22 Eylül 2011 Perşembe

Özgüven Eksikiğinin Dışa Vurumu // Karabükspor 1-1 Galatasaray


Dünyanın herhangi bir liginde herhangi bir maçta herhangi bir dakikada kırmızı kart görebilirsiniz.Burada kilit olan nokta bir kişi eksik kaldıktan sonra verdiğiniz reaksiyondur.Bu sizin oyun karakterinizi ele veren bir ipucudur.Dünkü maça bu perspektiften bakarsak daha zihin açıcı olacaktır.

15. dakikada Muslera'nın atılması ile Riera'yı kenara alan Terim Sercan'ı oraya kaydırarak olası bir Karabük yüklenmesinden oluşacak boşlukları Sercan'nın savunma arkası koşularından faydalanma amacı vardı.Doğru bir tercihti fakat bu plandan erken vazgeçildi.

İkinci yarı Sabri'nin oyuna girmesi,takım halinde tamamıyla savunmaya yaslanarak  1 puana razı olma görüntüsü geçen sezondan süre gelen özgüven eksikliğinin çok net bir göstergesiydi.Çok kötü futboldan daha çok bu kabulleniş daha vahim bir durum.Terim'de bile gözlenen bu ''yine mi?'' paniği oyunun tüm kontrölünü rakibe verilmesine yol açtı.Fiziksel yetersizlikten kaynaklanan etkili pres yapılamayışı Karabük'ün yer yer topu 7-8 dakika boyunca galatasaraya göstermemesine yol açtı.Tüm bunların altında yatan sebep ise kaybetmeye alışmış bir takımın mental zayıflığından başka birşey değil.Bu mental zayıflığı yenmenin tek yolu ise seri galibiyetler alarak kaybolan özgüveni geri kazanmaktır.


Bugünkü maça dair çıkarıbilecek en doğru sonuç bu olsa gerek.Sonuçta sahada yeni yüz kontenjanından 9 yeni isim olunca ve erken bir kırmızı kart çıkınca sonucun pek bir önemi kalmıyor.Arayış halinde olduğumuz bir gerçek.Bu takım kadrosuna en uygun sistemle ilk kez bir maça başlamamıza rağmen erken gelen kırmızı kart bu sistemi yine test etmemizi engelledi.

Yetersiz fiziki gücün haftalar ilerledikçe düzeleceğini hesabe katarsak beklemekte fayda var.Bu takımın yüksek pres gücünü kazanabilmesi için fiziki gücün maksimum seviyeye gelmesi şart.

Son olarak ufakta olsa Ufuk'a değinmek lazım.Bir kaleci hatalı gol yiyebilir,hatalı çıkış yapabilir,topu elinden kaçırabilir.Lakin o kaleci fundamental eksiklik kaynaklı hatalı goller yerse orada durup düşünmek lazım.Ve ne hikmetse Ufuk'un yediği tüm hatalı goller fundamental eksikliklerden kaynaklı...   

21 Eylül 2011 Çarşamba

Onursuzlar Birliği Vakfı


Lig maratonu öyle bir safhaya geldiki her allahın günü maç var.Fikstür öyle bir sıkıştırılmışki şöyle kafayı toplayıp etrafta ne olup bittiğini algılayamıyorsun.TFF bunu bilerek mi yaptı yoksa bilmeyerek yaptı emi değilim ama konuşu8lması,tartışılması,çok fazla dikte edilmesi gereken birçok konu arada kaynıyor.Bu da saman altından su götürmek için çok iyi bir ortam.

Kulüpler birliğinin yeni başkanı  bundan böyle Yıldırım Demirören.Kendi kulübünü yönetmekten bile aciz bir adamın kulüpler birliğini yönetme ironisini bir kenara koyarsak işin daha vahim kısmına bakmak gerek.Yıldırım Demirören seçilir seçilmez kameralara verdiği ilk demeç ''küme düşmenin kaldırılması için uğraşıyoruz'' oldu.

Bu ülkede alenen şike meşrulaştırılmaya çalışılıyor.Bütün herşeye bir kılıf geçirilmeye çalışıyor.Yaşanan tüm pislikler bir şekilde halının altına süpürülmeye çalışılıyor.Ve işin en acı kısmıda bütün bunlar çok açık seçik bir şekilde yapılıyor..

Tüm bu yaşananlardan sonra söylenecek çok fazla birşey yok.Kendi çalıp kendi söyleyen bir güruh;çocuğun oyuncakla oynadığı gibi futbolla oynuyor.Kafalarına yatanı,menfaatlerine uyanı sisteme dahil ediyorlar.Bir avuç onursuzun onursuz icraatlerinden başka hiçbir şey değil bunlar...

15 Eylül 2011 Perşembe

Tolga Zengin'e İade-i İtibar Zamanı


Trabzonspor'un tarihindeki ilk şampiyonlar ligi maçında İnter'i deplasmanda devirmesi üzerine konuşulacak çok şey var.Lakin ben yinede fotoğraftaki bu adama ayrı bir parantez açmak istiyorum.Çünkü son günlarde Trabzonspor'un kazandığı başarıların altında hep onun ismi var.Tolga Zengin'deki bu muazzam çıkış kesinlikle takdiri hak ediyor.

Bir ara takımın üçüncü kalecisi konumuna kadar düşen Tolga'nın bugün takımı için kazandığı önem paha biçilmez boyutta.Gitgide dünya çapında bir kaleci olma yolunda ilerleyen Onur'un şanssız sakatlığı bir şekilde onun şansı oldu.Bu şansı kullanmadaki gösterdiği mental olgunluk onun bugünkü kaderini çizdi.

