28 Nisan 2012 Cumartesi

Öze Dönüş


Dün bütün gün boyunca eve dönüş yolculuğundaydık.Sağsalim eve kapağı attık,direkt gündemde ne olmuş bitmiş diye tv'yi açtım.Neler neler olmamışki?Pep sezon sonu görevden ayrılacakmış(gerçi beklenen bir ayrılıktı),Montpellier bir ciddi deplasmandan daha üç puan çıkararak şampiyonluğa koşuyor ve belkide en önemlisi İbrahim Altınsay fahri de olsa Beşiktaş'ta futbolun başına geçiyor.

İbrahim Altınsay'ı dışarıdan bir futbol sever olarak ne kadar tanıyabilirsem o kadar tanıyorum.Futbol görgüsü,dünya futboluna hakimiyetini tartışılmaz.Yazılarından okuduklarımız,röportajlarından çıkardıklarımız kadarıyla bu işin özünü kavramış biri.Yorumlarını veya yazılarını beğenirsin beğenmezsin o sana kalmış.Ama bu öznel yaklaşım onun sahip olduğu bu değerleri gölgelemez.Yıllar önce İbrahim Altınsay'ı tanımaya başladığım zamanlarda daha önce beşiktaş yöneticiliği de yapmış olduğunu bildiğim için neden acaba Demirören yönetimi böyle bir adamadan faydalanmıyor diye hep merak etmişimdir.Kendi camianız içinde futbol üzerine böyle kafa yoran adamlara her zaman ihtiyacınız vardır.Lakin Demirören zamanında geçen 7 senede anladıkki onun kafa yapısı ve futbol bakışı ile bu adamların futbola bakışı arasında dağlar kadar fark var.İbrahim Altınsay her ne kadar bu işi profesyonel olarak üstlenmesede bir şekilde sportif direktörlük diyebileceğimiz bir makama getirildi.Gerçi bu ülkedeki sportif direktörlük olayı farklı boyutlarda algılansada bunu daha sonra detaylı bir şekilde açarız.Bu gelişme bile Demirören'in başkanlık yaptığı bir kulüpte devrim olarak nitelendirelebilir.Normal şartlar altında küçük ama Beşiktaş için büyük bir adım.

Beşiktaş'ın içinde bulunduğu durum ortada.Mali olarak dibe vurmuş aynı paralellikte sportif anlamda çökmüş bir camia.Şu sıralar gelecek sezon için avrupa lisansı almak için mahkeme kapılarında bekliyorlar.Bu bile içine düştükleri durumun vahametini çok net ortaya koyuyor.Aslında bu benim çok net beklediğim bir senaryoydu.Çünkü Yıldırım Demirören zamanından Beşiktaş yüzyıllık geleneklerinin çok dışına çıktı.Kendi özkaynakları ile başarıyı yakalamış,kendi değerlerini yaratmış bir kulüp olarak bunların tam zıddı bir politika izlemek bu camianın köklerine dinamit koymaktı ki kuşkusuz şu an ki durum bunun eseri.Tıpkı Galatasary'ın 2007-2008 sezonundaki lanetli şampiyonluğu gibi Beşiktaş'ın da 2008-2009'daki dublesi bütün bu yanlış yapılanmanın üstünü örttü.Dünya kulübü olmayı her sene pahalı transferlerle sağlamayı düstur edinmiş bir zihniyetten gerçi daha fazlası beklenemezdi.Sezon başında bir arkadaşım sence bu sene Beşiktaş şampiyon olabilir mi diye sorduğunda imkansız dedim.Çünkü Beşiktaş'ın başında Yıldırım Demirören vardı.

