini karşılayıp karşılayamaması Burak'tan çok teknik adamın sorunu.Öte yandan en iyi olduğu yani gol atma noktasında tıkanması yada başarısız olmaya başlaması  da Burak'ın sorunu.Burak'ın golcülüğün gereğini yerine getirememesi takımdaki rolünü de  çok net gereksiz kılar.Bu yüzden Burak gol atmak zorunda.Yoksa ne galatasaray seviyesinde kendine yer bulur ne de bu özellikleri bazında aldığı maaş sorun olmaktan çıkar.

8 Kasım 2014 Cumartesi

Uğur Meleke


          Uğur Meleke birkaç gün önce bir açıklama yaptı.İki aydır TRTspor'da yürüttüğü Manşet Spor programından ayrılmış.İşin garibi yukarıdaki "keskin" açıklamaları yaptıktan sonra bu ayrılığın gerçekleşmesi.Biz yinede komplo teorisi yapmayalım ve mevzuya biraz daha geniş perspektifden bakalım.

          Uğur Meleke'yi eskiden çok sıkı takip ederdim.Eskiden dediğim 4-5 sene önce kadar.Hatta her maç sonrası yorumlarını muhakkak merak ederdim.Zihin açıcı bulurdum.Fakat sonra zamanla yazıları yavan gelmeye,klasikleşmiş gibi gelmeye başladı.Tekrara düştüğü hissiyatını verir oldu bana.Pek bir şey katmayan,yeni bir açıdan baktıracak yazılar yazamayınca takip etmez oldum.Hatta bir iki yazısında da denk geldiğim net bir samimiyetsizlik gördüm.

        İnsanları bu sebeple yargılayamam.Hele günümüz türkiyesinde.Bence Uğur Meleke bu işe son derece idealist başlayan fakat mesleki dezenformasyona uğrayan biri oldu zamanla.Reyting kaygısı yada daha doğru ifadeyle okunma kaygısı fazla tribünlere oynamaya zorlattı.Ama yinede yukarıdaki konuşmayı da bu memlekette yapabilecek tek spor yorumcusuydu.Ve yaptıda.

        4 dakikalık konuşmasında itiraz edebileceğiniz birşey var mı?İster fenerbahçeli ol ister galatasaraylı isterse uzaylı ol.Bu memleketteki abukluklara uzun süre maruz kalan hiçbir bireyin itiraz edemeyeceği konuşmadır yuakrıdaki konuşma.Fakat mesele burda bunu devletin televizyonunda açık seçik güm güm konuşmaktır.Yoksa Uğur Meleke'nin şu söylediklerini hergün milyonlarca insan işin içne birazda sin kaflı güzellemeler yaparak dost ortamlarında konuşuyorlar.Hemde yıllardır.Yani Uğur Meleke burada  amerikayı yeniden keşfetmiyor.Ama bize "amerikanın" varlığını net bir şekilde söyleyebiliyor.

         Uğur Meleke'yi eskisi gibi farklı bir spor yazarı olarak görmesemde bu konuşmaları yapabilecek cesaretinin hala oluyor oluşu nezdimde saygısını arttırıyor.Komşunun tavuğuna kış demekten aciz bir sürü vasıfsız,ne idüğü belirsiz,"spor yazarı" etiketini almış ahmak sürüsünün olduğu bir sektörde Uğur Meleke'nin her türlü ekranda olmasını isterim.Ne kadar samimiyetinden şüphe etsemde,klişelerinden sıkılsamda ekranda "kral çıplak" diyen birine her zaman ihtiyaç var.Uzun soluklu olmasalar bile.

6 Kasım 2014 Perşembe

Yerli Malı


       
        İlkokul yıllarında yerli malı haftaları vardı.O gün okulda kantinden değilde kendi getirdiklerimizi yer,daha doğrusu "yerl malı" yerdik.Günün anlam ve önemine binayen "yerli malının" çok daha iyi olduğu vurgulanır,"ecnebi malı" eleştirliirdi.Çocuk aklı biz de bu palavraları yerdik.Sonra büyüdük,gördük,yaşadık ve bizzat tatbik ettikki bir şey yerli malı ise vardır bi yamuğu,eksiği,gediği.