Bize şu performansları gördükten sonra ise bu adama iade-i itibar etmekten başka birşey düşmez.Tolga Zengin'in şu azmi ve çıkışı umarım yeteneklerin üzerine yatmayı adet edinmiş bu ülke oyuncuları için güzel bir örnek teşkil eder.Ve belkide en önemlisi bizlere önce Burak Yılmaz ardında da Tolga Zengin gerçeklerini gösterdiği için Şenol Güneş'e ne kadar teşekkür etsek azdır.Çünkü bu ülke futbolunun bu tip örneklere çok ihtiyacı var.Tabi anlayana....

13 Eylül 2011 Salı

Taçsız Kral'a Saygı Duruşu

O meşhur ''ağları yırtan'' golünü anlatırken bile ezeli rakibini onore eden bir adam.

TAÇSIZ KRAL METİN OKTAY

11 Eylül 2011 Pazar

Bu Asiste Şapka Çıkarılır!!!


Güzel İnsan Güzel Başladı


Şu takımdan bir Rijkard'ın gidişi bir de Skibbe'nin gidişi bende büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır.Hevesimin kursağımda kaldığı iki isim.Ne mutluki o isimlerden biri olan Skibbe'nin yolu tekrar bu topraklara düştü.Hemde bu toprakların ateşli futbol aşığı Eskişehir semalarına.Her şerde bir hayır vardır sözünün doğruluğunu bir kezdaha anlamış oldum.Bülent Uygun gibi sevimsiz bir adamın şike operasyonları sebebiyle kulüple ilişiği kesilince Skibbe geçti başa.Çok da güzel oldu.Daha iyi futbol izlemeyi hak eden bir şehre en çok yakışacak isimlerden biri Skibbe.O güzel insan dün Beşiktaş'ı yenerek lige güzel bir başlangıç yaptı.Olurda Eskişehirspor Galatasaray gibi bu adamı yem etmezse güzel günler bekliyor olacak onları.Bizimde bir gözümüz eski dost Skibbe'de olacak bu sezon.Bu topraklarda hak ettiği değeri bulması dileğiyle...

9 Eylül 2011 Cuma

Eskilerden Kim Kaldı Be Baros


Terim'in kadro neşteri çok ağır oldu.Geçen sezonki yabancılardan Baros harici herkes bir şekilde yolcu edildi.Cana,Pino,Stancu,Culio,Zapata,İnsua,Kewell,Neil.3 ay önce bu sezonun kadrosunu kafamızda kurarken ben şahsen kendi adıma bu kadar çok yabancının gideceğini zannetmiyordum.Baros'un da gitme dedikodosunun çok sık dillendirildiğini düşününce ve geçen sezonki yerli iskeletinin hemen hemen korunduğunu hesaba katarsak ortaya çıkan sonuç şu:geçen sezonki hezimetin faturası yabancılara kesilmiş oldu.Son yılların klasik galatasaray senaryosu yani.

Terim yabancıları bu kadar kolay gözden çıkarırken muhtemelen elindeki yerli kadrosunun Euro 2008 performansına güveniyor.Bu oldukça riskli bir durum olsada yapılan yerli takviyeleri ile bu konuda oldukça yol alındı.Yinede her başarısız geçen sezonun ardından faturanın yabancılara kesilmesi oldukça can sıkıcı...

Ne Olduğunu Anlayan Varsa Beri Gelsin!!!


Yarın Allah'ın izniyle ligler başlıyor.Fakat şu son iki aydır yaşanan gelişmeler karşısında futbola karşı olan algı yeteneğimi tamamen kaybettim.Gördüklerim,duyduklarım,şahit olduklarım karşısında gün geçtikçe tepkisizleşmeye başladım.Futbola karşı felçli olma durumu.Yaşananlar karşısında çok şey söylemek istiyorum ama söyleyecek gücüm yok.Ağız dolusu isyan etmek istiyorum fakat sesim çıkmıyor.Bu yüzden olsa gerek bloğa yazmadaki isteksizlik.Yaşananlar karşısında tepkim,isyanım,fikirlerim çok boş.Çünkü bu futbol düzeninde sevdiğim oyun üstünde tek bir söz söyleme şansım bile yok.Söylesemde takan yok.İşte bu ülke futbolunun gerçeği yukarıdaki fotoğraftır.Bir avuç takım-taklavat giymiş şahsın yeşil sahalardaki hakimiyetidir bu ülkede futbol.Senin ne düşündüğünün ne hissettiğinin hiçbir önemi yok bu düzende.Sen sadece formanı al,biletini kap,maçta avaz avaz bağır sonra siktir git.Gerisine karışma.Yanlışa baş kaldırma.Hep sana dayatılanı yap.Yoksa bu godaman abilerimizin huzuru kaçar.

Daha çok değil 6 ay önce sporda şiddet yasası çıkartıldı.Kulüpler birliği yemedi içmedi siyasilerin kapılarında yattı bu yasayı çıkarmak için.Tribündeki taraftarı boyunduruk altına almak için biçilmiş bir kaftandı bu yasa.En ufak bir tepkiyi bile ortadan kaldıracak,yönetici adı altındaki şarlatanların rahatça at koşturabileceği bir yasa.Verdiler gazı verdiler gazı.Şiddet bu yasa ile bitecek dediler.Küfür edene 5 yıl hapis dediler.Hakeret edene 3 yıl hapis dediler.Bugün ise şikeyi bu ülkede meşrulaştırmak için yine siyasilerin kapılarında dört dönmeye başladılar.Kendi çıkardıkları yasayı değiştirmek için,kılıfına uygun hale getirmek için.Taraftarı kontrol altında tutmak için yaptıkları plan kendi başlarını belaya sokunca bir yusuf yusuf durumuna geçtiler.