Şimdi yeni bir başkan yeni bir anlayış.İbrahim Altınsay'ın rolü öze dönüş sinyalleri veriyor.En azından artık bir Beşiktaşlı alınan her karardan sonra futbolu bilen birinin varlığından ötürü bir nebze olsun rahat olacak.Aslında Beşiktaş'ın önünde mükemmel bir örnek var:Borussia Dortmund.2003'te iflasın eşiğine gelmiş Borussia Dortmund bu sezon üst üste ikinci kez şampiyon oldu.Üstelik bir dünya devi olan Bayern Münich'in önünde.9 sene önce aldıkları küçülme kararı ile az maliyetli ama yetenekli isimlere yöneldiler.Alt yapıdaki oyuncularına daha fazla şans verip alt yapıyı işlemeye başladılar.Geçen sezon şampiyon olurlarken en pahalı transferleri 4.5 milyon avroluk Lewandovski idi.Klopp geldikten sonra 6. oldular,5. oldular,kıl payı şampiyonlar ligi biletini kaçırdılar(Nuri'nin kaçırdığı penaltı ile) ve şimdi 2 senedir üst üste şampiyonluk yaşıyorlar.İşte bu yüzden Beşiktaş camiasının önündeki bu örneği çok iyi incelemesi lazım.Çünkü onların bulunduğu bu durumda bir zamanlar Dortmund da vardı.Daha önce yayınladığımız Borussia Dortmund incelemesi aşağıdadır.

BARCELONA'YI DEĞİL DORTMUND'U ÖRNEK ALMALIYIZ

18 Nisan 2012 Çarşamba

Algıların Acizliği



Kimin kime yaptığının bir önemi yok.Öznelerin değerini yitirdiği bir yaklaşımdır ''ırkçılık''.''Biz müslüman ülkeyiz,bizde ırkçılık  olmaz'' diyenlere inat yıllardan beri söylerim bu ülkede ırkçılığın ağa babası var diye.Irkçılık sadece ten rengi ile alakalı bir durum değildir.Din,ırk,cinsiyet,etnik köken...Tüm bunları kapsar.Yabancı futbolcuların yıllardır toplum nezdinden linç edildiği,takım içinde dışlandığı,yabancı teknik adamların ahbap-çavuş ilişikisi ile çalışan yorumcular tarafından her gün darağacına asıldığı,Diyarbakırsporlu futbolcuların gittikleri her deplanmanda ''PKK dışarı'' tezahüratları ile karşılandığı bir ülke burası.O yüzden ''bizde ırkçılık yok'' safsatasını geçiniz bi zahmet.



Bu ülkede süper ligimin süper finalinde bir taraftar sahaya inip rakıp takımın sağ bekine saldırma cesaretini kendinde bulabiliyorsa bu ülkede nasıl bir caydırıcı hukuk düzeni vardır çok merak ediyorum.

''Hakem ofsayttan gol vermiş.Seyirci gerilmiş.''Peh peh peh...Hangi hakem hatası sahaya dalıp,futbolcuyu dövmeyi meşru kılabilir?Hangi akıl-izan sahibi insan bu vandallığın mantıklı bir açıklmasını sunabilir?7 sene boyunca Arsenal'de forma giymiş,holiganizmin beşiğinden gelmiş bu adamın 7 senelik kariyerinde yaşamadıklarını daha ilk senesinde önce ''ırkçılık'' iddalarıyla ardından da sahada saldırıya uğrama tehlikesi ile gündeme gelmesi ne kadar manidar.

Futbolun ruhunun linç edilircesine her gün keyfi kararların alındığı,''ırkçılık'' söylemleriyle boğuştuğumuz,''şike'' davalarıyla cebelleştiğimiz,bir derbide sahadaki futbolcuyu dövmeye yeltendiğimiz bu ülkede o kadar aciz algılara sahibizki...Irkçılığın,şikenin,holiganizmin kol gezdiği bir yerde oturup bunları tek tek,sindire sindire tartışmak yerine biz hala ''Muslera'nın penaltısı etik mi değil mi?'' diye tartışıyorsak bu tam manasıyla algıların acizliğidir.Başkada birşey değil.

13 Nisan 2012 Cuma

Ivır Zıvır #3


-Sıkıntılar büyük beyler.Hemde çok...

-Dertler,sıkıntılar büyüdükçe insanın gamsızlaşma potansiyeli gerçekten muazzam.Özelliklede bir süre sonra ''zaten giren girmiş'' evresi insanın bittiği andır.

-Özelliklede bir arkadaşınızla sabahtan beri maddi imkansızlıklardan dem vurup o günün akşamında iskender + künefe yapmak ise bu işin zirve noktasıdır.