       Şimdi de bu yaşta futbolun "yerli malı" sezonlarını yaşıyoruz.Üstelik bu sefer çocuk aklımızla da sıkılan palavralara inanmasakta mecbur kalıyoruz bu saçmalığı çekmeye.
     


         Yukarıdaki resimde Dortmund takımınn 2014-2015 sezonu maaş listesi var.Şimdi burada "bak seni dörtleyen elin oğlu kaç para alıyo sen kaç para alıyon!" muhabbetine girmeyeceğim.Çünkü o zaman anlatmak istediğimiz yüzeysel kalacak.

        Şimdi geçen sezonun devre arası yekta'yı trabzon istedi.Kiralık olarak gitmesi falan bayağı kesinleşmişti.Son anda iş yekta'nın tarbzonun sunduğu maaşı beğenmemesi sebebiyle yattı.Şimdi düşünmek lazım galatasaraydan 1 milyon avro ve maç başı 15 bin avro alan yekta'ya trabzon ne kadar önermiş olabilirki?En kötü  ihitmalle 600-700 bin avro teklif etmiştir.Peki yekta neden gitmemiştir.Garanti oynayabileceği bir yer varken,üstelik trabzon gibide yarışmacı bir kulübe niye gitmek istemez?Çünkü rahatını bozmak istemez.Burada suya sabuna dokunmadan para kazanmak varken gidip trabzonda yarışmacı bir pozisyonda kalmak istemez.Kendini göstermek isteyen,oynamak için,gelişmek için can atan adam 300-400 bin avronun lafına bakmaz oynayabileceği bir şans bulduğu anda değerlendirir.

      Sadece yekta özelinde bakmamak lazım olaya.Galatasarayda böyle sürüyle oyuncu var.Kime elin atsan maaşı 1.5 milyon avrodan başlıyor.Maç başıları saymıyorum bile.Sezon sonu bonuslarla birlikte sahada yüzünü görmediğin adam 2 milyon avroya varan para kazanmış oluyor.Tabi kimse bu adamlara bu maaşları sşlah zoruyla vermiyor ama bu kadar yüksek paraya oynayan adamlardan da ufakta olsa bir gelişim bekliyor insan.

       Aysal yönetimi boyunca çok şişirildi maaşlar.En tırt adam 1 milyon avrolar alır oldu.Bugün kulübün bünyesinde 43 oyuncu var.Bu maaş yükü altında kalkamamaının eseridir bugünlerde gündeme gelen maddi sıkıntılar.

      Bugün sorsak yerlilere yabancı sınırı türk oyunculara daha fazla şans verdi derler.Lakin yabancı sınırının tek artısı yerlilerin bu anormal maaşlar ve bonservisler almasından başka birşey değildir.Dortmund'un çatır çatır oynayan topçusu 1.5-2 milyon avro alırken senin kadro dışı bıraktığın adam 2.5 milyon avro alıyor.Sonrada maddi durumlar kötü laklağı.Senin maddi durumun kötü olmayacakta kimin olacak?

     Obradovic türkiyeye ilk geldiği zaman ligdeki yabancı oyuncu kuralının saçmalığını eleştirmişti."Yerli oyuncuları rehavete yönlendiriyor" diye.Al bunu futbola uyarla.Buradaki rahatı ve parayı kimse bırakıp kendini geliştirme derdinde değil.Mancini zamanı 30 maça falan çıktı yekta.Gram ilerleme yok,gelişim yok.Normal şartlarda takıma giremeyecek adamla sezonun sonunda 3 yıllık yeni sözleşme yapıldı.Emre Çolak 6-7 senedir A takımın içinde.Yeri geldi sezonluk 20-30 maç oynadığı dönemler oldu.Ama gram gelişim yok.Ama hala takımda.Kendisi açıkladı sezon başı Almeira istemiş gitmemiş.Niye gitmez peki?Burada rahatı yerinde çünkü.Onu eleştiren yok,beklenti yok.Sezon boyu 5-10 maç takılıp önüne bakacak.Halbuki genç,yetenekli adamsın.Git ispanyaya.Sıkı çalış,oradaki adamlarla yarış,geliştir kendini.Bir sene sonra gel aslanlar gibi çık topunu oyna burda.