Lig bir hengameye geldi kulüpler birliği çıktı tek ses tek yürek dedi.Sonra bir baktık Bursaspor'un beş maçlık cezası kaldırılmış.Ne oldu da birdenbire bu ceza kalktı kimse gündem sıcaklığı içerisinde sorgulamadı bile.Bursa destek anlaşmasını imzaladı fedarasyon hoooppp iki dakikada cezayı kaldırdı.Al gülüm ver gülüm hesabı...

15 gün öncesine kadar hakkımız yeniyor diyerekten bas bas bağırarak hakkını arayan bir Trabzonspor vardı bugün gıkı çıkmayan hatta yasa değişikliği için ön safta yer alan bir Trabzonspor var.Şampiyonlar ligine gidince sesini kesen bir Trabzonspor.O şampiyonlar ligine giden Trabzonspor ''yahu kardeşim ben şampiyonlar ligine gidiyorsam nerde benim şampiyonluk kupam o zaman?'' demiyor,diyemiyor.Ligin şampiyonu başkaaaaa şampiyonlar ligine giden başkaaaaa...

Anadolu kulüpleri herkesten beter.Borç paçadan akmış,yayın ihalesinden gelecek olan üç kuruş paranın derdine düşmüşler.Önüne senet konup,okumadan imzalayan cahil insan gibi.Ne derlerse başların sallıyorlar.Onlar için gelen para eksilmesin de ne olursa olsun.Yoksa yandı gülüm ketan helva!!!

Yarın lig başlıyor kimse play of'u tam manasıyla kavrayamamış.18 takımın teknik adamları bi haber bu statünün detaylarından.Şenol Güneş çıkmış bugün play of'a karşıyım diyor.E be hocam yarın ligler başlıyor sen çıkmışsın ben bu işe karşıyım diyorsun.15 gündür neredeydin allah aşkına?Yada 15 gündür niye kimse çıkıp bu saçma karara itiraz etmedi?

TFF ayrı bir yazı konusu.Ona bir yanak şuna bir makas aman şunun da gönlü olsun havasında aldıkları saçma kararlarla işi iyice içinden çıkılmaz bir hale getirdiler.Sahi Mehmet Ali Aydınlar hala o koltukta oturuyor dimi?

Kafam allak bullak.Ben bu işten hiçbir şey anlamadım arkadaş.Ağız yavanlaştı,tatsızlaştı.Hani marka değeri diyorduk,temzilenmek diyorduk,yapmışsak düşelim diyorduk...Diyordukta diyorduk.Şimdi lige başlıyoruz.Yenilenmiş,temizlenmi,marka değerini yükseltmiş bir şekilde...Hadi vatana millete hayırlı olsun o zaman...

8 Eylül 2011 Perşembe

''La Liga Dünyanın En İğrenç Ligi''


Valla bunu ben değil Sevilla başkanı Del Nido söylemiş geçenlerde.Sözleri aynen şöyle:''Lig başlar başlamaz, şampiyonluk için iki takımın aday olduğunun söylenmesi utanç verici birşey. İspanyol ligi, Avrupa'nın değil dünyanın en iğrenç ligi.''

Del Nido aslına bakarsanız bu isyanında pekte haksız sayılmaz.Son yedi yıldır La Liga'da Barcelona ve Real Madrid dışında başka şampiyon çıkmıyor.Üstelik  geçen sezon bu iki takım en yakın rakiplerine 20 puna yakın fark attılar.Bu iki takımın diğer ispanyol takımlarıyla arasındaki makas her geçen gün artıyor.Bununda en büyük sebebi  her taşın altından çıkan PARA.

La Liga'nın iki başlı bir lig olmasındaki en büyük neden Real Madrid ve Barcelona'nın her sezon dünya çapında artan ekonomik bütçesi.İspanyada özellikle yayın haklarının pekte adeletlei dağıtılmadığı sistemin bunda büyük katkısı var.Real Madrid ve Barcelona yayın haklarından yaklaşık olarak 125 milyon avro alırken arkasından en çok para kazanan takımlar Atletico Madrid ve Valencia  bu iki devin aldığının ancak üçte birini alabiliyorLa Liga'da  küme düşmeye oynayan takımlar ise yayın hakkından 12 milyon avro kazanabiliyorlar.Zirve ile dip arasındaki fark 100 milyon avronun üzerinde.İngilterede ise geçen sezon şampiyon olan  Manchester United yayın gelirlerinden 70 milyon avronun üzerinde para kazandı.En az kazanan takım olan Blackpool ise 45 milyon avroyu kasasına koydu.La Liga'daki bu adaletsiz gelirdağılımı yıllardır tartışılan bir konu.Pastadan en büyük payı bu iki takım alınca diğerlerine pek birşey kalmadığı açıkça görülüyor.

Kulüp takımlarının en büyük gelirinin yayın haklarından gelen para olduğuna düşünecek olursak bu kulüplerin bütçesini de çok ciddi şekilde etkiliyor.Barcelona ve Real Madrid'in kulüp bütçeleri 500 milyon avroya yaklaşmışken La Liga'da başka hiçbir takımın bütçesi 100 milyon avroyu geçmiyor.

Uçurumun bu kadar fazla olduğu bir ligde rekabetten bahsetmek pek mümkün değil.Bundan 7-8 yıl önce Derportivo,Valencia gibi ekiplerin şampiyon olduğu bir ligde şu an bu ancak bir hayal olarak duruyor karşımızda.Bütün bunları düşündüğümüz vakit Del Nido'nun bu çıkışını biraz olsun anlayabilmek gerek.