-İdda da tutmuyor zaten bir türlü.Hayır futbolla yatıp kalkmama rağmen idda konusundaki karavanalarım benim bu oyun üzerindeki hakimiyetimi her geçen gün daha fazla sorgulamama sebep oluyor.

-Yemin ediyorum tutsun diye 2'ye 3 veren kupon yaptım.Sırf  ''Tebrikler!!!İkramiye kazandınız'' sesinden sonra bayideki tüm başların bana çevrilmesi için.Ama yine olmadı.Yine olmadı.Yine olmadı...

-Bu aralar sadece iddaya karşı değil hayata karşıda bir ''Karavana Sam'' durumu var.Neye nişan alsak tutmuyor.

-Bu gamsızlık hali içerisinde kendimizi filmlere verdik.

-''Moneyball'' iyi film.Küçükte olsa bir ''Dammed United'' havası sezdim.İşin beyzbol kısmından daha çok küçük bütçeli takımların kaderi ile ilgili önemli ipuçları veriyor.Buradan futbola çıkarım yapmakta çok mümkün.

-Uzun zamandır ''Hangover II'' yi izlemek istiyordum.Sonunda kısmet oldu.Fakat  cıkkk.Olmamış.Kendini tekrara almış.İlk filmdeki tat kesinlikle yok.

-Bu aralar dört gözle Batman:The Dark Night Rises'ı bekliyorum.Hatta gişe rekoru bile bekliyorum.Trailer bayağı birşeyler vaad ediyor.

-Yeni kötü adam iyi hoşta bi joker değil.

-''Why so serious?Let's put a smile on that face''.Hey gidi joker heyyy.

-Bu arada ne zamandır şöyle adam gibi futbol muhabbeti çeviremiyorum ya;fena halde canım sıkılıyor buna.Çevremde oturup keyifli futbol muhabbeti yapabileceğim bir adam yok.

-Sonuçta bu oyunun oynaması,izlemesi,yazması kadar muhabbeti de çok güzeldir.

-Lise 3'te iken pazartesi günleri arka sıraya konuşlanıp haftanın kritiğini yapmaktan aldığım hazzı o gün bugündür bulamıyorum.(Buradan Koçi'ye,Arpacı'ya,Özer'e,Gökhan'a selam olsun)

-Ayrıca çevremdeki herkesin galatasaraylı oluşuda çok tiksinç bir durum.Hep Selçuk hep Elmander nereye kadar baboş?Az birazda Sow'u konuşmak gerek,Fernandes'i konuşmak gerek.

-Süper Final'de ha başladı ha başlayacak.Öyle allı pullu analizlere gerek yok.Ne demişti Behzat Ç. ''ölümüne play of''.Aynen devam o zaman.

''Göğe Selam'' Olsun



Güzel bir iş olmuş.Ne zamandır merak ettiğim bir çalışmaydı ancak dün tamamını dinleyebildim.Cem Karaca,Barış Manço ve Bahadır Akkuzu anısına güzel bir çalışma olmuş.Kurtalan Ekspres organizatörlüğünde Teoman,Feridun Düzağaç,Nev,Hayko Cepkin,Emre Aydın,Özlem Tekin,Ogün Şanlısoy,Bülent Ortaçgil,Erkan Uğur ve daha birçok isim bu üç güzel adamın şarkılarını yeniden seslendiriyorlar.Baştada dediğim gibi güzel bir iş olmuş.Emeği geçenlerin eline sağlık.

12 Nisan 2012 Perşembe

İçimdeki ''Tyler Durden''