     Oyuncuda istek,gelişim,hırs,kumaş,yetenek olmadıktan sonra oynatsan ne yazar.Al işte 5+3'ün olduğu sezonda milli takımın halini.Güya milli takımın geleceği için alınmıştı bu karar.Bu karar ancak yetenekleri ile Edirne dışında bir baltaya sap olamayacak karakterlerdeki adamların geleceklerini kurtarmalarından başka bir işe yaramadı.

      Mesele yabancı sınırı kalksın bizde yabancıları dolduralım meselesi değil.Mesele kulübün kapısından giremeyecek olan adamların sırf yerli oldukları için  milyon dolarlar kazanıyor oluşu pişkin pişkin.Yoksa kim ne kadar kazanırsa kazansın zerre umurumda olmaz ama yemesinden,içmesinden kısıp bu kulübe katkı için bir şeylerini feda eden adamlar için yazık günah oluyor.Başka bir şey değil.

   
       

5 Kasım 2014 Çarşamba

Evrensellikten Yerelliğe Keskin Geçiş



          Şampiyonlar ligi 2014-2015 sezonu 4. haftası.13 gol yemiş galatasaray,3 gol atabilmiş.Bir beraberlikle grubun son sırasında.Ve hiçbir maçta oyun olarak iyi olmaya geç,sürekli rakipleri tarafından sürklase edilmiş.İşin acı tarafı sürklase olduğu takımlarda kötü sezon geçiren(Dortmund liginde küme düşme potasına kadar geriledi) Dortmund ve Arsenal ile yaş ortalaması 20 civarı olan toy Anderlecht.Ve bu takımdan bir iki futbolcu hariç aynı ekip,aynı kadro son iki senenin gruplardan çıkan takımı.Burada bir terslik var.

       Galatasaray tarihinin en rezil şampiyonlar ligi performansı diyebiliriz belkide şu ana kadarki gidişe.Galatasaray çok farklar yedi,çok gruptan çıkamadı ama bu kadar rakibine seviye olarak ezilmemişti hiç.Ve bu ezilen oyuncu topluluğunun tamamına yakını son iki senedir bu şampiyonada bundan daha zor gruplardan çıkmışsa bugünkü mevzuyu teknik-taktik ile açıklamak çoğu zaman yetersiz kalır.Galatasaray bu sezonki şampiyonlar ligi sorununun temelinde mental eksikliklr yattığı çok açıktır.
 
        Bugün geldiğimiz noktanın sezon başlamadan önce pompalanmaya başlanan 4. yıldız kampanyasının çok büyük etkisi vardır.Topçusundan,teknik adamına,başkanından,malzemecisine uzatılan her mikrofona ağız birliği yapmışçasına 4. yıldızda 4. yıldız derseniz bu seneki hedefin,bu seneki odaklanmanın neye olduğunu görürsünüz.Takımın eski başkanı şampiyonlar ligi maçından önce yine,yeni,yeniden 4. yıldız vurgusu yapıp duruyorsa sahadaki adamında kafasının nerde olduğunu fazla sorgulamaya gerek yok.
         

          TT Arena'daki Dortmund maçı öncesi fener maçını almışız.İki gün sonra dortmund maçı var.Maç sabahı resmi siteyi açıyorum.Hâla girişte Sneijder resmi ile fener galibiyeti manzarası var.Resmi site girişine bir intro bari koyun da insanlar maça ısınsın,günün anlam ve önemini kavrayalım.Belliki kafalar iki gün önceki fener galibiyetinde hala.Peki biz ne ara anlık derbi galibiyetlerini avrupa kupalarına tercih eder olduk?Asıl  önemlisi biz ne ara fenerbahçeleşmeye başladık?Ne ara evrensel kulüp olma politikasından domestik bir kulüp olduk?