Ayna Ayna Söyle Bana...


Hiddink'in milli takımın başına geçtiğinden beri söylediğim tek birşey var:Hiddink bu ülke futbolu için bir şanstır.Bunu söylememin sebebi ise kariyeri,kazandığı başarıları için falan değil.Hiddink bu ülke futbolu için büyük bir şanstır çünkü bizi bize en objektif,en gerçekçi şekilde anlatacak olan içimizdeki bir Hollandalıdır.Hiddink bizim sorunlarımızı çekinmeden yüzümüze vuracak kadar realist biridir.Ve bu sorunların üstüne gidecek kadar cesaretli.O yüzden Hiddink'ten hiçbir şey öğrenemesek bile her kurduğu cümlenin satır aralarını çok iyi incelemek gerek.Çünkü o satır aralarında bizim ne olduğumuzu çok net bir şekilde anlatıyor.

FourFourTwo'nun eylül sayısında Hiddink ile yapılmış çok zihin açıcı bir röportaj var.Hiddink röportajın bir kısmında milli takımın son 30 dakikalarda oyundan koptuğunu söylüyor.Ve röportajı yapan arkadaşın ''bu sorun nasıl giderilir?'' sorusuna verdiği cevap ise aynen şöyle:''Elbette bu sorun antremanlarla çözülebilir.Ama bunun için sezon boyunca kısa aralıklı yoğun antremanlar yapmanız gerekir.Eğer bunu yaparsanız vücudunuz da otomatik olarak 90 dakikaya hazır hale gelir.Ben maalesef türkiyede bazı futbolcuların sezon boyunca yeterince iyi çalışmadığını gözlemliyorum:''

Küçük ama çok fazla şeyler anlatan bir anekdot.İşte Hiddink'in bizim aynamız olduğuna en güzel kanıt.Bu cümleyi bu ülkede ne Fatih Terim kurabilirdi ne de Ersun Yanal.Bugün bu özeleştiriy yapacak adam yarın milli takımdan ayrılıp herhangi bir kulübün başına geçtiği zaman yine aynı oyuncuları çalıştıracağı için bunu söyleyemezdi.Hatır-gönül ilişkisi diyelim.Ama Hiddink için problem yok.O işini yapar ve Hollanda'daki malikenesine çeker gider.Onun bu topraklarda herhangi bir çıkar ilişkisi olmaz.

Belçika deplasmanından bir puan aldığımız vakir Hiddink'in ''bu büyük bir başarı'' sözü bu toprakların çok bilmiş spor yazarlarını çok kızdırdı.''Olur mu öyle şey.Bu adam milli takımın büyüklüğünden bi haber...'' nidaları arasında Hiddink'i çarmıha gerdiler.Onlara göre biz aslanız kaplanız,iç-dış farketmez önümüzü geleni tokatlamalıyız.İşte bu mantık yüzünden tarihimizde sadece bir dünya kupasına katılma başarısı gösterdik.Çünkü bu oyunu akıllı oynamayı beceremediğimiz için.Çünkü her maça vatan-millet sakarya modunda çıktığımız için.Çünkğ yeri geldiği zaman 1 puanın da önemini kavrayamadığımız için.

Hiddink'in bu milli takıma kazandırdığı en büyük yetidir bu akıllı oynama becerisi.Elindeki şartlara göre hareket etme hali.Eski tarz milli takımın Avusturya deplasmanından eli boş dönmesi içten bile değildi.Hurraaa hücum taktiği bizi çok rahat ipe götürebilirdi.

Yine aynı röportajda Hiddink türk oyuncusunun en güçlü yanı olarak yeteneği gösteriyor.Ama o yeteneğin  fizksel olarakta,taktiksel olarakta,mental olarakta harmanlanması gerektiğini söylüyor.Kısaca bu ülkede yeteneğin çok üst düzey olduğunu ama zihinsel yeteneğin çok zayıf olduğunu belirtiyor.

Bu adama kulak vermek lazım.Çünkü bu adam türk futbolunun aynası.Her lafına hödö hödö etmek yerine dönüp aynaya bakmakta çok fayda var.Hiç olmazsa ne olduğumuzu anlamak için.

3.411




Xavi'nin geçen sezon La Liga'da yaptığı başarılı pas sayısı.Bu alanda avrupanın açık ara  en başarılı oyuncusu.Xavi'nin yakaladığı bu başarılı pas yüzdesi Premier Lig,Bundesliga ve Seri A liderlerinden 1000 tane daha fazla.Messi,İniesta,Fabregas iyi hoşta bu adam bu takım için çok farklı.Şu rakamlar onun yokluğunda Barcelona'nın ritminin niye bozulduğunu çok iyi açıklıyor.
                                                                                              Kaynak:FourFourTwo Eylül Sayısı

5 Eylül 2011 Pazartesi

Milli Takımda Hizipçilik


Kazakistan maçında Emre'nin sakatlığı ve Selçuk'un kart cezası sonrası orta sahada meydana gelen boşluktan dolayı kadroya Yekta'nın çağrılması ile milli takımda ''hizipçilik'' mevzusu yine,yeni,yeniden gündeme geldi.Özellikle Necip'in kadroya alınmamasına istinaden bu konuda çok ısrarcı bir grup var.Hemde hiç azımsanmayacak bir grup.

Dün Arpacı (Travisbickle) ile bu konuyu tweeterda  uzun uzun tartışmamıza rağmen hiçbir sonuca varamadık.Travisbickle bu konuda çok ısrarcı.Bu takımın kendi milli takımı olmadığı yönünde çok ciddi eleştirleri var.Milli takımda Oğuz Çetin'in bu konuda çok etkin rol oynadığına inanıyor.Bende bu konuda kendimi 140 karakterle ifade edemeyince bu mevzu üzerine bir iki şey karalamak istedim.Eğerki yazacak olursa Travisbickle'de kendi düşüncelerini ifade eder bu blogda.