Çocukluğumun tam olarak hatırlayamadığım anından beri hep ''kendi kendimle'' konuşurum.Tuvalette,banyoda,yalnız kaldığımda...Hatta yolda yürürken bile.Kimine göre hatta azımsanmayacak bir kesime göre bu yaptığım delliliğin alamet-i farikası olsada bana göre sağlıklı kafanın olmazsa olmazı.Sonuçta yaptığım iş ''kendi kendimle'' dertleşme.Ve beni benden daha iyi kim tanıyabilir?Kim benim kadar ruhumun derinliklerine işlemiş duygulardan haberdardır?Kim zihnimin en ücra köşelerinde konaklayan fikirleri bilebilir?Beni bu kadar iyi tanıyan ''benden'' başka kim bana daha iyi akıl verebilir?Cevap:hiç kimse.İşte bu yüzden fırsat buldukça ''kendi kendimle'' konuşurum.Karşılaştığım bir problemde yada herşeyin üstüme üstüme gelmeye başladığı bir anda veyahut ''anlatmazsam patlarım'' moduna girdiğim bir noktada içimdeki ''Tyler Durden''i ortaya çıkarır ve ''evet şimdi ne yapıyoruz?'' derim.Az öncede bahsettiğim gibi beni ondan daha iyi kim anlayabilir?Yada Behzat Ç.'yi Behzat Ç.'den daha iyi kim anlayabilir?Belkide bu yüzdendir genelde kimseye derdimi anlatmamam.Anlatamamam.Alışmışım içimdeki ''Taylor Durden''a.Başkaları yavan geliyor,samimiyetsiz geliyor bana.Belkide buna ''iç istişare'' de diyebiliriz.O zaman daha bi entelektüel olur.Daha bi havalı...Ama bu benim anlatmak istediğimi tam manasıyla açıklamaz.''İç istişare'' bir sorgulama meselesidir.İçindeki yankıdan başka bir şey değildir.Ayna gibi düşün.Ne duymak istiyorsan onu duyarsın.Ama ''kendi kendinle'' konuşmak öyle midir?Bir nevi kendinle kapışma meselesidir.''Face of  face'' hesabı.Duymak istediğini değil var olanı söyler.Patavatsızca,pervasızca,acımadan...Hangi dost bu kadar acı söyleyebilir ki?Yada bu kadar doğru?Bu kadar tarafsız?

Birgün birini çok sevdim.Hem de çok.Birlikte olmaya başladıktan sonra ikimizde birbirimizi tüm çıplaklığı ile tanımaya çalışıyorduk.Çok sevdiğim insan benim bütün yönlerimi,gizli-saklı kalmış bütün duygularımı,belki benim bile haberimin olmadığı içimdeki bütün arzuları bilmeliydi.Keza bende onunkileri bilmeliydim.Bilmeliydik ki hangi insanı sevdiğimizi yada hangi insana aşık olduğumuzu anlayalım.

Ve ben ona hergün kendimden birşey aktardım.Daha önce hayatım boyunca kimseyle paylaşmadıklarımı paylaştım.İçimdeki tüm iyilikleri,kötülükleri...Keza o da benimle paylaştı.Fakat şunu farkettimki ben ne kadar paylaşırsam paylaşayım gece yastığa kafamı koyduğum vakit içimde anlatmadığım birçok şey olduğunu farkettim.İçimde ona asla anlatamayacağım kötülükler,arzular vardı.Mutlaka onunda vardır.Ben herşeyimi paylaştım desemde kıyıda köşede hiç paylaşmadıklarım vardı.Kendini %100 anlattığını düşündüğün bir insan bile seni tam olarak tanımıyor.İşte bütün mesele bu.Çok can sıkıcı bir mesele...

İçimdeki ''Tyler Durden'';kıyıda köşede kalmış iyiliklerin,kötülüklerin,arzuların,şehvetlerin toplamı olan bir ''ben'' aslında.Başka hiçbir şey değil.

İşte bu yüzden olsa gerek yıllar boyu çok iyi tanıdığını sandığın insanları bir süre sonra hiç tanıyamamış olduğunu farketmek..Böyle durumlarda kendimize çok fazla kızmamak gerek.Sonuçta hiç kimseyi tam manasıyla tanımak mümkün değildir.Ruhunun derinliklerin kalmış kötülüklerden belki onun bile haberi yoktur.

Dikkat edin yazının başından beri ''kendi kendimle'' konuşmaktan bahsettim.''Kendi kendine'' konuşmak kavramı ''kendi kendinle'' konuşmakla bir tutulsada asla bir değil.''Kendi kendine'' konuşursun,konuşursun,konuşursun....Cevap almak için konuşmazsın.Sadece konuşmuş olmak için konuşursun.Ama insan ''kendi kendisiyle'' konuşuyorsa cevap almak istiyordur.Üstelik en doğru,en objektif,en acımasız cevabı.Muhtemelen Platon'da ''kendi kendisiyle'' konuşuyordu.Socrates de.Cevap aramak için.Ha onlar insanlık adına cevaplar arıyordu ben kendi çıkmazlarım adına cevap arıyorum.