          Boşuna dememişler seni yöneten,yön veren ne ise sen de osundur.Sene başı yönetim belliki "avrupayı siktir et,bize 4. yıldızı al" temalı birçok toplantı yapılmış Prandelli ile.Futbolculara da bu direktiflerde kazınmış 4. yıldız meselesi.O yüzden ben derimki bu sezonki şampiyonlar ligi başarısızlığını yorumlarken herşeyi teknik-taktikte aramayın.İşin derini bunlardan daha basit çünkü.Misal yukarıdaki 4. yıldız seromonisi gibi.

       
       

2 Kasım 2014 Pazar

Anın Sonsuzluğu



Zamanla anlıyoruz hayattan aldığımız tadın hayata yüklediğimiz anlamlarla doğru orantılı olduğunu.Küçük küçük şeylerden mutlu olmayı öğrenmek şu hayattaki en büyük erdem olsa gerek.Öbür türlüsü çekilmiyor.Bir de o küçük şeylere yüklediğiniz anlamlar hayatı daha bi değerli,daha bi anlamlı,daha bi canlı,daha bi hayat gibi kılıyor.Yaşanmaya değer çok fazla şeyin olduğunu gördükçe insanın kalbi birden kabariveriyor.Misal okunacak kitaplar listem her geçen gün dahada kabarıyor.İzlenecek filmler listemde hala bir eksilme olmadı.Aksine yenileri ekleniyor sürekli.Görmek istediğim yerlerin hayali ise başka bir tat dimakta.Sonsuz bir yaşamım olmasına gerek yok anın içinde sonsuzluğu yakaladıktan sonra.Hayatın şu keşmekeşinde onu yakalayabilen insanlar ne şanslılar oysa...

Türkiyede Sportif Direktör Zorunluluğu





Bugüne kadar çok konu edinildi bu topraklarda sportif direktör mevzusu.Çok tartışıldı.Bu tartışmaların sonunda da "bu iş bu ülkede olmaz" düsturunda birleşti herkes.Sonuçta malum örneklerinde başarısızlığı bu kanıyı güçlendirdi ve bizlere önemli bir argüman sundu.

Üç büyükler nezdinde fenerbahçeyle başladı sportif direktörlük mevzusu.Belkide en olmayacak,kulüp dinamikleri gereği en kafa karıştırıcı işti Aykut Kocaman'ın fenerbahçenin sportif direktörlüğe gelişi.Nitekim kavram kargaşası olarak başlayan bu iş Aykut Kocaman'ın takım elbiseyi çıkarıp eşofmanlarla takımın başına geçmesiyle son buldu.Bu dakikadan sonra türkiyede sportif direktörlük takımın potansiyel teknik direktörü olarak görülmeye başlandı.

Geçtiğimiz sezon Önder Özen'in beşiktaşta bu görevi üstlenmesi ve 1-1.5 sene sonra görevinden ayrılması artık buralarda bu işin yürümeyeceğinin kesin kanıtı gibiydi.Lakin galatasarayın son 3-4 ayını baz alırsak bence bu işin en olması gereken ülkesi burası.Günlük saha içi ve saha dışı dinamiklerin bu kadar hızlı değiştiği bir ülkede sabit bir futbol aklının bu ülke şartlarındaki her kulüp için olmazsa olmaz olduğunu düşünüyorum.Açıklayalım.