Milli takım olgusuna kulüpçülük zihniyeti ile yaklaşmak her geçen gün artmaya başladı.''Bizim takımdan niye bir kişi varda o takımdan altı kişi var...'' diye başlayan ve her milli maça üstünde kulüp takımı forması ile gitmeyi adet haline getirmiş bir kitle.Travisbickle'ın bahsettiği kulüpçülük zihniyeti bence taraftarların zihninde var.Milli olguyu kendi kulüpleri özeline indirerek bu noktada bile rekabet yaratma peşinde olan bir toplum.

2006 yılında ''Hakan Şükür milli takımda niye yok'' diye aylarca tartıştık Yıl 2011 hala aynı mevzuları konuşuyoruz.5 yıllık süreçte bir baltaya sap olamamızı açıklamak için bu anektot bile yeterli bence.Bir şekilde milli olguya sahip çıkmak yerine ''o niye var,bu niye yok'' demek sığ bir düşünceden ileriye gitmiyor artık.

Bugün ben dahil çok büyük bir kesim Necip'i bu kadroda görmek istiyor.Hiddink almadı,tercihidir.Lakin ilk zamanları Topal'ı da kadroya almayıp sonra onu bir şekilde bu kadroya monte eden o.Bir süre sonra Necip'te bu kadronun bir parçası olacaktır.

Travisbickle sürekli olarak Gökhan Zan'ın bu kadroda olmasını sorguluyor.Ben de diyorumki ''göster bu ülkede adam gibi stoper de onu alsın'' diyorum.Söylediği tek isim Emre Güngör.Bu takımda ha Emre Güngör oynamış,ha Gökhan Zan,ha Egemen.Hepsi üç aşağı beş yukarı aynı seviyenin adamı.Ha şayet Gökhan'dan on numara daha iyi stoper varda alınmıyorsa evet o zaman gerçekten bir ''adamcılık'' meselesi vardır bu milli takımda.

Dünya futbolunda milli takım antrenörleri artık milli takımda kulüp havası yaratmak istiyorlar.Dünya futbolunun sıkışan takvimi ile milli maçlar senede 5-6'yı geçmiyor.Bu kadar dar zamanda bir takım ruhu yaratmak çok zorlaşıyor.O yüzden belli bir oyuncu havuzu içerisinde sakatlıkalara ve form durumlarına göre 25-30 kişi arası bir oyuncu aralığı seçip onlarla bu serüvene başlıyorlar.Kemik kadro üzerinde belli bir şablonu oturtmak istiyorlar.Yoksa her milli maç haftası form durumuna göre bir milli takım çıkartılsa senede 100-150 kişi milli olurdu herhalde.Bu yüzdenki Löw Euro 2008'de kendi takımında oynamamasına rağmen Podolski'yi ilk on bire koyup ondan çok iyi verim aldı.Yada bir diğer açıdan bakacak olursak Maradona 2010 dünya kupası hazırlığı boyunca yüze yakın oyuncu kullanıp dünya kupasında hezimete uğradı.Burada asıl mevzu kemik bir kadro kurup bir iki oynama ile büyük turnuvalara hazırlanmaktır.Gökhan Zan'ın sürekli bu takımda rotasyon elemanı olarak bulunmasını belki böylece daha iyi anlayabiliriz.

Milli takımdaki kulüpçülük iddası da bana bir o kadar saçma geliyor.Ülke futbolunun büyükleri olarak elit seviyede mücadele eden takımlardan bir milli takım kurmak herhalde bir tek bizim ülkemizde yadırganacak bir durum olsa gerek.Bunu söyleyenler Yekta'nın Kasımpaşa'da milli olduğunu,Çağlar'ın Denizli'de oynarken milli olduğunu,Emre Güngör'ün Gaziantep'te oynarken de milli takıma çağrıldığını yada Ceyhun'un 3.lig ekibi Unterching'de oynarken milli olduğunu ıskalıyorlar herhalde.

Gelelim asıl mevzuya.Emre ve Selçuk'un olmadığı şu dönemde Necip'in kadroya çağrılması çok mantıksız olurdu.Emre ve Selçuk gibi oyunu dikine oynayan(özellikle Emre),pas yetisi çok yüksek olan iki oyuncunun yokluğunda defansif meziyetleri daha ağır basan bir Necip'i almak zaten kadroda bu özellikleri barındıran Topal,Selçuk Şahin tipi oyunucu sayısını üçlemek demek olurdu.Necip bu iki oyuncudan daha iyi top yetisine ve daha fazla dinamikliğe sahip olsada şu şartlar altında Seçuk ve Emre'nin hücum varyantasyonunu giderecek bir oyuncu değil.Ülke futbolundada bu tip kaç tane oyuncumuz varda Yekta'ya burun kıvırılıyor anlamış değilim.Bence asıl tartışılması gereken konu Necip'in şimdi niye aday kadroya alınmadığı değilde daha önceden neden aday kadroya alınmadığı olmalıdır.

Bu işlere ayırdığımız zamanı ve enerjiyi milli takım haftasından zevk almaya ayırsaydık şu anda keyifli sohbetlerimiz olacağına şüphe yoktu.Her milli takım haftasında aynı konuları konuşmaktan sıkılmayan bir toplum haline geldik.Kendi takımlarında kalifiye yerli oyuncu eksikliğini göz önüne almadan milli  takımda ''niye bizden bu kadar oyuncu gitmiyor'' diyenlere de eyvallah baboş demekten başka birşey gelmez elimden.Bir şekilde bu mecraya da taraftarlık tutumunu katmak işi çok tatsızlaştırıyor.