Beş tane Behzat Ç. kafa kafaya veriyorlar ve cevap arıyorlar.İşte olay budur arkadaş.Bu konuda yalnız olmadığımı görmek güzel.Sonuçta Behzat amirim yapıyorsa vardır bi bildiği.Bu arada bu kadar Tyler Durden'ı andıktan sonra hafızayı şöyle bir tazelemekte fayda var...

10 Nisan 2012 Salı

Burak'ın En Büyük Şansı


Şenol Güneş benim için çok değerli bir adamdır.Ne söylese ne konuşsa işi gücü bırakıp can kulağıyla dinlerim.Dinlenmesi de gerekir.Çünkü onun söyledikleri genelden kimsenin söyleyemedikleridir.Kaotik bir futbol şehri içinde dinginliği ve olgunluğu ile patlamaya her an müsait bir camiayı inanılmaz bir beceri ile ayakta tutmak büyük meziyet doğrusu.Ve bu kaos şehrinde her daim doğru bildiklerinizi kim ne der diye düşünmeden dile getirmekte...

Lafı çok fazla uzatmaya gerek yok aslında.Play off öncesi Lig Tv'ye konuk olan şampiyonluk grubunun teknik adamları takımların genel hatları üzerine yorumda bulundular.Lakin benim için en dikkat çekici nokta Şenol Hoca'nın Burak ile ilgili söylediği kısımdı.

''Burak benim için hala yetersiz.Geliştirmesi gereken çok özelliği var.Ve şu an onun başarısı gelişimini engelliyor.''

İşte bu nokta çok kritik.Ve de çok doğru bir tespit.32 gol atmış bir oyuncusu hakkında böyle düşünen bir hoca her zaman  o oyuncu için çok büyük şanstır.Oldu,bitti demeyen her zaman için daha mükemmeli isteyen bir mentör.Burak'ın gösterdiği aşama muazzam.Ve bu aşamanın arkasındaki etmenlere pay vermem gerekirse Burak'tan bile daha fazla payı Şenol Hoca'ya veririm.

Burak için artık Trabzonspor'daki misyonunu yavaş yavaş tamamladığını düşünüyorum.Zaten röportajlarından da bunu anlamak mümkün.32 gollük etiketi onu yurt dışında belli yerlere taşır.Lakin nereye giderse gitsin,ne yaparsa yapsın asla Şenol Güneş'ten bir şekilde kopmamalı.Her daim onun mentörlüğüne başvurmalı.Onun çizdiği rotanın dışına çıkmamalı.Çünkü bugünkü Burak gerçeğini Burak'ın kendisinden daha iyiŞenol Hoca biliyor.Bu yüzden Burak futbolculuk kariyeri boyunca bu şansı çok iyi kullanmalı.

9 Nisan 2012 Pazartesi

Halef-Selef

Yıllar boyu Nezih Ali Boloğlu'nun bokunda boncuk mu var dedik durduk.Yönetimler gidiyor,teknik adamlar gidiyor,futbolcular gidiyor bir tek kaleci antrenörü Nezih'i yerinde kalıyordu.Hayır antrenörlüğünü yaptığı kaleciler de Allah'a emanet.Aykut 10 yıldır bir arpa boyu gelişim gösterememiş,gelen yabancı kalecileri bir gram bile yukarı seviyeye çekememiş bir antrenör.Hayır kalecilik başka bir meslektir biliyoruz.Öyle her önüne gelen ahkam kesmemeli lakin insan sahada antrenörün hiçbir etkisini görmeyince de garibine gidiyor.

Allah'tan sonunda aklı selim birileri çıktıda Nezih'i ile yollar ayrıldı.Kaleci antrenörlüğüne Taffarel getirildi.

Sene başında da yazmıştık sezonun en iyi transferi Taffarel'dir diye.Onun floryaya getirdiği neşe bile başlı başına bir etkidir.Teknik ekibinizde böyle bir ''dünya markasını'' barındırmak sizi her türlü kulvarda prestijli kılar.Bir de eğitimine yetenekli bir kaleci verdiniz mi ortaya bir halef-selef meselesi çıkar.