Sportif direktör en kestirme tanımıyla yönetim ve teknik adam arasındaki tampon bölgedir.Teknik adamın sadece saha içine focuslanacağı(antrenman,takım seçimi,taktik çalışma,...) bir ortam oluşturmak şart.Geri kalan sevk ve idare gibi işler olsun,kamp programları olsun,transfer bütçesi ve bütçeye ve kulüp oyun yapısına uygun oyuncu tercihleri olsun sportif direktör sorumluluğundadır.Özellikle transfer konusundaki bir algı yanlışlığını düzeltmek gerek.Transfer tamamıyla sportif direktörün işi değildir.Yönetimin belirlediği bütçeler dahilinde teknik adam ve transfer komitesiyle koordineli bir çalışmadır transfer işi.Özellikle bu ülkeye gelen yabancı teknik adamlar için saha dışı faktörlerle uğraşmak çok fazla zaman ve enerji kaybı oluşturuyor.Bunu gidermenin en önemli noktasının sportif direktörlük müessesi olduğunu düşünüyorum.

Prandelli'nin son 2-3 ayda seçim nedeniyle kulübün ne kadar başı boş bırakılmasında ötürü birçok sorunla boğuşmak zorunda kaldığını gördük.Hatta boğuşamadığını gördük.Saha dışında bu kadar problemi aşıp,yeni geldiğiniz bir ülkeye  bu kadar yabancıyken sahada tıkır tıkır işleyen bir takım yaratmanız çok zor.

Teknik adam değişiminin takımı değiştirmesini geçtim yönetim değişikliği bile saha içini bu kadar direkt etkiliyorsa bu işte çok büyük sorun vardır.Eski yönetimde kadro dışılar yeni yönetimle birlikte iki idmanla onbir çıkmak gibi abukluklara maruz kalıyorsak bu kadar dalgalanmanın olduğu,bu kadar dinamik dengelerin olduğu bir ortamda sabit bir futbol aklı da elzemdir.Teknik adam gidebilir,yönetimler değişebilir fakat yukarıda bir futbol aklı olaya hakim olduğu sürece bu tip abuklukları yaşama olasılığımız kalmaz.

Transfer yanlışlarını da bu kefeye koyabiliriz.Misal geçen sezon devre arası transfer politikası ve yapılan transferler Mancini'nin gidişi ile tamamen çöp haline geldi.Onca para ve yatırım resmen boşa gitti desek yanlış olmaz.Zaten yapılan hamleler belirli mantıkla yapılmayınca birde üstüne bu hamleleri kullanması istenen teknik adam takımdan gönderilince bütün bu hamleler zarar hanenize yazılıyor.

Galatasarayın geldiği duru göstermiştirki bu ülkede sportif direkötrlük olmaz değil bilakis çok elzemdir.Galatasarayın son 2-3 ayı bunu çok net göstermiştir.Ben demiyorumki "hadi dortmund'un Zorc modelini örnek alalım yada City'nin Begristian modelini örnek alalım".Ülkem insanın huyudur birşey yapalım deyince hemen hedefi en top seviyeden koyar.Altyapıdan oyuncu çıkaralım deriz Barca modelini isteriz,genç oyuncu alıp satalım deriz Porto'dan dem vururuz.Bu kadar geri kalmış futbol ortamında top örnekleri değilde ana fikri alıp ülke içi dinamiklerin izin verdiği ölçüde bir model çıkartabiliriz.Sportif direktörlük kıstaslarının bu yapıda avrupayla bir olması mümkün değil zaten.Ama kendi ölçütlerinde kulüpteki dinamik değişimlerden etkilenmeyecek bir futbol aklı rahatlıkla yaratabiliriz.Öbür türlü teknik adam değişimlerinin,yönetim değişimlerinin kulübü bir o yana bir yana salladğını daha çok görürüz.

1 Kasım 2014 Cumartesi

2007-2008 Reloaded



2007-2008 sezonuna Kalli ile girdik.Bir önceki sezon şampiyonluk fenere gitmiş,hataya yer yok.Eski dost,bildik isim Kalli daha güvenilir bir seçim haline gelmiş yönetimce 73 yaşında.Bir şekilde ligde giderken çalkantılar yaşanmış.Hakan Şükürler,Lincolnler kadro dışı kalmış,sezon boyu yerli-yabancı gruplaşması konuşuluyor.Son altı hafta kala,şampiyonluğun en çetrefilli yerinde Kalli hastalık mastalık ayağına kulüpten gönderiliyor veyahut gidiyor.Kimin Kalliyi istemediği muamma.Oyuncuya dayalı düzenin olduğu ise çok aşikar.Şampiyonluk dönemecinde takım teknik adamsız kalıyor.Cevat Güler ismen takımın başına geçiyor.Kapalı kapılar ardında kadroyu ve takımı Adnan Sezgin yönetiyor falan filan...