4 Eylül 2011 Pazar

Adnan Süvari'li Bir Göztepe Hikayesi


İzmir şehrinin futboldaki geçmiş başarılarını düşününce şimdiki hal ve durum karşısında derin bir iç çekmemek elde değil.Yıllardır süper lige bir türlü takım veremeyen İzmir;bu sene daha büyük bir şoku yaşadı.İzmir futbolunun lokomotiflerinden biri olan Altay Bank Asya'da tutanamayıp 2. Lig'in yolunu tuttu.Her sene ha çıktık ha çıkacağız diye bekleyen İzmir halkı için acı bir sürpriz oldu bu durum.

Aslında yaşanan süreç bu acı sürprizin habercisi gibiydi.Kötü planlamalar,günü kurtarmak adına alınan kararlar,hesapsız harcamalar,İzmir halkının takımlarına yeteri kadar sahip çıkmaması,peçete değiştirir gibi teknik direktör değiştirmeler ''acı ama gerçek'' olgusuna götürüyor bizi.Oysa İzmir yıllar önce türk futboluna yön veren bir şehirdi.Attıkları yenilikçi adımlar ile sadece türkiyede değil avrupada da ses getiren bir takıma sahiptiler.Bu etkiyi yaratan ise Adnan Süvari komutasında bir avuç İzmir delikanlısından oluşan Göztepe efsanesi idi.

1925 yılında kurulan Göztepe'nin aslında ilginç bir kuruluş hikayesi vardır.Altay Spor Kulübü çatısı altında bulunan bir grup genç bir seyahat esnasında takım arasında çkan anlaşmazlıktan ötürü Altay bünyesinden ayrılıp Göztepe Gençlik Kulübünü kuruyorlar.Dönemin İzmir futbolunun öncüsü olan Altay'a büyük darbe vuran bu olay yeni kurumun ilk adımları oluyor.


Türkiye'de profesyonal liglerin kurulmasından önceki dönemde(1959'dan önce) Göztepe'nin yerel başarıları aslında gelecekteki başarılara bir nebze olsun ışık tutuyordu.1950 yılında İstanbul şampiyonu Beşiktaş,İzmir şampiyonu Göztepe,Ankara şampiyonu Gençlerbirliği ve grup şampiyonu İzmir Kağıtspor'un katıldığı Türkiye Şampiyonluğu Kupasını kazanarak bu kupayı İzmie'e kazandıran ilk kulüp olur.Bu dönem içerisinde kazanılan 6 İzmir şampiyonluğu Göztepe'nin henüz oluşmaya başlamış temelerini sağlamlaştırıyordu.1959 yılında profesyonel liglerin kurulması ve 1960 yılında Adnan Süvari'nin teknik adamlık koltuğuna oturması Göztepe efsanesinin miladı kabul edilir.

Futbol oynadığı dönemlerde Tekstil Mühendisliği için eğitim amaçlı İngiltere'ye giden Süvari burada geçirdiği üç buçuk yıl boyunca antrenörlük kurslarına da giderek futbol tutkusunun yanına teknik donanımı da eklemiştir.Sürekli olarak öğrenmeye ve yeniliklere açık olan Süvari;dünya kupalarını yerinde izleyerek futbolun son yeniliklerini etüt eden tam bir futbol entellektüelidiydi.Sürekli hücumu düşünen,takım oyununu nihai hedef olarak belirleyen,bireysel oyuncuların ön plana çıkmasını katiyetle istemeyen Süvari bu görüşlerle Göztepe'nin başına geçti.

Yıllar boyu aynı kemik kadro yapısında felsefesini dikte eden Süvari ve Göztepesi 1964-65 sezonunda daha sonra Uefa Kupası adını alacak olan Fuar Şehirleri Kupasında mücadele etmeye başlar.1964-67 yılları arasında 3 sezon boyunca ilk turda elenir Göztepe.1967-68 sezonunda ise yıllar boyu birlikte oynamanın getirdiği avantaj ve atılan doğru adımların sonucu önce Antwerp ardından da A.Madrid'i eler.Daha sonraki turda Vojvodina'ya elenilsede İzmir'de kazanılan 3-0'lık A.Madrid zaferi Göztepe tarihinin en unutulmaz maçlarından birisi olmuştur.


Bir sonraki sezon sırasıyla Marsilya,Arges Pitesti,OFK Belgrad'ı eleyerek çeyrek finale çıkan Göztepe Hamburg'un kupadan çekilmesiyle kendisini yarı finalde bulur.Macar ekibi Ujpest'e elenselerde ilk kez bir türk takımı avrupa kupalarında yarı final görmüş olur böylece.

Fuar Şehirleri kupasındaki başarının yanı sıra 1968-69 yılında kazanılan Türkiye Kupası ile Göztepe kendisini bir üst seviyede bulur:Kupa Galipleri Kupası.İlk turda US Lüksemburg'u kolay geçen Göztepe'nin karşısında zorlu rakip Cardiff çıkar.İzmir'de alınan 3-0 lık galibiyet onları çeyrek finale çıkartır.Çeyrek finalde Roma'ya elenilsede Göztepe efsanesi avrupada alıp başını yürümüştür.

1964-1971 yılları arasındaki Göztepe Ali Artunerli,Kaynana Gürselli,İngiliz Nevzatlı,Çağrı Çağlayanlı,Buldozer Fevzili,Fuji Mehmetli kadroyla avrupayı salladığı gibi türkiyede de bu dönem
 içerisinde 2 Türkiye Kupası ve 2 Cumhurbaşkanlığı Kupası kazanmıştır.