Dün Muslera bu sezon kalesini 16 maçta gole kapayarak Taffarel'in 1998-1999 ve 1999-2000 sezonlarındaki 15 maçlık rekorunu kırdı.Yani bir nevi çırak ustasını geçmiş oldu.Ama zaten hep böyle değil midir?Çırak ustasını her zaman geçer taki ustası çırağına verebileciği herşeyi verdiği vakit.

Taffarel'in bu takıma etkisi sadece Muslera'nın 16 maçta gol yememesi ile ölçülemez.Bu sadece küçük bir detaydır.Onun bu takıma etkisini çok net görmek isteyenler  Ufuk'un türkiye kupasındaki performanslarına bir kez daha baksınlar.İşte Taffarel'in asıl etkisi budur.

Ha bu arada Muslera'nın talibi çokmuş.Gidebilirmiş.Mühim değil.Asıl önemli olan Taffarel'i bu takımda tutabilmek.

Arteta'dan Nasri'ye Sevgilerle



''Bu kulüpten bi cacık olmaz.Ben kupa ve az birazcıkta para kazanmak istiyorum'' diyerek ayrılan Arsenal'in eski 8 numarası Nasri'ye Arsenal'in yeni 8 numarası Arteta'nın cevabı ağır oldu.Ulan birde futbolun adeleti yok derler.Hadi canım sende...

8 Nisan 2012 Pazar

Hep Vardı,Hala Var,Sonsuza Kadar Da Var Olacak...


Çocukken yıldızlar topluluğu Los Galacticos'ta hep Raul'un ne işi var diye düşünürdüm.Hatta o takımda neden sürekli oynadığını ve bu yıldızlara neden onun kaptanlık yaptığını anlayamamıştım.Zidane'ların,Ronaldo'ların,Figo'ların oynadığı bir takımda çocuk aklım Raul'u hiç kabullenemedi.Çünkü o zamanlar benim için yıldız futbolcu hızlı,teknik,birebirde çok rahat adam geçen olmalıydı.Kısacacası Ronaldo olmalıydı,Ronaldinho olmalıydı yada Adriano olmalıydı...

Çocuk aklımın bir türlü kabullenemediği Raul'u şimdinin yetişkin aklı yere göğe sığdıramıyor.İnsan büyüdükçe akıl melekeleri gelişiyor.Akıl melekeleri geliştikçe de bakış açısı değişiyor ve gelişiyor.Çocukluğunda tutkuyla bağlandığın bu oyunun figüranları sandığın isimler meğer bu oyunun baş aktörleriymiş.Meğer yüzyıllar bu oyunun değerini düşürmeyen,bu oyunun ruhu,kalbi onlarmış.

Aslında 2 sene önce Raul Mourinho'nun planlarında olmadığını öğrendiği vakit 1-2 sene yedek kulübesinde takılır,ardından görkemli bir şekilde futbola veda edebilirdi.Açık konuşmak gerekirse de Mourinho'nun rakip kaleye yıldırım hızıyla giden Madrid'in de ona pek yer olmazdı.O da bunu bildiği için yeni bir maceraya,yeni bir meydan okumaya girişti.Hatta yolu ciddi ciddi bu topraklarada düşebilirdi.Yıldırım Demirören'in de kulağını bu vesiliyle çınlatmakta fayda var.

Futbolun emeklilik dönemine girmiş isimlerin alınması hep bir eleştiri konusu olsa da bu ülkenin Raul gibi adamlara ihtiyacı var.Yada Hagi gibi veya Van Hooijdonk gibi...Eğer bu topraklara gelecek olanlar böyle karakterlerse hiç düşünmeden alınması taraftarıyım yaşı kaç olursa olsun.

Açıkçası bu bakımdan ''Veltins Arena'' ahalisini kıskanmıyor değilim.Her maçta bir efsanenin icraatlarına tanık oluyorlar.Yetenek ile işçiliğin muazzam birlikteliğine şahit oluyorlar.Zaten sanatkarlık ile zanaatkarlığı aynı bünyede bulunduran adam başka adamdır.Raul'da bunun en güzel örneğidir.