O sezon şampiyon tamamlıyoruz teknik adamsız sezonu.Son altı maç altı galibiyetle.O şampiyonluk bizden çok şey çalıyor,götürüyor.Teknik adamsız gelen şampiyonluk zamanın yöneticilerinde "bu iş böylede oluyormuş" hissiyatı veriyor.Her şampiyonlukta kendine aslan payı çıkartmaya hazır ve nazır türk işi yönetici tayfası için biçilmiş kaftan oluyor bu şampiyonluk.Sonrası malum.Sonraki yıllarda Skibbeler,Rijkardlar,Hagiler,Bülent Ünderlerle gelen bir teknik adam fetişi yaşıyor galatasaray 2-3 yılda.

Dün Kasımpaşa maçında da aynı şeyleri görür gibi oldum.Yönetim değişmiş,bir takım yöneticiler pop yıldızlarını aratmamacısına tv kanallarından çıkmaz olmuş,4 aydır A2 ile idman yapanlar 3 gün önce affedilip 3 gün sonra sezonun en kritik maçına çıkar olmuş,sezonun en önemli maçında iki hafta önce derbi maçında sezonu kurtaran adam taktik gereği yedek soyundurulmuş...Tam manasıyla komedi dükkanı.En afillisinden.Taraftarsın ve seninle dalga geçilir gibi kararlar alınıyor ve en acısı sebebini bir türlü çözemediğin bir dümen dönüyor takımda.

Misal kimse bana 4 aydır takımda çalışmamış bir adamın en kritik lig maçında oynamasının mantığını anlatamaz.Bu takımda 4 aydır çift idman yapan adamlar kenarda olupta 4 aydır A2'de idman yapan adam oynayınca takımın en kritik maçında insan kıllanıyor.Üstelik sezon başı o bölgeye 5 milyon avro verip aldığın adam da yedek oturunca kenarda.Şimdi sen teknik adam olarak nasıl ikna edicen oyuncularına formayı adaletli dağıttığın konusunda?Ulan tamam Veysel bi bok oynamıyoda bu adam aylardır çift idman yapıp,götünü yırtmış ilk onbire girmek için sonra biri gelip iki idmanla onbir çıkmış.Sen bir dahaki sefere nasıl motive edicen bu adamları takıma?

İki hafta önce derbide götüne kurtaran adam bugün taktik gereği yedek kalmışsa var bu işte bir iş aga.Takım tıkır tıkır işlerde yedek bırakırsın anlarımda 10 haftadır eli ayağı düzgün,organize gol pozisyonu üretemeyen takımda Sneijder'i taktik gereği oynatmamak demek ne demektir?

Ve tabiki tüm saçmalıklara eyvallah diyen teknik adam.Büyük hayal kırıklığı olmuştur bende Prandelli.Bir takım saha içi başarısızlıkları değilde şu noktada yaptıkları daha utanç verici ve yüz kızartıcı bir durumdur.

Oyuncuya dayalı düzen hiçbir zaman başarı getirmemiştir.Ayaklar baş olmuşsa fazla söze gerek yoktur.Daha yakın zamanda böyle gelen bir şampiyonluğun kimseye hayrının dokunmadığı açık ve seçik iken yine bu yola sapmak ne kadar ahmakça.Motivasyon temelli kazanılan bu maçlar bir hiç.Eğer bu sezon  öyle şampiyon olunacaksa olmayalım daha iyi.Kendini süper star zanneden "ı love youculardan" başka türlü kurtulmak imkansız öbür türlü.