İzmir şehrinden çıkan Göztepe efsanesi başlarında bir İzmir beyefendisi olan Adnan Süvari ile tüm dünyaya yayıldı.İdealist bir adamın etrafında toplanan inançlı bir avuç gencin yazdığı bu hikaye bugün bile heyacanını korumaktadır.

2006-2007 sezonunda amatör kümeye kadar düşen bugünün Göztepesi ise yavaş yavaş toparlanmaya çalışıyor.Bu sezon Bank Asya'da mücadele edecek olan Göztepe,Ali Gültiken önderliğinde sağlam adımlar atıyorlar.Tarihlerinden feyz alan Göztepe yeniden ait olduğu yere dönmek istiyor.

Bizde bu sene İzmir'deyiz.Her hafta Alsancak Stadında Göztepe'yi yakın takipte olucaz.Alsancak'tan edindiğimiz Göztepe izlenimlerini de sık sık bu blogda paylaşırız artık....

3 Eylül 2011 Cumartesi

''İnsan''


Steed Malbreanque ST. Etienne yeni transfer olmasına rağmen futbol hayatına nokta koyduğunu açıklamış.Sebebi ise oğluna kanser teşhisi konması...30 yaşındaki futbolcu çocuğuyla bu zor zamanında daha fazla ilgilenmek adına böyle bir karar aldı.


Hayatta bu tip olaylarla karşılaşınca kendi sıkıntılarıma üzülmemin çok yüzsüzce olduğunu düşünüyorum.Kendi iç dünyamda büyüttüğüm acınası sorunlarım bu tip sıkıntıların karşısında çok acizleşiyor.İşte o zaman anlıyorumki hayata karşı çok fazla küstah olmamak gerek.


Futbolculuk zor zanaat.Biz her ne kadar halı saha moduna indirgesekte...Bir nevi özgürlükleri kısıtlanmış bir meslek.Bir adam oğluyla daha fazla ilgilenmek için bu mesleği bırakıyorsa varın gerisini siz düşünün.Goller,asistler,kupalar,fahiş bonservisler,flaş transferler...Hepsinin içi boşalıyor işte bir anda.Futbol hayatın bir tezahürü ise al sana futbol al sana hayat.İki olguyu birbirinden ayırmak imkansız.Sahada ter akıtan adamın da senin benim gibi insan olduğunu anladığımız vakit futbola bakışımız çok evrilecek.İşte o zaman bu oyundan alınan zevk daha da artacak.

Sahadaki bir futbolcu...Herşeyden öte insan...Bunu iyi algılamak gerek.Malbranque bugün çoğu kişinin tanımadığı bir futbolcu olsada çoğu kişinin tanıdığı bir insan.Çoğu kişinin bildiği bir hikaye.Ama hep ıskalanan bir gerçek.Bu gerçeği ıskalamamak dileğiyle Malbranque ailesine acil şifalar...

1 Eylül 2011 Perşembe

La Mano De Dios


Geçen gün Ntvspor'da Gol programında denk geldim bu videoya.Fakat programda kısa kesmişler videoyu.Tamamını buldum ve o günden beri kaç kez dinlediğimi inanın hatırlamıyorum.Şarkının sözlerinin arkasında Maradona'nın hayatı gizli resmen.Bu adamı sevmek için çok sebep var aslında...

Trabzonspor Ve Slovak Akımı


Herşeyden önce TFF'nin hem Trabzonspor'a hem de Fenerbahçe'ye verecek çok hesabı var.Transfer sezonun bitmesine sayılı günler kala gelen şampiyonlar liginden men kararı iki kulübün de kimyasını çok bozdu.Trabzonspor tarihlerinde ilk kez katılma hakkı elde ettikleri şampiyonlar ligi için çok seviniyor olduklarından olsa gerek bu durumu ıska geçtiler.Sonuçta en fazlasından avrupa ligi gruplarına göre oluşturulmuş kadroyu 2-3 gün gibi kısa sürede şampiyonlar ligi seviyesine getirmekten bahsediyoruz.Şampiyonlar liginden gelen para olsa da transferin son gününde avrupadan elit oyuncu bulmak neredeyse imkansız.Fenerbahçe içinse tam tersi geçerli.Şampiyonlar ligi ayarında bir takım kurmaya çalışırarken birden kadro küçültmeye başladılar.Bu ani karar hem trabzonspor'un hem de fenerbahçenin tam manasıyla hazırlanamadan sezona başlamaları anlamına geliyor.Bunun arkasında yatan neden ise TFF'nin bu kadar ciddi bir kararı son ana bırakmasıdır.TFF'nin yönetimsel zaafları bugün bu iki kulübü de mağdur etmiştir.

Biz işin futbol kısmına trabzon cephesinden bakacak olursak şampiyonlar ligine hazırlık için alınmış üç oyuncu mevcut.Marek Cech-Marek Sapara-Robert Vittek.Transferin son gününde elinizde 20 milyon avro para mevcut olsa da kimse son dakikada en iyi ismini vermez.Trabzon'da bunun sıkıntısını çekti.Para var ama alınacak oyuncu yok.Yapılan üç transferde şampiyonlar ligi standardı için çok yetersiz.Trabzonspor'un düştüğü grubun oldukça dengeli(özellikle İnter'in dışındaki üç takımın hemen hemen yakın seviyede olduklarını düşünecek olursak) bir grup olduğu için yapılacak olan kaliteli takviyelerle gruptan çıkma şansının oldukça yüksek olacağını hesaba katarsak kötü bir durum oldu.