Bir adam düşünün;


alt yapısından çıkarak yıllar boyu Real Madrid'de oynadıktan sonra hayatından ilk kez başka bir takım formasını giyecek ve o takımın taraftarının amigoluğunu yapacak kadar amatör ruhlu bir profesyonel olacak...


Yada bu golleri atabilecek kadar yetenekli bir yıldız...

5 Nisan 2012 Perşembe

Takım Elbiseliler


Yukarıdaki fotoğrafı bu blog daha öncede kullanmıştım.Şimdi tekrardan kullanma zamanı galiba.Çünkü bu fotoğraf bizim futbolumuzun çok net bir özeti aslında.

Bir avuç takım elbiseli yeşil çimlere iner.Kimisi siyasi rant peşinde koşar,kimisi ekonomik rant peşinde.Kimisi ise oturduğu koltukta güç delisi olmuş çıkmıştır....O koltuğu bırakmamak için her yolu dener.Bazen parayla taraftar tutar bazende hiç olmamış birşeyi olmuş gibi haber yaptırır.Bazısı başarı için her yol mübahtır felsefesini benimser.Kimisi verdiği paralarla kulübü kendine bağlar,kimisi futbolun bir oyun olduğu bilincine bu yaşına rağmen ulaşamamıştır.

Ve bütün bunların sonunda hiçbir zaman bu ''takım elbiselilere'' zarar görmez.Onlar oturdukları yerden teknik adam kovar,futbolcu gönderirir.Kafasına yatan teknik adamı başa getirir,iyi anlaştığı menajerden paket halinde oyuncu alır.Canı yanan kesim ise her zaman taraftarlar olur.

Nefret tohumları ile bezenmiş bir rekabetimiz daha oldu.Ve bu ekilen tohumlar her geçen gün büyüyor.İçinde 1 gram bile spor ruhunu barındırmayan bir rekabet bu.Tam anlamıyla nefretin hakim olduğu,''kan davası'' tadında bir rekabet...

Nevzat Şakar beyinsizce konuşur.Birilerini,bir camiayı hedef gösteririr.Kendi stadındaki vandallığı ''ben nerden bilicem Volkan'ın çakıyı eldiveninde saklayıp,sahaya sokmadığını'' diyerek açıklayabilir.Yada fenerbahçe kulübü ''bundan sonra olacaklardan biz sorumlu değiliz'' diyerek tehditvari bir yaklaşım içine girerek alttan alttan taraftarına odunu verebilir.Lakin onlara hiçbir şey olmaz.Korumaları vardır,kurşun geçirmez lüks arabaları vardır.Arkalarında siyasi büyükleri vardır.Onların son derece konforlu locaları vardır.Onlar sadece hedef gösteririr ve localarından olana bitene bakmak isterler.Kendi taraftarının gücünden holiganizm şeklinde faydalanmak isterler.Ama aynı taraftarları da tasma ile kontrol altına almak istedikleri için çok saçma bir yasa bile çıkartabilirler.Küfüre  3 yıldan,taşkınlığa 5 yıldan başlayan sözüm ona ''sporda şiddet yasası'' gibi.İşte bu derecede karaktersizdirler.

Bir gün bir Trabzonspor-Fenerbahçe maçında bir taraftar veya trabzonda fenerbahçe forması ile gezen bir üniversite öğrencisi yada trabzonspor forması ile Kadıköy'den geçmekte olan bir genç sırf tutttuğu takımın renginden dolayı öldürüldüğü gün futbolumuzun marka değeri yönetici büyüklerimiz tarafından belki korunmuş olacak ama insanlık değerlerimiz sıfıra inecek.İşte o gün durup düşünmek için çok geç olacak.Ne yaptığımızı,nereye gittiğimizi düşünmek için çok geç...

Takım elbiseliler mi?Onlar internet sitelerinden tek cümlelik,soğuk,samimiyetsiz ve bir o kadarda alçakça bir şekilde başsağlığı mesajı yayınlayarak hayatlarına devam ederler.Lüks localarında,ellerinde viskileri,iki gün önce kanlı bıçaklı oldukları dostları ile birlikte kendi yarattıkları ''futbollarını'' izlerlerler.Belki akıllarına gelirse ölen taraftarları için bir dakikalık saygı duruşu tertip ederler.Ki muhtemelen akıllarına gelmez...