Üç slovak oyuncunun kadro çeşitliliği sağlamasını da hesaba katarsak ülke şartları için oldukça iyi transferler.Fakat uluslararası arena için yetersiz.Özellikle bu turnuvalarda oynama alışkanlığı kazanmış ekipler karşısında.Son dakika acelesi ile yapılan bu transferler bu ligin müdavimleri karşısında fark yaratacak isimler değil.

Trabzonspor'un şampiyonlar liginden gelen parayı verimli kullandığını söylemek imkansız.Fakat bu kadar kısıtlı zaman içerisinde de çok fantastik hamleler beklenemezdi zaten.Şu şartlar altında iş yine Şenol Güneş'in becerisine kaldı. Yaratacağı takım kimyası ile tıpkı geçen sezon olduğu gibi bu sezon da ''iyi'' futbolculardan kurulu olan bu takımı ''çok iyi'' futbolculardan kurulu olan takımlarla yarıştırabilir.Sonuçta yapmadığı şey değil...

Sebastian Coates-Marcelo Estigarribia & Bir Transferin Anatomisi


Bir transferin mantığı basittir aslında.Takımda herhangi bir bölgede sıkıntın vardır veyahut o bölgedeki oyuncnun kaybetmişsindir.Bir analiz yaparsın ve eksik bölgeni tespit edersin.Daha sonra bütçene ve maaş şartlarına uygun bir isim ararsın dünya futbol piyasasında.Bazı kulüplerin çok önceden hazırlanmış shortlist'leri vardır.Uzun süredir takip ettikleri isimler.Uzun süredir takip ettikleri bu isimlerin verilerini inceleyerek bir karara varırlar.Bazı kulüpler ise menajerlerle çalışırlar.Eksiği gediği neyse söylerler ortak çalıştıkları menajere o da listesinde kim kim yok döker ortaya.Beğendiğini,kafana yatanı,bütçeni uyanı alırsın.

Üç aşağı beş yukarı avrupada bu işler böyle yürür.Birde önemli turnuvalar vardır.U-20,U-19,U-17 Dünya Kupaları,Avrupa Şampiyonları,Copa America,Toulon Turnuvası,Afrika Uluslar Kupası...Bu turnuvalara gözlemci gönderirsin ve radarına giren oyuncuyu listene yazarsın.Süreç içindeki gelişimine ve olabilirliğine bakarsın.Kafana yatarsa alırsın.Özellikle alt yaş kategorilerinin olduğu turnuvalar büyük önem arz eder.Genç isimlerin saf yeteneğinin en bariz görüldüğü turnuvalardır bunlar.İşlenmemiş ham yetenek.İlk keşfeden olmak büyük önem arz eder böyle durumlarda.Bu yüzdendirki bu tip turnuvalara yüzlerce yetenek avcısı gönderilir.Hepsi ilk keşfeden olma derdindedir.




Gelelim asıl mevzuya.Daha bu yaz Arjantin'de Copa America heyacanı yaşadık.Geceleri yemedik,içmedik maçları takip ettik.Birçok ülke gibi bu ülkede de canlı yayınlandı maçlar.Ve birçok takım gözlemcisini gönderdi bu turnuvaya.Hadi gözlemciyi boşver birçok teknik adam da sen,ben gibi geçmiştir gecenin bir yarısı ekrana izlemiştir maçları.Benim yaptığım gibi muhakkak almışlardır ellerine kağıdı kalemi ''dikkat edilmesi gerekenler'' başlığı altında birkaç oyuncu ismi karalamıştır.Yapmamışlarsada hafızaya bir iki isim not etmişlerdir.

Turnuvayı izleyen ve az buçuk futbolu bilen her adam kupayı kaldıran Uruguay'ın sağlam savunmacısı 20'lik Coates ile Paraguay'ın fırtına sol açığı 23'lük Estigarribia'yı muhakkak akıllarına kazmıştır.Sorun şuki senin benim aklıma kazınan adam niye bizim kulüplerimizin aklına kazınmıyor?

Galatasaray Arda gittiğinden beri cayır cayır sol açık arıyor.Transferin son gününde artık avrupa futbolunda ıskartaya çıkmış adamların peşinden koşuyoruz.Kimse transferin son gününde en iyi adamını satmak istemez.Iskartaya çıkmış veya şişirilmiş bonservis ve maaşlarıyla almaya kalktığımız adamların peşinden koşarken harcayacağımız zamanı daha 2-3 gün önce Juventus'a giden Estigarribia'ya harcasaydık muhtemelen iyi bir trasnferin yanında geleceğe dair önemli bir yatırımda yapmış olurduk.

Fenerbahçe uzunca bir süre artık 31 yaşına gelmiş ve fahiş bonservis ücretinin istendiği Yobo'nun peşinden koşacağına Lugano'ya bir haber salıp daha dün Liverpool'a transfer olan Coates'i İstanbul'a getirttirebilirdi.

Avrupada transferin hangi şartlarla gerçekleştiğini yukarıda sade bir şekilde anlattık.Bu ülkede ise transfer tek bir kıstasa göre gerçekleşiyor:sükse.Transferin başarısı taraftar ve kamuoyu nezdinde ne kadar sükse yarattığına bağlı.Aldığı adamın ismi onun kariyer grafiğinden önce geliyor.


Ve son olarak daha birkaç hafta önce Kolombiya'da düzenlenen U-20 Dünya Kupası sona erdi.Peki kaç kulüp bu turnuvaya gözlemci gönderdi?Gözlemciyi geçtim acaba kaç yönetici ve teknik adam bu turnuvayı televizyondan takip etti?